Bir önceki yazımızda belirttiğimiz “bugün yapılması gereken yeni bir bakışın yeni bir anlayışın mevzuat, kurumsal, doğal ve beşeri kaynaklar üzerinde hakim olmasını sağlamaktır. Bir bakıma söze konu gerekliliklerin sağlanması için “evrensel değerleri gözeten ilmi ve milli bir tutumu tesis etmek” üzere çalışmak gerekmektedir.” Kuşkusuz bu durum Antalya için de geçerlidir. Dolayısıyla; artık konuşmaktan ziyade kararlılıkla yapılması gerenleri mevzuat, kurumsal, doğal ve beşeri kaynakların etkinlik ve etkililik bakımından hayata hakim kılmak gerekiyor.
Bu kapsamda bugün Antalya’da sürdürülebilir bir yaşamı tesis etmek için bazıları için köklü sayılabilecek kararlar almak gereklidir. Özellikle bu kararlar Antalya’da yaşayacak gelecek kuşakların varlığını devam ettirmesi ve yaşanabilir bir kent olarak Antalya’nın bugünkü değerlerini korumak için bir zorunluluk olarak öne çıkmaktadır. Bunlar kısaca şöyle sıralanabilir;
• Antalya’nın değerlerini korumak ve Antalya’da yaşamı sürdürülebilir kılmak üzere mevcut mevzuatın bilim, kadim değerler ve rasyonel gerçeklikler üzerine yapılandırılmalıdır.
• Tarım ürünleri toplumun sağlıklı beslenmesi için zorunlu gıda mallarını üretmektedir. Antalya çok önemli bir tarımsal üretim alanıdır ve bitkisel üretim değeri bakımından ülkemizin en önemli ili durumundadır. Burada Anayasa ve 2006 yılında çıkarılan Tarım Kanunu’na bakmak önemli olacaktır. İlgili mevzuat tarım topraklarının tarım dışı amaçlı kullanımına izin vermemektedir.
• Antalya’nın tatlı su kaynakları bakımından da büyük öneme sahiptir. Tatlı su kaynakları konusu ise dünyadaki en önemli konular arasında yer almaktadır. Ayrıca Türkiye’nin su zengini olmadığı hatta alınan önlemler uygulamaya geçmediği takdirde, su fakiri olmak yönünde ilerlediğini göz ardı etmemek gerekir.
Dolayısıyla her ilimiz için geçerli olduğu gibi tarım topraklarının, bitki örtüsünün ve su kaynaklarının korunması yeni Antalya’yı inşa etmek için de olmazsa olmazlar arasındadır. Konuyla ilgili olarak gelişmiş dünyanın sahip olduğu tecrübeler ve örnekler üzerinde durmak gerekiyor. Bu kapsamda; tarımsal nüfus için üretime dayalı bir sektör olan tarım, istihdam alanıdır. Tarım ürünleri özel ekolojik ve tarımsal klimatoloji ortamlarında gerçekleştirilmektedir. Biyolojik zenginlikler, flora ve fauna bakımından önemli değerleri barındırmaktadır.
Bu durumda ne yapmak gerekir!
• İnsanımız kanunlara, kadim kültürde yer alan doğa ve insan hayatına yönelik çıkarımlara saygılıdır.
• Tüm kesimler, yerel yönetimler ve siyasiler, imar konusunda Anayasa/Kanunun belirleyici olduğunun farkındadır. O nedenle kamu yararının söz konusu olduğu durumlarda tüm kesimler aynı tutum ve tavır içinde olmalıdırlar. Alınan kararlar sürdürülebilir yaşamın bir gereği olarak kabul edilmelidir. Dolayısıyla bu şekilde, bilimsel ve rasyonel olmayan taleplerin hayat bulması önlenebilir.
• Kırsal alanlarda yaşayan ve tarım yapanlara “Tarım ve Tabiatı Koruma Teşvik ve Desteği” gibi bir uygulama getirilebilir. Buna göre kırsalda yaşayanlar yaşam konforu ve refah düzeyi bakımından iyileştirilmelidir. Böylece Covid-19 sürecinin önemini ve değerini hatırlattığı sakin şehir ve yavaş yemek kültürünün (slow citta-Slow food) yaşatılması ve yaygınlaştırılması da sağlanabilir. Yine kır ve kentsel yerleşim alanlarının iç içe geçtiği tarım alanlarının korunması için, tarıma uygun olmayan alanlarda arazi değerine eşdeğer olarak yer tahsisi önemli olabilir.
Sonuç itibariyle; göç baskısına maruz kalarak nüfusu artan kentlerin ve dolayısıyla kırsalın betona teslim olmasını seyretmemek gerekiyor. Bu konu kuşkusuz gelecek kuşaklara olan görev ve sorumluluklarımız arasında ilk sıralarda yer alıyor.