Her toplumu ya da milleti ayakta tutan manevi değerleri vardır. Bu değerler hayatın kurallarının alt yapısını oluşturur. Kanunları, teamülleri ve kültürel renkleri milli ve dini değerlerden oluşturan bir hazinesinin üstüne oturur.
Toplumlar milli kültürünü yüzyıllar içerisinde aklıyla, deneyimleriyle, vicdani muhakemelerle, taklitle, dini temelli referanslarla, atalardan mirasıyla oluştururlar.
Türk milletinin kültürel yapısını da aynı reçeteler oluşturmuştur. Orta Asya’dan beri hayatımızın her bir parçasında İslam öncesindeki dinimizden, içi içe geçmiş oldukları toplumlardan, coğrafyanın dayatmalarından ve imkanlarından, komşusu oldukları toplumların her türlü kültürlerinden ve İslam dininin hayat felsefesinden, yani bütün bu yazdıklarımızın karışımından ortaya çıkmıştır.
Kültürler, tamamen doğruluk ve yanlışlık üzerine değerlendirilemez. Her toplum kendi sosyal yapısını ayakta tutan bir tutkal olarak kültürünü tanımlar, değer verir ve de yazısız kanun olarak uygularlar.
Uzun yüzyıllar içerisinde biriktirilip oluşturulan kültürler son yüzyılın endüstri, internet ve ekonomik devrimler neticesinde bütün dünyada milli kültürler erozyona uğradı ve hala da bu erime devam ediyor.
Bu girişten sonra konumuzun bizi ilgilendiren boyutu üzerine düşüncelerimi yazayım.
Sanayi devrimi (1789), Rönesans, üretim çeşitliliği ve otomasyon, elektriğin ve akünün bulunması, otomobil endüstrisi ve internet teknolojisi neticesinde artık dünyada milli kültürler hızla zayıflamaya başladı. Konu çok daha derin ama bu kadar ön açıklama yeterli olacaktır.
Artık 20. Ve 21. Yüzyıllar eskiyle yeninin ayrıştığı zaman dilimi olarak insanlık tarihinin biyografisindeki yeri almıştır.
Dini ve milli kültürümüze en fazla zarar veren etkenlerin başında medyanın içerisindeki programlar, filimler, reklamları söyleyebilirim. Bu programları evlerimizde bizler seyrediyoruz. Elektronik cihazlarımızı bile isteye biz açıyoruz. Yani üretilen medya içeriklerinin gönüllü müşterisi biziz.
Son 50 yıllık medya saldırısının acı sonuçlarını yine medyadan öğreniyoruz. Aile yapımızın milli ve dini kültürden, iç disiplinlerimizden nasıl ve ne kadar uzaklaştığımızı yine medyadan öğreniyoruz.
Ahlaksızlık olarak nitelediğimiz söz ve davranışların nasıl normalleştiğini ve yadırganmadığını yine medyadan öğreniyoruz.
Haramların nasıl helal gibi normalleştiğini yine medyadan öğreniyoruz.
Medyadan öğrendiklerimizi etrafımızda gördüğümüzde yadırgamamaya başlıyoruz. Normalmiş gibi karşılıyoruz.
Aile hayatındaki tahribatın sahadaki örneklerini bir marifetmiş gibi gösteren ve bu gösteride izlenme rekorları kırarak kendisini ödüllendirilmesini sağlayan yine biziz.
Güya kanunen şifreli yayın kuruluşu olanların sansürsüz yayınları halkın ahlakını bozmuyormuş gibi düşünülerek masum gösterilmesi de ayrı bir saflık. Hadi yayınlarınız şifreli ve abone ücreti ödeyenler izleyebiliyor. Peki ön izleme parçalarının açık kanallarda ne işi var diye soran da yok. Küfrün ve saçmalığın tamamı şifreli izlenirken, bir kısmının ise aşikâr izlenmesinin sebebini soran da yok.
Zinanın, aldatmanın, nikahsız yaşamların, şiddetin, tehdidin, emeksiz zenginliğin, dekolte kıyafetlerin, alkolün, saygısız ve ahlaksız konuşmaların kınanmadığı bir duruma geldik. Artık yadırgamak bile zorlaştı.
1850’lerde birisi hariciyeci, diğeri asker olan iki Rıfat Paşa’nın Ahlak Dünyası adlı ders kitabının içeriğine 170 yıl sonra bile olsa hala muhtaç olduğumuzu bizlere göstermiştir. Kültür tarihimizdeki erozyonun geçmişine de bu tür eserler ışık tutmaktadır.
Sizlere acizane tavsiyem medya içeriğinizi üst düzey bir ahlakilik ilkeleriyle filtreleyin ki evinize, gözünüze, kulağınıza bu tür denge bozucu akımlar giremesin. Bu çalışmayı tek başınıza dahi yapınız. Çünkü sorumluluk bireyden başlar, cezalar da bireyden başlar.
Allah’tan hayırlı uyanıklıklar dileyelim ki farkındalığımız artsın.
Muhterem Hocam Allah razı olsun. Cümlenin sonunu senin yerine biz getirelim: "Şahid ol Yâ Rab, ben uyarımı yaptım."