İnsan ve hayat hakkında daha önce makaleler yazdım. Tekrar okursanız neler yazdığımı yeniden hatırlayabilirsiniz.
Bu yazı da ise insanın hayatının yanına bir de gerçekleri ve doğruları koymak istiyorum. Gerçek ve doğru nedir?
Gerçek; el ile tutulup göz ile görülecek biçimde tam anlamıyla var olan, varlığı hiçbir biçimde inkâr edilemeyen, bir durum, bir olgu, bir nesne ya da bir nitelik olarak var olan demektir.
Doğru ise; En açık ifadeyle gerçeğe uygunluk olarak tarif edilmektedir.
İnsan bir gerçektir. Dünya ya da bütün galaksi gibi yaşam zincirinde var olan bir halkadır. Hayal ya da hayal ürünü bir şey değildir.
İnsan, yaratıcımızın koyduğu ölçüler ve sistemin gereği bütün varlıklar gibi doğar ve bir dönem sonra da ölür. Doğumu, yaşamı ve ölümü insanın gerçekliğidir. Sonradan yaratılmış her bir varlık için bu cümle bir gerçektir.
İnsan için doğruluk ise, yaratılışının gereği olarak gerek doğuştan gerekse sonradan akıl ve çevresel faktörlerle öğrendiği bilgiler ve davranışların varlık sebebine uygunluk halidir.
Bütün canlılarda var olan ama insanda çok yüce bir meleke olarak varlığı hissedilen meleke vicdandır. Vicdanın en büyük fonksiyonu duyu organlarımızla muhatap olduğumuz her şeyi gerçeklik ve doğruluk açısından bir incelemeye tabi tutması ve neticesini aklımıza ve kalbimize bildirmesidir.
Bu sistem insanın şerefli bir şekilde yaşamasına katkı sağlayan en büyük nimetidir. Bu nimetle birlikte insan diğerlerinden açık ara farklı bir avantaj elde etmiştir.
Eğer insan bu nimeti anlayamamış ya da başka faktörlerin cazibesine kendini kaptırmışsa vicdanın sesini ya kısmak zorundadır ya da kapatmak zorundadır. İnsan aklını kaybetmedikçe vicdanın susmayacağı gerçeğini bildiğinde ise onun üzerini hayatına aldığı, gerçek olsa da doğru olmayan şeylerle örtmüş olmak zorundadır.
İnsan doğruyu da yanlışı da tek başına yaşadığında onun tadını alabilir. Yani bile isteye hayatımızın birazı yanlış, birazı da doğru olan şeylerle dizayn edersek huzur bize çok uzak olur.
Eğer doğru merkezli bir hayat arzulayıp fark ettiğimiz yanlışlarımızı hayatımızdan çıkarmaya gayret edersek gerçek hayatın tadını almış oluruz.
Bu girizgahın ardından esas mevzuya gelelim. Daha derin felsefi cümleler kurmaya gerek de yok. Çok sade cümlelerle meramımı anlatmaya gayret edeceğim.
Allah’ın takdiri gereği bir Müslüman ailenin çocuğu olarak dünyaya geldik. Bu cümlem genel bir cümledir. İstisnalar üzerinde durmuyorum bu yazımda. Aileden ve sosyal çevreden görüp duyduklarımızla kendimize bir dini kimlik inşa ettik.
Bu bilinçli bir inşa süreci olmadı genel manada. Bu süreçte çoğunlukla kaynak araştırması da yapmadık. Zaten yapabilecek ne bir bilgi ne bir görgü ne bir ihtiyaç ne de bir cesaret numunesi vardı aklımızda.
Herkesin din adına yapıp ettikleri şeyleri az çok yapıp hayata devam ediyorduk. Doğru mudur yanlış mıdır diye düşünmeye bile gerek duymuyorduk.
Bu durum toplumun büyük çoğunluğu için yüzyıllarca böyle devam etti. Ta ki bilgiye ulaşım kolaylaştı, insan aklı özgürleşti, eleştirel düşünceler ortaya çıkabildi de insanoğlu din diye inanıp uyguladığı şeylerin ne kadarının gerçeklere uygun doğrular olduğuyla yüzleşme fırsatı buldu.
Bu durumun miladı 2000 li yıllardır. O zaman toplumumuzun gerçek bilim adamlarının ağzında ısrarla şu sözleri duymuştuk aylarca. ‘’Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.’’ Hakikaten öyle de oldu ve hala da olmakta.
