Uzunca süredir beynim de kalbim de biraz farklı konular üzerine mesai yapıyor. Buna sebep olan şey üç ayrı TV dizisi. İlk başta dizi kategorisinde ama takibe başladığınızda bir dizi olmadığını anlıyorsunuz.
-Yaşanmış hikayeler,
-Hikayelerdeki davranış modelleri ve sonuçlar,
-Problemler ve çıkış yolları,
-Hüzünler,
-Acının çok çeşidi, bu da mı diyeceğiniz türden.
-Ve dahi insana dair birçok davranış modeli. İyi ya da kötü.
Bir seminerdesiniz gibi. Ya da bazen kendi terapi seansınızdasınız, bazen de arkadaşınızın. Bazen tanıdıklarınızı seyrediyor gibisiniz. Bazen eyvah! diyorsunuz kendi hesabınıza. Bazen de keşke, keşke diyerek iç çekiyorsunuz.
Çoğu zaman da hayat! İşte diyerek derin bir nefes alıyorsunuz.
Yazarı Gülseren Budayıcıoğlu'nun Madalyonun iç yüzü adlı eserinden senaryolaştırılmış.
Birisinin Adı: Kırmızı Oda
Kanal: TV 8
Senaristi ise Banu Kiremitçi Bozkurt.
Konusu ise Dram ve Psikoloji.
Bazılarınız bunu yadırgayabilir. Filim mi kaldı tanıtacak diyenler olabilir ama ben neyi neden yazdığımdan çok eminim. Hatta birilerinin hayatını deşifre etmek kimin haddine gibi eleştiriler de okudum bu diziler hakkında ama yazarın dediğine göre yaşananalar başka mekanlarda, başka kişiliklerde ve başka zamanlarda aktarıldığı ve bir senaryo mantığıyla yazıldığı için bu tip eleştiriler boşa çıkmaktadır.
Her anlatılan bu toplumun gerçeğinden bir kesit. İnsana ait işler. İyi ya da kötü.
Bazen üzüntünüzün tepkisiyle sevincin tepkisi aynı oluyor. Burnunuzda oluşan hafif yanmayla karışık sızı ve ardından zihinsel dalgalanma süreci başlıyor. Birkaç göz yaşı. Eyvah kelimesiyle Oh be! işte böyle dediğinizde aynı refleksi veriyor insan.
Biz hep hastalıkların biyolojik olanlarına bakıyor ve onların bize verdiği zararlara acı diyoruz. Ruhumuzla ilgili arızaları ya görmüyoruz ya önemsemiyoruz ya da ciddiye almıyoruz. Her yol ayrımında ilk aklımıza geleni, ya da ilk mümkün olanı veya tek kalan seçeneği değerlendiriyoruz. İyi mi kötümü diye düşünme reflekslerimiz ya çok zayıf ya da hiç çalışmıyor.
Zaten bir Kader-Kısmet ve Nasip denilen bağlamlarından koparılmış teslimiyetler de hazır bekliyor kapıda. Bunlardan birine faturayı kesiyoruz ve olay bitiyor. Bir kötülük gelmişse başımıza ben zaten yaşamak zorundaydım diye kabullenilmiş tepki veren bir insana dönüşmüşüz. Haşa suçlu olan Allah. Kaderime o yazmış. Ben ne yapabilirim ki! diyen bir anlayış.
İnsana en yakışan şeyin huzur, mutluluk ve gülmek olduğunu neden hiç öğrenemedik?
Neden sadece gerginlik ve olumsuzluk üzerine oluşturulan diyaloglarla sosyal ağlarımızı örmeye çalışıyoruz?
Evlilik kararında Allah’ın Huzur bulma ilkesini neden tedavüle koymuyoruz da bedensel ve maddesel kriterler üzerinde duruyoruz?
Neden bir karar verirken genellikle imkansızlar hep iyiler ve iyilikler oluyor ki?
Anladığım kadarıyla öğrenme yolları konusunda seçeneklere kapalı ve teslimiyetçi bir hayata mirasçıyız. Bu döngüyü zorlamak bile aklımıza gelmiyor genellikle.
Kadın ya da Erkek fark etmez. Travmasız büyüyen kaç kişi vardır etrafımızda Allah aşkına?
Şiddetin bir şekilde olmadığı kaç ev vardır acaba?
Ya da sevgiyle büyütülen kaç çocuk çıkar?
