Hey gidi gençlik heyy!
Nereye gidiyor bu gençlik?
Gençliğin hali çok kötü.
Bu gençliğin geleceği olmaz artık.
Bu internet mahvetti gençliğimizi.
Bu ve benzeri cümleleri hem kullanıyoruz hem de sıklıkla duyuyoruz. Ne olup bittiğini anlamaya çalışıyoruz ama olup bitenler bizim bildiklerimize ve alışkanlıklarımıza benzemiyor. O yüzden zamanın yaşça büyükleri olarak çocuklar ve gençler üzerine çok şey konuşur olduk. Konuşmalarımızın içeriği genelde olumsuz, iç karatıcı ve ümitsiz ifadelerden oluşuyor. Yani hala biz büyükler daha neler olup bittiğini ve yakın gelecekte neler olabileceğini anlayabilmiş değiliz.
Çileden çıkan ve gittikçe kültürel değerlerine yabancılaşan bir gençlikten bahsediyoruz. Kimsenin kimseye çocukları ve gençleri üzerine farklı bir cümle kurabilecek mecali yok. Ara ara bizim gibi olan gençler ve aileleri müzedeki değerli tarihi eserler gibi ilgi çekmekte ve kıyas malzemesi olarak muhabbetlere özne olmaktalar.
Bu genel analizden sonra hem yurt dışında hem de ülkemde az da olsa eğitim camiasının kıyısında ve köşesinde olmam ve analiz yapma iştiyakımdan olsa gerek sizlere biraz farklı cümleler kurmak istiyorum. Aynı şeyleri yazarak farklı ne anlatabilirim ki zaten.
-Son iki kuşak yoğun bir global kültür bombardımanı altında büyüdü. Yabancı veya yerli müzik, moda kıyafet, marka takıntısı, hazır yemek seçeneği ve internetin neredeyse sınırsız dünyasında karşılaştığı merak uyandıran, şehveti gıdıklayan her şeyin hedefindedir. Bu durum yirmi yıldır artarak büyüdü ve de devam ediyor.
-Bu kulaklıkla beyinlere zerk edilen, gözle de temaşa edilen bu akımlar çocuklarımızın durup düşünmesine ve bunları doğru-yanlış, zararlı-faydalı gibi ahlaki kriterlerle denetleyebilecek ne zaman ne de enerji bırakıyor.
-Dolayısıyla öz kültür kodlarımızdan hızla uzaklaşma eğilimine giriyorlar yani girdiler bile. Yabancılaşıp yabancılaşmadıkları konusunda az daha zamana ihtiyacımız var. Kesin hüküm vermek için daha erken.
-Sebebi ise hala bu kültür bombardımanının şok etkisi altındalar. Bu yeni akıma göre çok tutucu ve eğlencesiz görünen yerel kültür, sürecin toplumun aleyhine gelişmesine katkı sağlıyor.
-Başta aile yapımız olmak üzere toplumsal katmanlarımız ve eğitim organizasyonumuz da bu konuda olayı tam manasıyla anlayıp yorumlayamamış vaziyette görünüyor. Panik havasında yapılan bazı şeylerse yaraya sargı bezi sararak kanamayı durdurma gayretinden başka bir şey olmadığı aşikâr bir durum.
Şimdi ise sadece çocuklardan dinlediklerimi ve bu bakış açısıyla yaptığım gözlem ve yorumları aktarıyorum.
-Gençler, mevcut olan dini ya da sosyal disiplinlerden ve otoritelerden hızla gönül bağlarını koparıyorlar. Akli ve duygusal olarak onaylayamadıklarını rahat buldukları ortamlarda dile getiriyorlar.
Eğer özgür bir ortam değilse sadece susuyorlar. Ailede, okulda ve iş ortamında yargılanıp ceza yemeden ifade etme imkânı varsa konuşuyorlar. Yoksa konuşmuyorlar. Sessiz tepki veriyorlar.
Müslümanım diyen gençler ailelerinin iman edip yaşadığı gibi yaşamak istemediklerini söylüyorlar. Çünkü neden sonuç ilişkisi bakımından hiçbir ikna edici içerikte bir çalışmanın olmadığını, sadece inan ve yap emrine muhatap olduklarını söylüyorlar.
