Din kavramı üzerine birkaç yazım olmuştu. Merak edenleriniz dijital gazetede makalenin sonundaki listeden bulabilirsiniz. Çok basit ve herkesin anlayabileceği bir tarifi var.
Kaynağı ilahi olan, iki dünya mutluluğunu esas alan, birtakım yasakları ve emirleri bulunan hayat nizamı, yaşam şekil gibi tanımlarla anlatmamız mümkündür.
Birinci temel kural dinin ana kaynağının insan ürünü olamayacağı gerçeğidir. Eğer bu olabilseydi yeryüzünde milyonlarca din olabilirdi. Bu bir abartı değildir.
Kaynağı ilahi olmasına rağmen, Kutsal kitaplarının ve hatta peygamberlerinin sağlığında ya da çok kısa zaman içerisinde ana kaynağa çeşitli gerekçelerle müdahalelerin olduğunu biraz okuyan ve araştıran her meraklı kişi öğrenebilir.
Her bozulan İslam (Allah’ın tek dini vardır. Adı da İslam’dır) yeni bir peygamber ve daha güncel kitapla yeniden diriltilmiştir. Binlerce yıllık serüvende bildiğimiz kadarıyla İslam defalarca aktüel hale getirilmiş ve sonraki nesillerin asıl kitapla buluşmaları sağlanmıştır.
Yani insanın bir tarafı tanrısal güçleri elde etmeyi çok sevmiştir. Orijinal dine kendi düşünce ve menfaatleri doğrultusunda müdahale etmekten hiçbir zaman geri durmamıştır.
Müdahale derken Ateist ya da Kafirlerden ya da benzeri gurupların müdahalesinden bahsetmiyorum. Onlar yok etme amacıyla savaşlar açmışlar, oyunlar kurmuşlar, açık tehditler savurmuşlar ve çok gizli mücadele konusunda çok da istekli olmamışlar.
Bugün bile İslam düşmanlığı ve düşmanları kartlarını gayet de açık oynamaktadırlar. Bu cenah normal şartlarda Müslümanların saflarını sıklaştırmalarına hizmet ederler.
Bu yazıya konu olanlar tamamen camide yanımızda beraberce saf tutup aynı imama uyan birtakım guruplardır.
Bunlar ana kaynağı inkâr etmez ama yok sayarlar. Ana kaynağa rağmen yeni yorumlara dayalı kaynaklar türetirler. Kaynaklarını ayıklamaya kalktığınızda İsrailiyat başta olmak üzere, uydurma rivayetler, Sünni- Şii kavgasının savaş kazanma amacıyla oluşturdukları müktesebat, Uzak doğu mistizminin işkal ettiği züht ve takva hareket merkezleri, Allah’ı zikretme anlamında ortaya çıkarılan birtakım ritüeller gibi sayfalarca malzeme bulmak hiç de zor olmayacaktır.
Bu guruptakilerle herhangi bir konu ilmi bir seviyede konuşulamaz çünkü her iki kelimeden birisi batıni içerikte, mucize ve keramet elbiseli ve kutsanmış bir kimlik etrafında konumlanmışlardır.
Allah’ın mahlukatın en şereflisi sıfatıyla onurlandırdığı insan için din dediğimiz hayat nizamı çerçevesinde, her haliyle ömrünü ümmetinin kurtuluşu için geçiren bir öğretmen, önder, komutan ve rehber Peygamberin bu tarzdaki varlığından hoşnut bile olmamaktalar.
Çünkü Kuranı vahiyle alıp onu yaşayıp yaşanmasını öğreten peygamber modeli bu tiplerin pek de işine gelmemektedir.
Allah’ın dinini bilerek yaşamak, bilgi ile oluşturulmuş bilinçle yaşamak temel vazifedir. Bu yol biraz emek ister. Düşünme ve akletme ister. Öz güven ister. Özgür bir ruh ister. Yaratıcıyla bire bir temas içerisinde olunabileceği bilinci her zaman öncelikli konumda tutulmasını ister.
