Her kelimenin insanda çağrıştırdığı ruhsal bir anlamının da olduğunu biliyoruz. Bazıları bizi sinirlendirir, bazıları korkutur, bazıları sevindirir, bazıları ise içimizi ferahlatır.
Huzur gibi kelimeler ruhumuza iyi gelen kelimelerdir. Tam olarak mutluluğu ve yaşama sevinci verir insana. İnsanın konuşmasını, bakışını, iletişimini ve bütün hayatını en güzel frekans üzerine oturtur.
Bugüne kadar bu duygunun uğradığı hiçbir kimse ondan hoşnutsuz olmamıştır. Tabi eğer psikolojik bir problemi yoksa.
Sanki dünya yolculuğunda sık rastlanan olumsuzluklara karşı bir ilaç gibi, ya da yaşanılan olayları algılama ve yorumlamada bize en iyi gelen bakış açısı gibi.
Varlığında bütün hücrelerimizi rahat ettiren, kaliteli bir uyku uyutan, lezzetini alarak yemek yediren, ruhumuzun açlığını doyuran kalitede ibadet ederek insanı harika bir karaktere dönüştüren bir nimettir HUZUR.
Bir başka anlamı da var ama o genellikle insanın içinde olan bir şey değil. Yüksek makamlar için de kullanıldığını görüyoruz. Halkı ilgilendiren bir kavram mıdır, yoksa makamların sahiplerinin büyüklük ifadesi midir, ya da makamların tebasına sunduğu bir farkındalık durumu mudur tam olarak bir söz söylemek mümkün görünmüyor.
Biz halkı ilgilendiren anlamda kalalım.
İnsan huzuru doğduğu evde tanır. Varlığında yüzler güler, hoşgörüsü boldur, şefkat ve sevgi cömertçe ikram edilir. Her şeyin merkezinde insanın var olduğu hissedilir. Huzur bu ve benzeri şekillerin yanı sıra dini, ahlaki ve filozofik anlamları da sunar insana.
Kim doğduğu evde huzurla tanışmışsa o insan büyüyüp ev ve aile sahibi olduktan sonra huzurla yaşamaya çaba sarf edecektir. Çünkü tadını çocukken almış olacaktır.
Tam tersini de söylemek lazım. Huzur nimetinin olmadığı bir evde kavga, sevgisizlik, hoşgörüsüzlük, gerginlik, güvensizlik gibi insanın uykusunu kaçıran bütün negatif duygular sıraya girer. O evi tımarhaneye çeviren en büyük etkenlerdir bu ve benzeri insan davranış ve tutumları.
Yani huzurun üreticisi de kullanıcısı da tüketicisi de insanoğludur.
Peki nasıl üretilebilir ki?
Bir kere dünyanın insan için geçici bir hayatın zemini olduğu hiçbir zaman unutulmamalı. Varlık ve yokluk kelimeleri dünya ve insan için tamamen bir aksesuar anlamına geldiği bilincine ulaşılmalı.
Doğduğumuzda zaten hiçbir şeyimiz yoktu. Öldüğümüzde de bu dünyaya ait kefenden başka bir şeyimiz de olmayacak. Bütün o sahiplenme duygusunda aşırıya gittiğimiz varlıklarımızı mecburen terk etmiş oluyoruz.
Mezarlıkların hali ortada. Ölüm maddi anlamda bütün insanları sıfırla çarpar. Yani bütün insanları doğumdaki gibi eşit noktaya getirir. Bakmayın mezarların gösterişli olanlarına. O manzara ölü olanı zerre ilgilendirmez. Kalanların kendileri için oluşturdukları bir farkındalığın ifadesidir.
Halbuki aynı dünya nimetleri insana huzur da verebilir. Bu nimetleri abartmadan, tapacak gibi davranmadan, hırslanmadan, gururlanmadan, cimrilik ve bencillik etmeden yaşayanlar huzur üretebilirler.
Dini hayat da huzur üreten en önemli dinamiklerdendir. ‘’Kendini bilen rabbini bilir, Rabbini bilen de kendini bilir’’ derler ya, işte bütün düğüm burada. Bu bilge hali insanın iç dünyasında kendisine çevresine haddi aşmadan muamele etmesiyle sonuçlanır.
