Değerli okurlar,
Son iki yazımda belirttiğim gibi 5 özel meslekten hatta meslek olamayacak kadar derinliği olan işlerin ikisinden bahsetmeye çalıştım. Doğal olarak söylenmesi gerekenlere sadece haddimce bir pencere açmak istedim. Çünkü bazı şeyleri hak ettikleri şekilde anlatmak istediğimde kelimeleri zayıf bulduğum oluyor.
Polislik ve Askerlikte bu durumu bir kez daha yaşadım. Canını ortaya koyarak, hem de içinde yaşadığı toplumun değerleri ve kanunları için bunu yapmayı kabul eden insan hakkında konuşurken kullanılan ifadeler içime sinmeyebiliyor. Empati bile yapmakta zorlanıyorum. Duygularım kaçak kaçak geziniyor ortalıkta. Yani bendekiler bu konuda bana yeterince yardım etmiyorlar. Belki de edemiyorlar. Bu konuda öncelikle varlığını bu yaşam tarzına adayarak rızkını kazanan bütün Polis, Asker kardeşlerimden ve ailelerinden hoşgörü talep ediyorum.
Bu iki iş dalında sadece mesai mefhumu ile çalışanlar hakkında bu kadar saygı ve hürmet içeren cümleleri kuramayacağımı, onların bu denli değeri hak etmediklerini düşündüğümü bildirmek isterim.
Bu yazımda ise diğer iki meslek hakkında farkındalık oluşturmak amacıyla bir şeyler yazmaya çalışacağım. Haydi bismillah.
& Din görevliliğiyle başlayalım.
Başka bir açıdan buna da meslek demekte zorlanıyorum. Her ne kadar bir tanım, bir isim bulmamız gerekse de her şartta bana zor gelmektedir. Şöyle bir cümleyle konuya girmeye çalışayım. Din görevlisi inancının gereği aslında bireysel olarak da yapması gerekenleri topluma önderlik ederek de yapmak durumundadır. Allah’ın İnsanlar için gönderdiği dini öğrenip yaşama konusunda bütün akıl sahipleri eşit seviyede sorumluyken din görevlisi biraz daha fazla eğitim alıp bu alanda halkı aydınlatıp önderlik etmekle mükellef kılınmıştır.
Bu kurumu ve görev tanımını yine insanların organizesiyle oluşturulmuş Devlet yapmaktadır. Yani insan yine kendisi için güvenlik konularında olduğu gibi din alanı için de kurumsal yapı oluşturmuştur. Bu yapıyı özel kılansa Dini meseleler ve organizasyonlarla ilgili olmasıdır.
Din görevlisi kişi sistem tarafından kurulup organize edilen okullarda bilimsel metotlarla İslam’ı en doğru şekilde öğrenmekte olduğunu var sayıyorum. Dini sahada uzmanlaşmış kişilerin bu eğitim bandını takip edip sistemin çalışmasını sağladıklarını var sayıyorum. Bu alana talip olan kişi de eğitimini alıp sahada uzman kişi olarak kabul edileceğini biliyor. Halk da dini konularda imanının gücü ölçüsünde bu kişiye güvenip onun dediklerini ve yaptıklarını baz alarak hayatını yaşayıp gidiyor. Teorik olarak aşağı yukarı sistem böyle çalışıyor.
Bu kurumsal yapıyı bir piramide benzetirsek tepedeki en sorumlu kişiden başlayarak tabandaki din görevlisine gelinceye kadar oluşturulmuş kademelerdekiler de dini alanda sorumlulukları olan, hatta daha yüksek eğitimle oralara geldiklerini de bu paragrafa eklemeliyim.
İşte bir yanda kurumsal bir yapının eğitimli insanları olan Din görevlileri var, diğer yanda ise dini hayatlarının neredeyse büyük bir kısmını teslim ettikleri din görevlileri var. Ve bu din dediğimiz hayat tarzı inancımıza göre iki dünyamızı da ilgilendiriyor. Sadece hayatta iken doğru bir iman ve amel sahipleri ahirette büyük ödülü alıyor.
Hal böyleyken bir din görevlisi bütün benliğiyle bu durumun farkına varıp gerekli sorumluluğu iliklerine kadar hissetmeli ve de gerekli adımları atmalıdır. Kaybettiği zaman sadece kendi zamanı değil, etki alanındaki toplumun zamanını da kaybettiğini hiç unutmamalıdır. Her yaptığının ve söylediğinin dinleyenler ve de görenler tarafından ciddiye alınabileceği düşüncesiyle rast gele hareket edip rast gele konuşmaması gerektiğini de bilmesi gerekiyor.
Yani etki alanındaki kişilerin zihinlerine ve kalplerine bir mühendis, bir psikolog, bir eğitimci gibi yaklaşıp eğitmek, aynı zamanda sözleriyle davranışlarının uyuştuğu bir hayatı yaşayarak varlık sebebinin hakkını vermelidir. Çünkü bazı şeylerin telafisi olmamaktadır.
Bilgisi yanlış, metodu ilkel, hitabeti arızalı bir din görevlisi önce kendisine çok yazık etmektedir. Sonra da içinde yaşadığı topluma çok zarar vermektedir. Ölümlü dünyada yanlış kişinin bilgiyle yaşayıp ölmesinden mütevellit ortaya çıkan hesapta, yanlış ve eksik bilgi aktaran ve hatta gösteren din görevlisine de bir hesap çıkacaktır.
