Allah insanı anılmaya layık bir canlı olarak dünyadaki seyahatine başlattığı andan itibaren onun anılmaya layık yönleri iyi ya da kötü belirmeye başladı.
Kural ihlali, kıskançlık, bencillik, itaatsizlik gibi insanlığını ve Allah’ın dininin ahlaki kurallarını ihlal etmekte hiç de gecikmedi. Birçoğunu bile bile yaptı. Yaratıcısına isyan da etti. Bazen tövbe etti, iyiliği tercih etti, bazen de isyana devam etti ve asiliğinde zirveye doğru yol aldı.
İnsanı yaratan Allah ona dünyada bir imtihanda olduğunu söyledi. Emirlerini ve yasaklarını da bildirdi. Önder ve rehber de gönderdi. İnsan fıtratının neye ihtiyacı varsa ve o fıtratı ne bozacaksa hepsini en ince ayrıntılarına kadar da anlattı. Kutsal kitaplarıyla, o kitapların ilk muhatabı olan elçileriyle.
Her şeye rağmen insanların çoğu isyanı ve kötülüğü seçti. Çok azı ise doğru yolu buldu ve o yolun yolcusu olarak yoluna devam etti.
Bu döngünün oranı tarih boyu hiç değişmedi. En azından tarihi belgeler ve içinde yaşadığımız zaman bizi bu durumla yüzleştirdi. Okuyan ve düşünen her bir insan bu ibretli analizleri yapabiliyor.
Allah dinini insanlara vahiy yolu ve Peygamberleri aracılığıyla öğretti. İnsanlara Allah’a doğru bir imanla bağlanmayı, kulluğunu istenildiği gibi yapmasını ve iyilerden olmasını istedi. Toplumda Elçilerin ardından ilim ve irfan sahibi olanların da bu öğretiyi ve disiplini devam ettirmelerini istedi.
İnsanın insan için böyle bir emirle vazifelendirilmesini uygun gördü. İnsanlar arasındaki dengenin bir parçası gibi. Zıtlarla oluşan bir dünya hayatına insana ait bir zıt bir durumu da emirleri arasına koydu. Nedir bu:
‘’Emr-i bil Mağruf, Vennehyi anil Münker’’ (İyiliği emredip, kötülüğü engellemek)
Bu insanlık için bir iç disiplin, yazısız kanun, sosyal denge ve benzeri düzenlemelerin başlığıdır.
Allah insanların kendine inananlarından böyle bir tavır beklemiş ve bunu kulluğun ve ahlakın merkezine yerleştirmiştir.
Sevgili Peygamberimiz de bu emri yirmi üç yıl boyunca uygun üslup çerçevesinde bizlere örnek olmak amacıyla uyguladı, çabaladı, mücadele etti.
Hatta bir hadisinde anlattığı gibi: ‘’ “Kim bir kötülük görürse, onu eliyle değiştirsin. Şayet eliyle değiştirmeye gücü yetmezse, diliyle değiştirsin. Diliyle değiştirmeye de gücü yetmezse, kalbiyle düzeltme cihetine gitsin ki bu imanın en zayıf derecesidir.” (Müslim, Îmân 78. Ayrıca bk. Tirmizî, Fiten 11; Nesâî, Îmân 17)
Kötülerle ve kötülükle mücadele etmenin şartlara göre yöntemlerini bize anlatmış ve olumlu sonuçlanan yöntemlerle iyiliği çoğaltıp kötülüğü azaltma çalışmasının bitmemesi gerektiğini anlatmıştır.
Elimizle düzelteceğimiz anlarda bile kırıp dökmeden, incitip onur kırmadan bu işi yapmamız gerektiğine dair birçok ayet ve onların açıklaması ve uygulaması olan hadisler mevcuttur. Yapıcı bir uyarı, iyi niyetli ve yardımsever bir girişimle bu düzeltmeyi yapmamız gerekir ki Allah’ın razı olduğu bir amel yapmış olalım. Bu davranışımızın da bir ibadet olduğunu unutmayalım.
Dilimizle düzeltmemiz gerektiğinde yine en uygun kelimeler ve ses tonunu kullanmalıyız. Yunus Emre ne güzel söylemiş.