Bütün müktesebatımız tezgâha yatırıldı. Şimdiye kadar söylenmeyen sözler söylenir oldu. Her açıdan ifrat ve tefrit düşünceler ortalığa saçıldı ve saçılmaya da devam etmeye başladı.
Marjinal sayılabilecek fikir akımları çok etkili gibi görünme adına cazgırlar gibi bağırmaya başladılar. Dinden çıkar elde etme konusu üzerine hesap yapıp uzmanlaşanların aksiyonları ise ibretlik bir televizyon dizisi gibi yayınına sezon ekleyerek devam ediyorlar.
Dinden maddi çıkarla birlikte güç üretme çalışmaları da başka bir gerilim serisi olarak yayın hayatına dahil oldu. İkisinin de reytingleri şu an için fena değil. Belki de kaynakları legal olmadığı için illegal propagandalarla çok görünüp korku salgılıyorlar. Bunu da yakın gelecekte ömrü olanlarımız yaşayarak görecektir.
Bu arada insan gerçek, din gerçek, hayat da gerçekliğini sürdürüyor. Peki bütün bunlar doğruluk cetvelinin neresindeler?
Her birimiz için büyük soru budur değerli dostlar. Bir an için sizi etkileyen ve özgürlüğünüze zihinsel ipotekler koymuş her şeyi denetime alsak ve temel doğrularla değerlendirsek bak bakalım nasıl bir manzarayla karşılaşıyoruz.
Meselemiz Din. Dinimizin adı İslam. İslam’ın Kitabı Kuran. Kurandaki bilgi ve haberlerden anlıyoruz ki bütün bu sistemi bize öğreten, aktaran bir de elçi, öğretmen, eğitmen sıfatıyla görevli olan Peygamberimiz Muhammed Mustafa (SAV) yıseçmiş Rabbimiz.
Bunlar İslam dini gerçeğinin doğruları. Eğer İslam’dan bir şeye inanıp yapıyorsak bu doğrulardan karşılığını bulmalıyız. Bunun için bizimle doğrular arasına konmuş her türlü engeli aşmak zorundayız.
O engeller bize kolay, cazip, iç açıcı ve heyecanlı olsalar bile hakikatle aramızda durdukları için şüphe duyulmayı hak etmektedirler.
Bir ses duyar gibiyim sizlerde: ‘’Hocam yıllık alimlerimiz bu çerçevenin neresinde’’ diye. Alimlerimiz bu saydığımız temel doğrular çerçevesinde ne kadar ilimleri varsa o kadar saygıya, hürmete ve duaya layıktırlar. Bundan ne bir eksik ne de bir fazla ilgi ve alaka gösterilmemesi gerekmektedir. Temel doğrularımız bizlere böyle bir disiplin öngörmektedir.
Biz şu ana kadar kaynaklarla bire bir yüzleşemediğimizden dolayı el alem denilen çarka birer dişli olduk. Aklımız ve vicdanımızı ipotek altına aldılar ve bundan dolayı uyanamadık.
Ama artık mazeretimiz kalmadı. Çünkü doğruya ulaşabilecek o kadar çok yol açıldı ki arkasına sığınabileceğimiz kurgulanmış gerekçeler bir bir yok oluyor.
Her birimize lazım olan yüksek voltajlı bir titreme ile kendimize gelecek hareketi yapmak olmalıdır.
Ölmeden önce bu imkânı kullanalım. Dinimizin bütün doğrularıyla bile isteye buluşup hayatımıza alalım ve uygulayalım. Dönülmez akşamın ufkuyla randevumuzun ne zaman olduğunu bilmiyoruz değerli dostlar.
İçinde bulunduğumuz simulatif ve modifiyeli (sözüm ona) dindarlıktan kurtaralım kendimizi. Sade bir Müslüman olarak direkt yaratanımızla kulluk ilişkisine girelim.
İlk ödevimiz Allaha iman konusundaki kabul cümlesinin anlamını derinlemesine düşünüp tekrarlayıp kalben tasdik etmek olmalıdır. Ardından gerekli olan Ahlak gibi, ibadet gibi, hayat kuralları gibi sistemsel ihtiyaç konuları gelecektir.
Bir kere doğru yerden başlarsanız işe, o artık hep doğru gider. Yanlış başlayan iş ise doğru gitmez ve bitmez. Bu bir hayat kuralıdır.
Haydi bakalım her birimize kolay gelsin. Yolumuz açık olsun. Zihnimiz, aklımız ve de vicdanımız aktif ve berrak olsun inşallah.
Gerçeklerle ve doğrularla yolculuğumuz kutlu olsun. Hoş olunuz, hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.