Değerli okurlar, İmanımızın ve dindarlığımızın en temel sorunlarından birisi olan Allah’a imandan bahsetmek istiyorum. Bizim gibi mirasyedi Müslümanların dindarlıklarındaki en temel yoksunluk veya farkındalıksızlık bölgesi dil ile çok kolay söylediklerimizin arka planlarının çok boş olduğu gerçeğidir. Şimdi konumuza girelim ve yazı bittiğinde neler yazmışım ve sizler neler anlamışsınız.? Sonunda bir muhasebesini de yapmayı unutmayalım.
Allah’ı nereden tanıyoruz sorusundan kasıt O’nu hangi kaynaktan tanıdığımız ile ilgilidir. İnandım dediğimiz ve rızasını kazanmaya çalıştığımız, gerektiğinde kendisinin gazabından ve yarattığı cehenneminden çekindiğimiz ve aynı zamanda da rahmetini ümit ettiğimiz Allah’ı tanıdığımız kaynak, genellikle tevatür yoluyla yani dilden dile dolaşarak bize gelen bilgilerdir. Peki bu dilden dile belki de bir nebze namaz hocası kitaplarından tanıdığımız Allah, gerçekten de orada tanıdığımız gibi midir?
Bir insanı en iyi yine kendisinden ya da otobiyografisinden tanırız, değil mi? Bu durumda Allah’ı en iyi tanıyacağımız kaynak da Kur’an oluyor.
Bizi yaratanı yine kendi kelamından daha kapsamlı ve aynı zamanda da doğru tanıyabiliriz. Allah, çoğu insanın düşündüğü gibi yeryüzünü yaratıp sonra da kullarını istedikleri gibi yaşama konusunda başıboş bırakan bir Allah değil, âlemleri yarattıktan ve oraya bir düzen ve nizam koyduktan sonra bu düzenin devamı için bizzat yine hayatın içine müdahale eden faal, aktif bir Allah’tır. Yamuk bir Allah tasavvuru ile ya da Yahudi inanışından kalıntı iman parçacıkları ile Allah’ın yerleri ve gökleri yarattıktan sonra yaşayışa müdahale etmeyen, yerlerin üzerindeki bitkileri bitirip yağmuru yağdıran ve fakat insanların hayat düzenine müdahil olmayan bir Allah tasavvuruna sahip olmak zavallılıktır. Bu konu ile ilintili olarak Tevrat’ta: Rab yerleri ve gökleri altı günde yarattı ve yorulup yedinci gün istirahate çekildi. (Tevrat yaradılış 2. Bölüm 2. Ayet) diyor. Ya da Mekkeli müşriklerin inandığı gibi inanmak da sakat bir durumdur. Onlar da şöyle diyorlardı: “Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, güneşi ve ayı hizmetinize kim verdi?” diye soracak olsan mutlaka, “Allah” diyeceklerdir.” (Ankebut 61. Ayet)
Yani, müşrikler Allah’ı tanıyıp onun varlığını kabul ediyorlardı. Elbette Allah’ı tanıyıp biliyorlardı. Zaten Mekkeli müşriklerin sorunu Allah’ın varlığını inkâr eden ateist bir sapkınlık değildi ki. Onların sorunu Allah’ın yeryüzündeki hâkimiyetlerine ve düzenlerine, sosyal işleyişe, insanlar arasında bulunan hukuk kurallarına karışması, daha da ötesi bu yönetim ve söz hakkını ellerinden alması idi. Yani onlar diyordu ki: hâkimiyet kayıtsız şartsız bizimdir. Allah da dedi ki yerlerin ve göklerin hükümranlığı Allah’ındır. (Nur Suresi 42. Ayet Bakara suresi 107. Ayet) yukarıda bahsettiğimiz Ankebut suresinin 61. Ayetinde anlatıldığı gibi onlar ya da günümüzün çağdaş Mekkeli müşrikleri Allah’ın varlığını inkâr etmiyorlar. Sorun yeryüzündeki hükümranlık, yönetme, kanun ve kural koyma, sosyal nizamın işleyişinde söz sahibi olma arzusudur.
Tevbe suresi 31. Ayette: (Yahudiler) Allah’ı bırakıp, hahamlarını; (Hristiyanlar ise) rahiplerini ve Meryem oğlu Mesih’i rab edindiler. Oysa, bunlar da ancak, bir olan Allah’a ibadet etmekle emrolunmuşlardır.” Buyruluyor.
Bu ayeti duyan ve önceden Yahudi olan Adiyy bin Hatem isimli sahabe Allah Resulü’ne: “Bu ayet Yahudileri, hahamlarını rab edinmekle suçluyor. Bu nasıl olur?” deyince Allah Rasulü (sav): ‘’Sizler hahamların haram (yasak saydıklarını yasak, helal saydıklarını da helal saymıyor muydunuz?” diye sordu. Adiyy bin Hatem ise “Evet ey Allah’ın Rasulü öyle idi” dedi. “İşte o halde sizler de Yani Yahudiler de din adamlarını rab edinmişlerdi” dedi.
Şimdi konunun başında bahsettiğimiz “Allah’ı hangi kaynaktan tanıyoruz?” Sorusunun cevabını tamamlayalım. Allah, kendisini kendi kelamında 99 kelime ile tanıtmış. Tabii bundan daha fazlası da var ama bu 99 kelime onun en belirgin özelliklerini ifade eder. Aynı zamanda özet bir tanıtımdır. Esma-ül Hüsna Allah’ın otobiyografisi niteliğindedir. Bu 99 kelimeyi tam manasıyla anlayabilen ve yaşamaya gayret eden, Allah’ı gereği gibi tanır ve ona inanır. İnancının gereğini de yerine getirecek kuvvet bulur. Allah’ın kendini tanıtan kartvizitinde (ki o kartvizit besmele oluyor) Rahman ve Rahim isimleri yer alır. Yani esirgeyen ve bağışlayan… Rahmetine kavuşmayı ümit edenleri ve bu uğurda çaba harcayanları kıyamet gününde bağışlayan ve bu dünyada da Allah olmanın yaratıcı olmanın gereğini yerine getiren bir esirgeyici… İnansın inanmasın her varlığa yaşamak için imkân ve rızık veren bir Allah.
Şimdi bir soru: İnandığımız Allah’ı yine kendi otobiyografisinden kaç kere okuyup tanıdık? Acaba inandığımız Allah, doğru tasavvurda olan bir Allah mı? İnandım dediğimiz Allah Tasavvuru ile Kur’an’da kendini tanıtan Allah bilgisi birbiri ile doğru orantılı mı? İnancımızdan şüphe etmek niyetinde değil de inancımızı kontrol ederek pekiştirmek tavsiyesiyle sözü noktalayalım.
Her birinize bu alanda bereketli çalışmalar yapmanızı önemle tavsiye ediyorum.
Hoş olun, Hoşça kalın,
Doğru bir iman ve kaliteli kullukla yaşayın,
Allaha emanet olun.