Değerli okurlarım her birinize merhaba. Genel çerçeve olarak ırkçılık konusunda dini, insani ve İslami tanım bellidir. Ayetler ve Hadisler bize bu konuyu çok açık bir şekilde anlatmıştır. Yine de bu konu üzerine bir çerçeve yazısı yazma ihtiyacı hissettim.
Irkçılığın açık tanımı: Başka bir ırkı ve dini aşağılamak, kendi ırkını ve dinini ondan üstün görmek, gurur ve kibir dolu laflar etmek her bir tanıma göre ırkçılıktır ve dinimize göre de haramdır. Her toplumun davranışlar eleştirilebilir. Bu konuda problem yok. Sadece aşağılanamaz.
Uzun yüzyıllar insanlık din faşizmi ile milli ya da kabile faşizmi duygularını genel bir davranış haline getirme konusunda yaygın bir algı oluşturamadı. Toplumlar arası iletişimin sınırlı ve az olması bu tür davranışların yaygınlaşmasını engelledi. Ne olduysa lokal bölgelerde ve toplumlarda oldu ve yaşandı.
Halbuki dini duygular faşizan bir tarzdan ziyade insancıllık düzleminde merhamet, şefkat ve kardeşlik içermeliydi. Ölümlü bir dünyada bizim seçmediklerimizle farkındalık ortaya çıkarmak duygusal seviyede yanılgı içeren bir davranıştan öteye geçemezdi.
İnsanoğlu kendisinden başlayarak aile bireylerini, mahallesini, şehrini, vatanını, milletini, dinini ve kültürünü insani ve ahlaki özelliklerinden ötürü onur duyarak sevebilir, sevinebilir. Gurur duyarak sevinemez sevemez. Diğerlerini aşağılayarak sevemez, sevinemez. Çünkü gurur hem bir ruhsal hastalıktır hem de dinimize göre büyük günahtır. Sadece onur duyar ve mutlu olur. İslam ve insan ahlakı sadece buna izin verir.
İnsanlar Dinlerini, mezhepler ve farklı ideolojilerle böldüler ve aynı dine inananları farklı kimliklere ve guruplara ayırarak birbirlerine düşman haline getirdiler.
Maalesef, dünyanın her yerinde insanlığa huzur verme amacı olan dinler bu hastalıklı anlayışla işgal edildiğinde ötekilere zulmetmeğe başladı. Bu durum hala da devam etmektedir.
Bu konunun kısa tarihine de bir göz atmam gerekecek. Bu şekilde konu daha geniş açıdan ele alınmış olacaktır. Şöyle arz edeyim:
19. yy. da devletler keskin sınırlar ve yönetim şekilleriyle buluştular ve yüzyılların alışkanlıklarını terk ettiler. Dinlerin birleştirici gücünü dünyevileşme hormonuyla bastırdılar. Bu durumdan Osmanlı bünyesindeki halklar da doğal olarak etkilendiler. Ayrışmalar başladı. Ayrışmaların merkezine ulus, millet ya da kabile isimleri yerleştirildi. Bu şekilde İslam 2. sırada kaldı.
Hatta bazı coğrafyalarda İslam kişisel din olarak sosyal hayattan soyutlandı. İster istemez etki tepki münasebetiyle kabile isimlerinin tozları silindi ve yeniden parlatıldı. Kahramanlar, marşlar, hikayeler üretildi bütün bu parçalı yapıların içerisinde.
Osmanlıda ise Türkçü akımlar, edebi eserler, şiirler, makaleler, eski destanlar ve hatta mehter marşları için sözler yazıldı. Bu artık kaçınılmaz bir mecburiyetti. İşin ucunda bir başkasının potasında erimek varken her bir parça saflarını milliyetçilik hormonuyla sıklaştırdı.
İşte burada ırkçı olmadan, gurursuz ve kibirsiz bir şekilde başka bahara kadar nasıl milliyetçi olunur derslerine ihtiyaç hasıl oldu ve de hala olmaktadır. Türklerin tarihinde kurumsal ve kitlesel olarak İslam'ın tarif ettiği şekilde ırkçı tutumlara pek rastlanmaz. Anadolu coğrafyasının ve fethedilen bölgelerin bin yıllık tarihi buna şahittir. Buna rağmen marjinal sapmalar her zaman olmuştur ve de olacaktır.
Bireysel ya da marjinal kampanyalara da engin gönüllü Türk milleti itibar etmemiştir. Son yıllardaki sosyolojik kaoslarda bile ağır başlılığını, mazlumlar için ödevini, insanlık için hoşgörüsünü hiç terk etmemiştir. Batıdan ve doğudan en büyük farkımız budur. Biz, yaratılanı yaratandan ötürü seven bir felsefi ve ahlaki eğitimden geçmişiz. Empati yapmakta hiç zorlanmadık zorlanmayız da.
Yüzyılların Türk milletine hediye ettiği göçmen kültürü neticesinde farklı dinler ve kültürlerle neredeyse problemsiz bir şekilde beraberce yaşamamızın neticesinde hoş görülü bir fıtrata sahip olma sonucunu ortaya çıkarmıştır.
Dünyanın en zor coğrafyasında her türlü saldırıya maruz kalmasına karşın kendi özünü olabildiğince muhafaza etmesi konusu takdire şayan bir durumdur. Din faktörünün mayasındaki ümmet şuuru ne zaman tekrar samimi bir kardeşlik duygusu üretir ve uygulamaları da sosyal hayatta kendisini de gösterirse o zaman doğal olarak başka konuları konuşuyor olacağız.
Bu sebeple bir sonraki bahara kadar böyle müspet bir milliyetçilik eğitimine ihtiyacımız var. Çünkü dinler küreselleşme siyasetinin gereği bir müddet birleştiricilik özellikleriyle toplumları etkileri altına alamayacaklar. Buna İslam dini de dahil. Şimdilik meramım budur.
Allaha emanet olunuz.