Sözü bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz, Sözü pişirip diyenin işini sağ ede bir söz
Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı, Söz ola ağulu (zehirli) aşı, bal ile yağ ede bir söz
Kişi bile söz demini (Etkisini), Demeye sözün kemini (kötüsünü), bu cihan cehennemini, Sekiz cennet ede bir söz.
Yıkmak, yok etmek, utandırmak, rezil etmek, küçük düşürmek, azdırmak için konuşulup müdahale edilmez. Hırslarımızı ve nefsimizi tatmin etmek için konuşulmaz, girişimde bulunulmaz. Usulsüz konuştuğumuzda yapıcı olmak bir tarafa daha da beter bir sonuç ortaya çıkabilir.
Yani her halükârda elimizle ya da dilimizle müdahaleden önce usulümüzü çok iyi hesap edelim ki sonuç istediğimiz gibi hayırlar ve iyiliklerle sonuçlansın. Yoksa kaş yapalım derken göz çıkarabiliriz.
Kalbimizle düzeltme konusu ise dua merkezli bir müdahaledir. Kötülerin ve kötülüklerin İslahı için ya da Rabbimizden korunma dileyerek olay yerini terk etmek ya da dua etmeye, duruşumuzu anlamlı hale getirmekle olur.
Zalimi, haksısı, kötüyü, katili sevemeyiz, hoş göremeyiz. Onlara merhamet edemeyiz. Onların düzelmeleri ve kötülüğü terk etmeleri için Allah’tan yardım isteyebiliriz, hatta istemeliyiz ki bir kötü eksik olsun.
Ama mazlumlar ve mağdurlar için, toplumun en zayıfları ve fakirleri için se her daim Allah’tan yardım talep etmeliyiz. Maddi olarak mümkün değilse eğer manevi olarak sürekli onlara dua etmeliyiz. Dualar onlar için bir direnme gücüdür.
En zayıf Müslümanın, çare yoksunu Müslümanın, güçsüz Müslümanın hiçbir şart altında terk etmeyeceği ve devamlı yapması gereken bir aktivitedir.
Bu vesile ile hem kendi tarafını belirler hem Allah’a dua ederek onun emrini ve kulluk vazifesini yerine getirir, hem de kendi imanını canlı ve güçlü tutar.
İçinde yaşadığımız zaman diliminde o kadar büyük zorluklarla karşı karşıyayız ki kendi imanımızın ve o imanın gereğinin nasıl olduğu durumunu değerlendirecek cesaret, bilgi ve beceriden de yoksunuz. Hayatımızda öyle uyarıcılarımız ve uğraşılarımız var ki bu tür zarif, ince ve hassas konulara eğilecek vakit bulamıyoruz.
Bu usule uyduğunu ve gerekli girişimleri yaptığını zannedenler de yok değiller ama onların da en büyük problemi enini sonunu hesap etmeden usulsüzce uygulamaya başlamalarıdır. Bazen sonuç daha da kötü olabiliyor.
Çünkü bu ibadet çok hassas içeriklerle dolu. Kötülüğün çeşidi, hacmi, içeriği, etki alanı gibi içerikler önceden bilinmeli ve ona göre en uygun yol bulunmalı.
Bir de kötülüğün sponsorlarını da iyi tanıyıp analizini gerçekçi bir şekilde yapmalıyız. Belki de görünenden başka kötülükler tuzaklanmış bir şekilde kurgulanmış olabilir. Bazı kurgular Rus ürünü matruşka gibidir. İç içe geçmiş planlamalar görürüz.
Lütfen bu ibadeti unutmayalım ve unutturmayalım. Bu ibadeti en güzel şekilde nasıl yapabileceğimiz konusunda kafa yoralım. Bu şekilde daha huzurlu bir toplum oluşumuna katkı sağlamış oluruz.
Daha huzurlu, daha mutlu ve daha güvenli bir toplumda yaşama dileğimiz duamız olması, bu duanın fiili kısmını yapanlarımız bol olması dileklerimizle hoş olunuz, hoşça kalınız, Allah’a emanet olunuz.
Allah razı olsun muhterem hocam.