Kimsenin Allah adına konuşup karar veremeyeceği bir yaşam şeklidir gerçek İslam. Herkes hesabını Allah’a verecektir. Ceza da mükafat da Allah’ın tekelindeki bir durumdur. Peygamberler dahil Allah’ın izni olmadan hiçbir olayda inisiyatif, şifacı, kurtarıcı ya da benzeri yetkilere sahip değillerdir. Allah’ın kime izin verip vermediği konusu da bütün insanlar için bir bilinmezdir.
Bu ve benzeri bütün sistemsel ilkeleri Kuran merkezli Peygamberimizin uygulamalarında da görmekteyiz.
Kuran Ayında merkezinde Kuran olmayan dindarlıkların nasıl bir tehlike içerisinde oldukları konusuna herkes kafa yormalıdır. Ucunda kişisel ve grupsal menfaatin olduğu her aksiyona tedirgin bir bakışla bakmak İslami bir hassasiyetle her Müslümanın görevidir.
Başka bir peygamber ve kitap gelmeyecektir artık. Hele de kitap taze bir şekilde dururken kitaba rağmen İslam’ın tahribatı gerçekten büyük bir felakettir.
Bakın çevrenize! Yeni nesillerin bu dindarlıktan uzaklaştığını görmemek mümkün değildir. İslam’ın gerçeğinin perdelendiği ve orijinal ateşinin, enerji ve ışığının bu iç gruplaşmaların tahripkâr uygulamaları İslam’ın özenilen bir din olma görüntüsünü karartmaktadır.
Bugün en çok kendilerinin dindar olduklarını iddia edenlerin büyük çoğunluğu ne Allah’ın muradını anlayabilmişler ne de Sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa’yı (SAV) anlayabilmişler.
Kafalarındaki İslam kendi grupsal hegemonyalarını güçlendirmek adına kurgulanmıştır. Her gurup en iyisinin kendileri olduğu konusunda hiç şüphe duymaz. Bütün müntesiplerin ortak özelliği akıllarını çalıştırmaktan uzak olmalarıdır.
Bazı ritüelleri tekrar ederek kulluk vazifelerini en güzel bir şekilde yaptıklarına olan inançları tamdır.
Ayrıca birbirlerini bir Müslüman olarak sevmelerinin de mümkün olmadığını görüyoruz. Çünkü en iyisi ve doğrusu sadece kendileridir. Sözde böyle olmadıklarını söyleyenler de var ama icraatta hiç de öyle olmadıkları her halleriyle ortadadır.
Dünyada da durum farklı değil. Yaklaşık iki milyar Müslüman var, neredeyse her şeyleri var. Olmayan ortak şeyleri bilgili ve bilinçli nesillerinin eksikliği ya da yok denecek kadar az olmalarıdır.
O kadar çok dua ediyorlar, ibadet yapıyorlar, zikir seansları uyguluyorlar ama kulluğun sisteminden uzak olmalarından dolayı kişisel ve toplumsal sıçrama gerçekleşemiyor.
Kurana ve onun pratiği olan sevgili Peygamberimize baş vurarak oluşturulamayan dini kimlik için bu zümrelerin eline kendimizi teslim etmek kişisel ve toplumsal felaketimizin ilk yatırımlarıdır. Bu tip yatırımcıların çokluğunun en açık işaretlerinden birisi bu kitlelerin seslerinin daha gür çıkmaya başlamış olmalarıdır.
Lütfen kendimize gelelim. Birazcık durup halimizdeki anormallikleri görmek için çaba sarf edelim. Ölümün nerde ve ne zaman geleceği belli değil. Allah tarafından belgeli iman ve amellerle dindarlığımızı düzenleyelim ki riskli işlerden uzak olmuş oluruz.
Rabbim bu uğurda mücadele eden muvahhid, özgür ve mütedeyyin kardeşlerimize yardım etsin. Ortalarda olanlara da yüksek bir bilinç ilham etsin.
Bu dualarla beraber hoş olunuz, hoşça kalınız, farkındalıklı yaşayınız ve Allah’a emanet olunuz.