Aile, insanların oluşturduğu en küçük birlikteliğin kurumsal adıdır. Kadın ve erkek iki ayrı cinsin insani, kültürel ve dini prensipler çerçevesinde kurdukları bir yapıdır. Bu yapıyı insanoğlu sonradan öğrenmedi. Yaratıcı ta en başta insanın genetik yazılımına bu durumu ekledi. Yani insan aile olmayı neredeyse acıkmak ya da üşümek gibi doğal bir refleks olarak biliyordu.
İnsan için aileyi oluşturma gerekçelerinden en önemlisi ise üreyerek neslini devam ettirmek durumunda olmasıdır. Onun için karşı cinsle olan bir birlikteliğe içgüdüsel olarak ihtiyacı vardır. Bu şekliyle devam eden süreçte nesillerin geçmişlerini bilebilmesi, bu şekilde geleceklerini de planlayabilme imkânı verecektir.
Bu ve benzere gerekçelerden dolayı bu birliktelikle ilgili gerek dini gerekse aklın süzgecinden geçen gerekçelerle hukuksal disiplinler oluşturuldu ve zaman içerisinde bu disiplinleri geliştirdi, bazılarını da değiştirdi.
Kadın ve erkeğin geçirdiği tarihsel değişim ve gelişimi daha önceki yazılarımda detaylıca anlatmaya çalışmıştım. Hatta bazı yaşananlara dikkat çekmiş ve bunlarla ilgili acil tedbir alınması gerektiğini de yazmıştım.
Şimdi de Kadın ve Erkeğin beraberce kurup korumaya çalıştıkları bu aile yuvasının bugün itibarıyla başına gelenlere dikkat çekmek istiyorum.
& İlk dikkat çekmek istediğim konu ailenin oluşumundaki kriterler konusu. Allah’ın huzur bulma temeline oturttuğu evlilik ilişkilerinde ilk akla gelenler genellikle maddi konular, statü, nefsi ve cinsel hazlar ve fiziki durumlar gibi huzuru garanti etmeyen ya da çok hızla farklı istikamete dönüşebilen kriterler belirleyici rol oynamaktadır. Halbuki Rabbimizin huzur bulma amacı için öncelikli özellik ahlaklı ve doğru bir dini yapıdan geçmektedir. Bu özellikler huzur üretir ve kişilikle özdeşleşirler. Hem kişiye iç huzur verir hem de etrafındaki insanlara huzur ve sükûnet verirler.
& Bir sonraki konuysa evliliğe ilk adım atıldığı anlardan itibaren iki tarafın ailelerinin tutumlarıdır. Genelde anne babalar ama bilhassa anneler kıskançlık dürtüleriyle gençlere ölçüsüzce müdahale etmektedirler. Bu problemin bir başka kaynağı da kültürel teamüllerdir. Genelde evlenen gençlere hayatlarının başında karar vermelerine ve verdikleri kararları uygulamalarına izin verilmiyor. Verseler de istekli olunmuyor. Anne babaların genelde ciddi bir oranı çocuklarının kendilerinin bir kopyası olmasını istiyorlar. Bir kısmı bunu bilinçli yaparken, diğer bir kısım ise farkında bile olmadan yapıyorlar. Öyle olmaları gerektiğine inanmışlar. Sonuç olarak ailelerin gençler üzerinden yaptıkları çekişmelerin faturası maalesef evlenen çiftlerin yuvalarının temeline tahrip gücü olan bir patlayıcı gibi yerleşmiş oluyor.
& Yine evlenenlerin hayata başlarken içine sürüklendikleri maddi borçlanma ya da olumsuzluk yeni kurulan ailede huzuru tehdit eden bir etkendir. Çoğunlukla ne zamandan beridir adet diye yaptıklarımızın maddi boyutu yüksek olan uygulamalarının icrası neticesinde hayata borçlu başlayan çiftlerde gönül yorgunluğu ciddi seviyelere çıkar. Halbuki ebeveynin, akrabaların ve arkadaş çevresinin, hatta komşuların asli vazifesi evlenen gençlerin hayata yorgun başlamalarına engel olmaktır. Onların ihtiyaçlarını yardımlaşarak gidermek suretiyle aile hayatlarına maddi endişe ya da borç baskısı olmadan başlamaları çok kaliteli bir ibadettir.