Her yerde çığ gibi büyüyen şiddetin kaynağını hiç merak edenimiz ve karşı mücadele çalışması yapanımız var mı? Varsa sayıları ciddiye alacak kadar var mı?
Ya da bütün bu hastalıklar konusunda dini terminolojiyi kullanarak mücadele edenimiz var mı?
Hangi dini ve Ahlaki ilkeler doğrultusunda oluşturulan bakış açıları veya tedavi yaklaşımları mevcut?
Hep bir bahanemiz var. Hep O'nun yüzünden. Hep karşımızdakinden kaynaklı.
Ben hatasızım ve hatta mükemmelim edalı hayatlar. Haklı bile olsak, hatamız olmasa bile karşımızdakini iyileştirmek ya da hatasını fark ettirip düzeltmesini sağlamak iyilerin vazifesi değil mi acaba?
Özellikle toplumun Öğretmen ve Din Görevlileri gibi en önemli unsurlarının ruh bilimi veya onun yan dalları konusunda ne kadar bilgi ve bilinç sahibiler?
Bu konuda çok iyimser değilim maalesef. Çünkü bizler Sevgiyle büyüyen ve büyütülen bir toplum değiliz. Sevmeyi de bilmek şart. Her sevgi gerçek ve doğru olmuyor. Hormonlu ya da katkılı veya eksik sevgiler muhatabını mutlu etmiyor.
Eşlerin arasındaki sevginin tanımı sanırım gerçek sevgiyle kıyaslanabilse çoğunluk kendisinden korkar. Ben böyle mi seviyormuşum diye kendisini ayıplar. O zaman derhal şu soruları kendimize sormak zorundayız;
-Anne Baba olunca çocuklarımızı doğru sevmeyi becerebiliyor muyuz?
-Ya da bitkileri, hayvanları ya da tabiatı seviyor muyuz?
-Aslında sevgimiz varsa bile her halinin farkında mıyız?
-Dindar olanlarımızın sevgi hanelerindeki sevgi yoksunluğunu nasıl izah edebiliriz ki?
Allah'ın Sevgi ile ilgili isimleri, şefkat ve merhamet konusundaki emir ve beklentileri konusunda bilgisiz olmamız gerçekten izaha muhtaç bir durum.
Bilgili ve dindar olanların bir kısmı da sevmekten ve sevgiyi hâkim kılmak bir yana tekfirci, azap arzulayan düşünce, ilke ve tavırlara sahip olmalarını nasıl izah edebiliriz ki?
İşte ne kadar soru sorsak cevapları hep bölük pörçük. Çoğu zaman bencilce cevaplar. Kaçamak tavırlar.
İşte bu dizideki her hikâyede karşımıza çıkan en önemli davranış bozuklukları:
-Sevgisizlik ya da yanlış sevgi,
-Bencillik,
-Düşüncesizlik,
-Ahlak yoksunluğu,
-Samimiyet zaafı,
-Kendini tanımamazlık,
-Yaratıcıyla doğru bir iletişim kurulamaması.
-Umutsuzluk,
-Ahlak yoksunluğu,
-Şiddet, Şiddet, Şiddet...
Neyse işte. Nasılsa işte. Boş zamanınızı doldurabilecek iyiden fazla bir aktivite. Her hikâyeden çıkarılabilecek ciddi dersler var.
Biz şu yanılgıyı bir an önce düzeltmek zorundayız. İlim, bilgi gibi insanın kumaş kalitesini artıran cevherler her zaman kitaplarda ve ilim adamlarının konuşmalarında olmaz, bulunamaz. Bazen bir yaşanmışlıklarda, bazen bir hikâyede, bazen bir darbı meselde, bazen süreci takip edilen tabiat olaylarında daha açık ve anlaşılabilir bir şekilde bulunmaktadır.
Bir an önce bakış açımızı değiştirip her alan ve zamanda öğrenebileceğimiz şeylerin olabileceği fikriyle yaşayalım.
Tavsiyem odur ki kaçıranlar tekraren izlesin. Göz ve kulakla öğrenme , hatta kalıcı bir öğrenme fırsatını kendinize hediye etmiş olursunuz.
Bu vesile ile tefekkürünüz bol olsun. İbretli bakışlarımız bereketli olsun ve sonuçları hayırlar getirsin inşallah.
Hoş Olun, Hoşça Kalın,
Sağlıcakla kalın,
Allaha emanet olun.