Bu sorunun cevabını insanı tanıyabildikten sonra yazmak lazım diye düşünüyorum. Bu sebepten dolayı insana dair birkaç cümle kurmam gerekti.
Sayısız canlı türlerinin arasından ‘’anılmaya layık’’ bir forma bürünen canlıdan yani bizden bahsetmek sanıldığı kadar kolay olmayacaktır.
&-Her canlının ‘’aklı’’ var ama insanınki çok farklı.
Akıl; ‘’düşünme, kavrama, anlama yetisidir’’ diye tarif edilir.
İnsanın aklı statik yani durağan değil. İlk andan beri dinamik yani hareketli bir yapıya sahip. Bunu ispatı da insan yapısı dediğimiz sonradan icat edilenlerde bulunmaktadır.
&-İnsanın bir başka özelliği ise ‘’şuur’’ denilen bir melekeye sahip olmasıdır.
Şuur; ‘’İnsanların doğru ile yanlışı ayırt etmesini, kendisini tanımasını ve çevresiyle olan ilişkilerini düzenlemesini sağlayan melekeye denir ...’’
Bu tanımdaki özellikler diğer canlılarda hayatını değiştirebilecek kadar güçlü ve değişken değildir. İnsandaki şuur onu bütün canlılar içerisinde zirveye taşıyan en önemli güçtür.
&-Bir başka özelliği ise vicdandır.
Vicdan; ‘’kişiyi kendi davranışlarıyla ilgili olarak bir yargıda bulunmaya yönelten, kişinin kendi ahlak değerleri üzerinde dolaysız ve kendiliğinden yargılama yapmasını sağlayan, kişiye doğruyu ve iyiyi yapma yükümünü de yükleyen içsel güç.’’
Şimdilik yazımız için bu üç değer yeterli olacaktır.
İnsan anılmaya bu değerle layık olarak sahneye çıktı. Rabbimiz insanı böyle eşsiz melekeler vererek liderlik koltuğuna oturttu.
Bu ödül değerindeki melekelerle insan dünya hayatındaki yaşamla buluştu. Aklıyla düşünüyordu. Şuuruyla analizler yapıyordu. Vicdanıyla da işlerinin uygunluk derecelerini belirliyordu.
Ve bu üç meleke yakıtsız ve desteksiz bir şekilde insanı hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlardı. Uykuda bile öyle ya da böyle rüyalarla onun zihninde yer alıyorlardı.
Bazılarınız Din duygusunu yazmadığımdan farklı bir anlam çıkarabilir ya da merak edebilir. Unutmadım. Atlamadım. Bilerek bu üçlünün içine almadım.
Sebebine gelince, din, duygu olarak insanın içinde yaratılıştan var. Bunu önceki makalelerimde geniş olarak çalışmıştım. Tekrar okumanızı öneririm.
Bir elçi-peygamber zamanına denk gelenler dinin buyruklarını ondan öğrenme fırsatı bulabildiler. Başka zamanlar ve coğrafyadakiler dinin ana kaynağı olan kutsal kitaba ve onun öğreticilerine denk gelmişlerse din duygularını bu bilgilerle besleyip genişletme imkânı bulabilmişlerdir.
Hiçbir ana kaynağa denk gelemeden yaşayanlar ise din duygularını bu üçlü melekelerle genişletip diri tutmakla sorumludurlar.
Yani normal şartlarda din duygusunun gelişimi için dini bilgi veren bir öğretmene-eğitmene ve de kitaba ihtiyaç vardır.
Buradaki en büyük mesele kaynakların hak din temelli ve onun gerçek öğretilerinin olup olmaması durumudur. Hak din, onun kitabı ve öğretenlerin bilgi ve görgüsünde çelişki bulunmaz.
Yani Hak olan bir dinin tahrif olmamış kitabından, onun kendisiyle çelişmeden, aktarıcılarla buluşanların din duyguları, kaliteli, seviyeli, huzurlu, güven içinde bir ruh halinde olurlar. Bütün hayatlarında Allah’ın dedikleriyle ilgilenen bir yaşam tarzları vardır.
Eğer bütün bu dini sistemde temelde veya anlayışta çelişkili bir durum söz konusu olduğunda işte o din insanları yukarıda saydığım güzel melekelerden sürekli uzaklaştırır. İnsanı insanlıktan çıkarı. Şu an bile dünyada hak olmayan dini duygularının perişan ettiği milyarlarca insan var.