En acı olansa düğün için harcanan paraların hiçbir kültürel değere ve ihtiyaca hizmet etmemeleridir. Ne Milli kültürümüzden ne de dini teamüllerimizden kaynaklı bir uygulama olmamaları, hatta genel ihtiyaçları bile karşılama konusunda cılız kalması ayrı bir üzüntü kaynağıdır. Allah’ın emri ve Peygamberimizin kavliyle başlanılan teşebbüs, bu ve benzeri problemlerden dolayı hayırla bitmemektedir.
& Aileyi tehdit eden bir diğer husus da eşlerin ya başlangıçta ya da zaman geçtikçe hayat felsefelerindeki müştereklerin azalması konusudur. Bu durum aynı evde iki yabancının yaşaması gibi soğuk ve tuhaf bir hayat demektir. Bunu engellemenin ilk yolu evlenmeden hayata bakış açılarının, beklentilerin, vazgeçilmezlerinin, yani öncelikli olarak hoşlandıkları ve hoşlanmadıkları şeylerin üzerinde yapılan istişarelerdir. Bu görüşmelerin sonunda ortak olan seçenekler %50 nin altındaysa uyumlu bir aileden ve mutlu bir yaşamdan bahsetmek zordur. İnsan biraz değişebilir, gelişebilir ama çok zıt yönde radikal bir değişim çok mümkün değildir.
Evlendikten sonra da müşterekleri çoğaltma çalışması karşılıklı ve yavaş bir şekilde yapılmalı ki uyumlu yaşam sağlıklı bir şekilde gerçekleşsin. Ani değişiklikler insanın hem kendisi hem de yakınındakilerde şüpheye yol açar. İnsan böyle bir varlık işte.
& Özetle yazdığım problem kaynaklarına son yıllarda yeni bir unsur daha eklendi. Giyimle başlayan ve insan için ilginç olan her şeye müdahale eden ve moda etkisi yapan yeni müzik çeşitleri, Sinema filmleri, dizi filmlerin yaşam kültürümüze etkisi hızlanmaya başladı. Üstelik kontrolsüz ve sinsi bir müdahaleyle karşı karşıyayız.
& Bu saldırı neticesinde insanların manevi ve kültür değerleriyle aralarına hissettirmeden soğukluk girmeye başladı. Namus, utanma, saygı, sevgi, güven, samimiyet, sadakat, dürüstlük, mutluluk, eş olma, her yaştan aile bireylerinin anlamı gibi manevi değerlerimizin birçoğu tedavülden kalkarken, bir kısmı da anlamlarını kaybetmeye başladı. Neticede aile hayatımızdan başlayarak insanın oluşturduğu bütün ilişkilerin yapısı değişti.
& Bunun yanında düğünlerimiz, bayramlarımız, derneklerimiz, törenlerimiz başka kültürlerin işgaline uğradı. Neredeyse tamamen başkalaştı. Rabbimizin, huzur denen, insanı en çok mutlu eden duyguyu üretme amacıyla emrettiği evlilik müessesesi artık şirket mantığına bürünmeye başladı.
Bir eve üç nesil sığıp yaşarken, dertlerinden ve sevinçlerden herkesin payına düşene razı olup mutlu olurken, maddi imkanların darlığını da dert etmeden mutluluk fotoğrafları çektirebilmişlerdi. Ya şimdi! Maddi imkanlar çoğaldı, yaşam alanlarımız büyüdü, teknolojinin desteğiyle yaşam kolaylaştı ama biz mutluluğu kaybettik.
Akşam olduğunda sevinç gülücükleriyle bayram havası yaşayan evler iyice azaldı. Gergin bir toplum olduk. Psikolojik hastalıklar her evi ziyaret etmeye ve kalıcı misafir gibi yerleşmeye başladı. Evlerde doğal beslenmenin yerini atıştırmalıklar ve vitamin hapları alırken, samimiyetin ve dürüstlüğün yerini sahte gülücükler ve çıkar ilişkileri aldı.
İşte halimiz bu. Hani derler ya, bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete. Bu gidişat hiç iyiye gitmiyor. Haydi biraz da hayatımıza bu yazılanların penceresinden bakalım lütfen. Zararın neresinden dönülürse kardır diyoruz ya, işte bizde kaybettiklerimizin farkına varıp en kısa zamanda telafi yoluna bakmalıyız.
Bu vesileyle Allah her birimize hayırlı uyanıklıklar versin. Doğruyu yanlıştan ayırabilecek feraset lütfetsin bizlere.
Her biriniz hoş olun, hoşça kalın,
Sağlık ve huzurla yaşayın.
Allaha emanet olun.