Sonuçta doğru dindar insan der ki; ‘’ Ben kimim ki? İmtihanı devam eden, Allah’ın lütfuna muhtaç, her an ayağımı kaydıracak bir nefisle yaşayan insanım. Bir dert arıyorsam eğer o dert benim bu halim olmalı.’’
Bu ve benzeri cümlelerle insan haddini bilerek kendisi ve diğerleri için iyilikten, sevgiden, şefkat ve merhametten başkasını seçemez.
‘’Huzurum kalmadı yalan dünyada, Bir Tatlı huzur almaya geldim kalamıştan’’ gibi şarkı sözleri,
‘’Bir damla huzura muhtaç olmak, Huzursuz insan, huzursuz ortam’’ gibi tespit ve şikayetler,
‘’Huzur İslam’da’’ gibi motivasyon üreten sloganlar;
Bu ve benzeri cümleleri çoğaltabiliriz. Görünen o ki çoğunluğu olumsuz cümlelerden oluşuyor.
Bu harika nimet son yıllarda giderek yok olmaya başladı. Başta insanı terk etti. Sonra evlerden uzaklaştı. İş yerlerindeki atmosferi de dünyalık duygulara bıraktı. Yani sokağı, çarşıyı, pazarı, camiyi ve okulu. İnsanın olduğu her alandan uzaklaştı.
Çünkü insanın tercihleri değişti. Moda akımlara kaptırdı kendini. Şuursuzlaştıkça huzursuzlaştı. Dünyaya tapacak kadar ileri gittikçe huzurdan uzaklaştı. Ölmeyecekmiş gibi hırslandıkça huzurlu zamanlarını yok etti.
Yaratıcısını unuttukça varlık sebebini de unuttu ve içindeki canavara teslim oldu. Dinimizin insan için en büyük tehlike olarak anlattığı nefis, heva, heves ve şehvet dalgalarında sörf yapmayı seçti. Unuttuğu şey her dalga gibi eninde sonunda bir sahile vurur. Sahil dalgaya anlam katar.
İnsan kendi anlamını değiştiriyor hızla. Madde bağımlısı gibi kısa süreli hazların peşine düşmüş durumda. Halbuki sonsuzluk aleminin yolcusu olan insan için bu çok büyük bir risk.
Huzuru tekrar yakalamak mümkün mü? Tabi ki mümkün. Neyi nerede kaybetmişsek sadece orada bulabiliriz. Bu meselede de zamanında huzuru neyle değiştirmişsek ilk önce onları hayatımızdan çıkarmalıyız.
Birkaç yitik değerimizi yazalım ve enerjimizi bunları tekrar kazanmaya harcayalım.
-Güvenilen insan olalım.
-Doğru sözlü olalım.
-Adil olalım.
-Samimi olalım.
-Kanaatkâr olalım.
-Hoşgörü ve merhametli olalım.
-İlim öğrenmeyi önceleyelim.
Bu ve benzeri ahlaki ilkeleri tekrar kazandığımızda ve kazananlar çoğaldığında şahsi ve toplumsal huzur tekrar aramıza katılır ve bizlere yaşama zevki verir.
O zaman iyi bir insan olmaya başlamışız demektir. İyi bir insan olabilme durumu bizi hakiki Müslüman olma lütfuna kavuşturur.
Aslında biz huzuru kaybetmeden önce hem insanlığımızı hem de Müslümanlığımızı çok büyük riske sokmuşuz demektir. Keşke bunu tez vakitte anlayıp kişisel ve toplumsan rehabilitasyon sürecini başlatabilsek.
Rabbimizden bizlere hayırlı uyanıklıklar vermesini dileyelim. Bu arızalardan kurtulabilme mücadelesinde bizlere yardım etmesini isteyelim.
Bu duygu ve düşüncelerle her birinize huzura doğru bir yolculuk dilerken hoş olun, hoşça kalın, huzurla huzurda kalın, Allah’a emanet olun.