Ya da bir din görevlisini bir kere dinlemiş bir kişiyi düşünelim. Bilgide problem vardıysa ve o kişi bunu doğru diye kabul edip uygulamaya başladıysa, ertesi gün din görevlisinin eyvah yanlış konuştum demesinin pek de bir anlam ifade edeceği kanaatinde değilim. Tabi ki ufak tefek hatalardan bahsetmiyorum. Temel iman esasları, farzlar ve yasaklar, güncele dair bakış açıları ve hükümler gibi önemli başlıklardan bahsediyorum.
Bu sebepten din görevliliği tesadüfen veya iş sahibi olmak maksadıyla olunacak bir durum, giyilecek bir elbise değildir. Din görevliliği mesai mefhumuyla ve ruhsuz bir şekilde yapılacak bir iş de değildir. Aslında bu bir iş bile değildir. Bu ruh ve bedenle yaşanacak bir hayat tarzıdır.
Din görevliliği manevi hayatın toplum mühendisleridir. Olsa olsa mühendislik boyutundaki usuller bir iş olarak tanımlanabilir. O sebepten din görevlisi her zaman ana kaynaktan beslenen bir öğrenci olmalı, dinimizin ilk öğretmeninin tekniklerini günümüze uyarlamalı ki en temiz haliyle üzerine düşeni bireysel ve toplumsal olarak yapmış olabilsin. Aynı zamanda dinimizin en temiz halini hedef alan hurafe, bidat ve dinin onaylamadığı adetlerin saldırılarına karşı da bilgiyle savunma yapıp karşı tezini de sunabilmelidir. Din görevliliği hakkında dikkat çekme amaçlı yazımı burada sonlandırıyorum. O kadar çok şey yazabilirim ama o zaman bu makalenin amacının dışına çıkmış olurum. İnşallah başka bir perspektiften konuyu daha derinlemesine ele alabilirim yakın zamanda.
----------------------------------------------------------&---------------------------------------------------------------
& Dördüncü başlığımız da öğretmenliktir.
Yakın tarihimizde öğretmenlere eğitmen denildiğini biliyorum ve birkaç emekli eğitmenle de tanışıp sohbet etmiştim. Bana Eğitmen sözcüğü daha sıcak geliyor her zaman. Çünkü batı disiplinle zihinleri eğitip öğretirken, bizler kalpleri eğiterek öğretiyorduk. Yani bizim fazladan gönül boyutumuz vardır.
Öğretmen, bir çocuğu anne babasından alıp gerçek hayata hazırlayan cesur ve becerikli insandır. Anne babanın nasıl olduklarıyla da pek ilgilenmeden çocuğa gerçek hayat için ihtiyacı olan şeyleri usulünce veren, öğreten ve eğiten kişidir. Bunu anne baba adına, toplum adına, millet adına ve de devleti adına yapar. Bakar mısınız Allah aşkına kaç kişi ve güç adına bu işleri yaptığına? Bu müthiş bir sorumluluk ve de aynı zamanda cesaret isteyen bir durumdur.
Bir milleti ve devleti çağdaşları arasında olumlu manada farklı gösterme güç ve kudreti öğretmenin eline, diline ve beynine verilmiştir. Yani neslimizin beyinlerini inşa ederler. Onlara öz kültürlerini tanıtırken dünya kültürlerini de gösterirler. Bilim ve fenne yüzlerini döndürerek çağın gereklerine talip olmalarını sağlarlar.
Gerçek hayatta nasıl yaşanabileceğini anlatırken onlara insanlık tarihinden örneklerle yeni bir bakış açısı kazandırırlar. Ailesinin dışındaki kalabalıklarla uyum içinde yaşamayı öğretip alıştırmalar yaparken, insani arızalarla da tanışmalarını sağlayarak bağışıklık sistemlerinin güçlenmesine yardımcı olurlar.
Bu ve benzeri sebeplerden dolayı her önüne gelen ya da her isteyen Öğretmen ve din görevlisi olamaz, olmamalıdır. Bir millet ve devlet böyle önemli sahayı bu duruma sadece iş ve meslek gözüyle bakanlardan korumalıdır.
Bu işleri yapmayı bir hayat tarzı olarak benimseyemeyenleri başka alanlarda değerlendirmelidir. Aksi takdirde toplumun manevi intiharı gerçekleşiyor denilebilir. Bu saydığım mesleklerdeki arızaların telafisi en az iki nesil sürecektir. Bu durumun maddi ve manevi maliyetini kimse hesap edemez. Hesabını da kimse veremez. Bu hesabın ödenebileceği bir imkân da yoktur.
Ayrıca ‘’OKU’’ diye gelen ilk ayeti olan bir dinimiz var bizim. ‘’Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’’ diye bilginin ve sahibinin farkına açık açık vurgu yapan bir Kelamullahımız var. Bir de herkesin bildiği; ‘’Bana bir harf öğretenin kölesi olurum’’ diye bilginin ve bilgenin değerine vurgu yapan Bir Hz. Ali sözümüz var. Daha ne olsun ki değerli dostlar.
Bir sonraki yazımda eski tabirle Hukuk adamları hakkında yazmaya çalışacağım.
Şimdilik Hoş Olun, Hoşça kalın
Bilgiyle kalın.
Sağlık ve Huzur içerisinde yaşayın.
Allaha emanet Olun