Bilhassa en çok sesi çıkan ya da medyada gündem olan dini söylem ve sahipleri konusu onlar için konuşmaya değer bile değil. O noktadan savrulduklarında düştükleri yerin iki tane adresi var: Ateizim ve Deizim. Bu adreslerde olduklarını ifade edenler olduğu gibi, bir gençlik ifadesi ya da dikkat çekme babından konuşanların da varlıkları hissediliyor.
Aslında biraz ikna edici bir dil ve argümanlarla konuşulduğunda Müslüman olduklarını da söylüyorlar. Ama Müslümanlıklarının malum otoriteler gibi olmadığını beyan ederken nasıl olması gerektiği konusunda da elle tutulur bir bilgileri yok.
Biraz protesto psikolojisi de kendisini hissettiriyor. Görünmek, kabul edilmek, hissedilmek gibi gayet insani beklentileri olduğu aşikâr.
İnternetin insanı tutsak eden dünyasında maruz kaldıkları bilgi bombardımanı altında ciddi bir kargaşa yaşamaktalar. Doğru düzgün bilgileri eleme ve analiz etme konusunda ne bir disiplinleri var ne de doğru-yanlış, faydalı-faydasız gibi ahlaki ve ihtiyaç odaklı çalışmalara zamanları var.
Sistem, Aile ve toplum olarak bütün bu karmaşada tek yaptığımız şey ezbere ve şartsız kabule dayalı yaptırımları tedavüle sokmaktan başka bir şey değil.
Açık açık bir din aradığını söyleyen gençler görmeye başladım. Dinimizin emirlerini kendilerine göre eleştirip açıkça reddedenlerin sayısı günden güne artıyor. Dinin Sosyokültürel boyutlarından bile uzaklaştıklarını görebiliyoruz. Mesela bayramlar, düğünler, akraba ilişkileri, hasta ziyaretleri gibi nesilden nesile aktarılan öğreti ve uygulamalarda ya yoklar ya da zoraki varlar.
Merhum Mehmet Akif’in dediği gibi bütün temel doğrularımızı asrın idrakiyle uygun bir şekilde sunmalıyız. Söylemlerimizi ve eylemlerimizi tamamen gençliğin anlaması konusunu hesap edilerek planlamalıyız.
İnancımızı ve de kültürümüzü zamanın kavramlarıyla modifiye ederek vitrine koymalıyız. Özellikle sanal dünyada da bu çalışmaları en yaygın ve etkin şekilde yapmalıyız.
En önemlisi de bütün bu çalışmaların hem teori ve pratiğinde gençlerimizin de içinde, hatta merkezinde olacakları şekilde yapmalıyız.
Okulda derslerde ya da konferanslarımda yıllardır gençlere şu cümleyi sıkça söylerim: ‘’Gençler, biz burada sizinle bir alışveriş yapacağız. Ben size bilgimi ve tecrübemi vereceğim, siz de bana gençlik enerjinizi ve bakışınızı vereceksiniz. Bu şekilde adil bir alışveriş yapmış olacağız. Her türlü soru ve görüş beyan edebilirsiniz. Tek şartım hakaret içermemesidir.’’
Bu uygulamayı hala sürdürüyorum. Hem ben hem de gençler kazançlı çıkmaktayız. Gençlerimizi bir şekilde muhatap almalıyız. Biz onları uçuk kaçık ya da hoş olmayan sıfatlarla ciddiye almazsak, ailemiz ve milletimiz adına yok sayarsak onları her alanda kullanacak odaklar hep var olacaktır.
Sonuç olarak önce biz büyükler kendimizi eğitme, öğretme ve örnek olma gibi konularda bir format atmalıyız. Bu olup biten olumsuzluklar konusunda en masum olan taraf gençlerimizdir. Neticede her türlü güç biz büyüklerdeyken tek suçlu gençler olamaz. Sonuçta buna biz bile inanamayız.
Haydi bize kolay gelsin. Kişisel aydınlanma çalışmamıza hızla ve doğru bir şekilde başlamalıyız. Işığımız yoksa aydınlatamayız.
Bilinçli ve farkındalıklı bir yaşam dileğimle Hoş olun, Hoşça kalın,
Allah’a emanet olun.