Yani insana iyi not vermek, iyi insan diyebilmem için ana kriterlerin içerisinde ilk etapta din yok. Çünkü din bireysel bazda yaşandığı ve her yerde en doğrusunu yansıtma imkânı bulunmadığı için değerlendirme kriterlerinin arasında bulunamıyor.
Bir insanın hayatına bakarken akıl, şuur ve vicdan gözlüğüyle bakarsak onun hakkında gerçekçi bir değerlendirme yapabilirsiniz. Bu insan dünyanın neresinde ve hangi şartlarda yaşıyorsa yaşasın sonuç hiçbir zaman çok farklı çıkmayacaktır.
Çünkü din ve onun ilkeleri de bu üçlü melekeyle kabul edilip uygulanabiliyor. Miras alınan din ve dindarlık, dayatılan din ve dindarlık, ezbere yaşanan din ve dindarlık, taklit edilen din ve dindarlık insana ve insanlığa hep yük olmuştur. İnsanlığa hep huzursuzluk ve mutsuzluk getirmiştir.
Bu tipler aklını, şuurunu ve vicdanını kullanmadan dini sadece bir etiket olarak kullandıkları ve de üstünlük aracı olarak gördüklerinden dolayı dünyayı normal insanlara dar etme derdindedirler. Bazen bu ahlaksızlıkları da ahlak diye yapabilmektedirler.
Bugünün İslam dünyasındaki insan manzaralarına ve de dini hayatlara bakarsak ne dediğim çok daha iyi anlaşılabilmektedir. Birinin diğerinden hiç de çok farkı yok. Sebebi ise aynı yanlış öğretinin dindarı olmalarındandır.
Bile isteye sıfırdan Müslüman olanlar eğer bu tipleri örnek aldığında bir müddet sonra onlara benzemekteler. Dinin asıl kaynaklarını esas aldıklarında ise harika bir insan olabilmektedirler.
İşte insanın saygı duyulanının en temel özelliği olan üç melekenin insanda olduğunda ve olmadığındaki hallerinden kısa örnekler bunlardır. Bunlar istenildiği kadar çoğaltılabilir.
Akılda iyi bir şeyin kalması için şu cümlelerle yazıyı bitireyim istiyorum.
Bir insan düşünün ki aklını en güzel bir şekilde kullanıyor, farkındalıklı bir hayat yaşamayı ilke ediniyor, hayattan harika lezzetler almayı başarıyor. İşte o canlıya gerçekten insan denebiliyor.
Bir insan düşünün ki sürekli şuurlu olmayı öğrenebilmiş, bilinçli hareket edebilmek için bilgiyle barışmış, bilgiyi hayatının temeline yerleştirmiş. İşte o canlıya şerefli bir insan denilmektedir.
Bir insan düşünün ki, vicdanını her zaman ve her ilişkide tartışmasız tedavülde bulundurmuş, onun hükümlerini hiç tartışmadan kabul edip uygulamış, bu sayede etrafına her zaman adalet, güven ve huzur üretmişse işte o canlıya da insan deniyor.
Allah’ın dediği Ahsen-i Takvim (Yaratılış açısından en güzel olan) olan ve neticesinde yaratıcısından en güzel ve kaliteli payeyi alabilene insan diyoruz.
Yine Allah’ın dediği gibi en güzel bir şekilde yaratılan insanın Esfel-i Safilin (Sefillerin en sefili) olana da sefalet rütbesi verilmiş insan diyoruz.
İşte böyle çok zıtlıkları içinde barındıran bir canlıdır insan. Bundan dolayı sürekli dikkatli olmamız gerektiğini yazının sonuna koyma gerekliliğini vazife biliyorum.
Allah’tan, insanın en kaliteli olanı gibi yaşayabilmek için aklını, şuurunu ve vicdanını kullanma mücadelesi verirken bizlere yardım etmesini diliyorum. İşte bu üçlü ve onun üzerine gelen diğer değerler insana saygının kaynağıdırlar. Bu değerlerin varlığını da yokluğunu da anlamak hiç de zor değildir.
Bu vesileyle hoş olun, hoşça kalın, akıllı, şuurlu ve vicdanlı olun, Allah’a emanet olun.