Kıyamet Suresi 36. Ayette; ‘’ İnsan, kendisinin başı boş bırakılacağını mı sanır?’’ Rabbimizin bizi uyarmak için soru cümlesiyle dikkatlerimizi çekmeyi amaçladığını görüyoruz. Bu eğitim metotlarından birisidir ve hayatta her birimiz yeri geldiğinde kullanıyoruz.
Bir Müslüman olarak bilincimizi kontrol etme sorumluluğu temel görevlerimizden birisidir. Yani inandım dediğim dinimle ilgili bilmem gerekenler konusunda yeterince araştırma yapıp ikna olarak mı iman ettim? Yoksa atadan aktarılan bir kültür şeklinde ben de Müslümanım mı dedim?
Bu ikisi arasında dağlar kadar fark var. Bilinçsizce taklit yoluyla dini kimlik sahibi olanlar için kısa birkaç cümle kuracağım. Çünkü onun ilk sorumlulukları yazacaklarım olacaktır.
Değerli insan! Derhal taklitten kurtul ve hakiki olarak imana yönel. Bunun için öncelikle yaratıcımız olan Allah’ı tanımaya başla ve bu dersin ömür boyu bitmeyen bir ders olması gerektiğini kabul et.
Allah’ın en çok emrettiği ve insan için olmazsa olmaz emirlerinin başında güzel ahlaklı olmak gelir. Hayatın her aşamasını ahlaklı bir şekilde yaşamaya bakmalısın.
Sonrası İmanın ispatı yani hayatı ibadete dönüştürme çalışmaları. Günlük özel ibadetler olduğu gibi, mali ve bedeni ibadetleri de öğrenip ihmal etme. Bu seni diri tutar. İbadetler konusu da Allah’ın emrettikleri olsun. İnsanların ürettikleri değil. İnsan İbadet üretemez. Bu yetki Allah’a aittir.
İnsan hayatını sadaka adı altında ibadetleştirir ki bu yaşam tarzı üst kalite bir mertebeyi gösterir. Bu kişi için ödev cümlelerimiz şimdilik yeterli olacaktır. Zaman ilerledikçe o kişi kendisine yeni yollar ve ödevler belirleyecektir.
Gelelim her aşamada bilinçli olduğu, bilgili olduğu konusunda söz söyleyenlere.
Bir söz vardır: ‘’Ayinesi iştir lafa bakılmaz, Rütbe-i aklı görünür eserinde.’’ Kişinin dediklerinden ziyade yaptıklarına bakın. Gerçek kimliği yaptıklarında görünür.
Hayatta insan olmaktan tutun, eş, anne-baba, amir, memur, yönetici, hâkim, işçi, patron, çoban, mühendis, alim gibi insana ait sıfatlardan dolay alanımıza göre sorumluluklarımızın olduğu muhakkaktır. Yazının başındaki ayete göre sorumsuz bir hayat insan için yoktur.
O halde çok bilmişlik le bilgi sahibi olmak, çok dindar görünmekle dini hassasiyetlerine bağlı bir insan olmak, sorumluluklarını iyi yapıyormuş gibi davranmakla gerçekten sorumluluk bilinciyle yaşamanın arasında dağlar kadar fark vardır. Hatta birbirine yakın gibi görünseler de kategorik olarak birbirinden çok uzaktadırlar.
Tekasür Suresi 8. Ayette yararlandığımız nimetlerden hesaba çekileceğimiz uyarısı da mevcut zaten. Sorumluluk duygusunun zemini bu minvalde anlaşılmalıdır.
Ankebut Suresi 13. Ayetle de: “Fakat gerçek şu ki, elbette kendi yüklerini, kendi yükleriyle birlikte nice yükleri taşıyacaklar uydurup durdukları şeylerden hesaba çekileceklerdir.” Kuran’ın onaylamadığı şeyleri yük edinmenin riskini bizlere bildiriyor.
Casiye Suresi 21. Ayette de: “Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar. Ne kötü hüküm veriyorlar.” Diyerek dikkat edilmesi gereken bir noktayı da bizlere hatırlatıyor.
Müminun Suresi 115. Ayette de: “Sizi boşuna yarattığımızı ve tekrar huzurumuza getirilmeyeceğinizi mi sandınız?” yazımın başındaki ayete tekrar vurgu yapıyor.
Hayatta normal insanlar iki tür ceza çekiyorlar:
-Halk olarak bu konularda titiz olmadıklarında sorumsuzluk oranı derhal yükseliyor. Ne zaman halk ahlak, hak ve adalet konularını tartışma konusu yapmadan ilkesel bir hayat için mücadele ediyorsa o zaman yetkili her bir birim sorumluluk bilincini unutmuyor.
Yani sorumluluk bilinci ya kanunla tesis ediliyor ya da yüksek bir inançla.
Bir hadisle konuyu kapatıyorum.
“Üç grup insandan sorumluluk kaldırılmıştır: Uyanıncaya kadar uyuyandan, buluğa erinceye kadar çocuktan ve akıllanıncaya kadar akıl hastasından.” (Ebû Dâvûd, Hudûd, 17)
Bu üç gurup yazımdan ve dolayısıyla sorumluluktan muaftır. Son sorum da size: Acaba akıl Hasta hanelerinde sadece hastaları mı var yoksa sokaklarda da akıl hastaları bulunmakta mıdır?
Allah’a Emanet olunuz.