Bir an için biz, biz olmaktan öte insanlığa şöyle bir tepeden bakalım. Olanı biteni sakince anlamaya çalışalım. İlk bakışta öyle bir kaos göreceğiz ki bakanın aklını durduracak cinsten. Ama biz harici bir gözle bakacağımız için bir müddet de olsa aklımızın şaşkınlığa sürüklenmesine izin vermeyeceğiz.
İçinde yaşadığımız mahallenin görünüşü, aslında o mahallenin ait olduğu şehir hakkında bize ilk bilgileri verir. İlk etapta sabahtan akşama bir koşuşturmayı görürüz. Hızla bir yerlere giden yarı uyuyan insanlardan tutun da aynı yüz hatlarıyla okul çantalarının altında sürünür görünümlü çocuklar ve gençlerin okul yolunu görürüz.
Evin emekçisini ve öğrencisini yolculayan evin direği ise ayrı bir programın takipçisi. Temizle, pişir, ütüle, düzenle, doyur, biraz da sosyalleşme seansları ve gün bitimi. Aslında her gün yaşanan hep aynı senaryo. Dar alanda gelip gitmelerden oluşan bir yaşam sitili.
Çalışmadan olamaz artık. Çünkü tüketmek için kazanmak lazım. Yani çok çalışmanın ana gayesi çok tüketmek oldu. Bunun farkında oluruz olmayız o ayrı mesele. Farkında olsak ta olmasak ta bunun oluşumu böyle. Değiştirmekse çok zor bir iş.
Aslında bu yaşam, bilinçli gerçekleşen bir şey değil. Seçimlerin çoğunu hür irademizle yapamıyoruz. Yapmak zorunda olduklarımız çok daha fazla. Ve her gün daha da fazlalaşıyor.
Ya devlet isimli sosyal ve kurumsal organizasyonların hali nicedir?
Bireysel halimizin çok daha büyük ölçeklisidir. Hatta bireylerin toplamından oluşan bir organizasyon. Onun da yaptıkları yukarıda saydıklarımızın daha da büyük ölçekli halidir. Oralarda oyun biraz daha sert ve acımasız olabiliyor.
Orada işleri kurallardan ziyade sert yaptırımları olan kanunlar ve onların uygulayıcıları yürütüyor. Bireyler artık bu sosyal ağa bağlı olmak zorundalar. Tek başlarına artık evlerinde bile istediklerini yapamazlar.
Daha fazla dünyalık isteyen insanoğluna giydirilmiş deli gömleğinden başka bir şey değildir bu yaşam. Sanayi devriminden sonra her şey insan içindir mantığının ve kuramının insanlığı getirdiği nokta burasıdır. Bir de ‘’İnsan ihtiyaçları sınırsızdır’’ diye bir kuramı insanın kulaklarına kapitalizm dini adına üflediler ve hala üflemeye devam etmekteler.
Bütün bu anlattığım durumu dünya denilen gezegenin bütün kıtalarındaki çeşitli isimlerle anılan yapılarla birleştirdiğimizde ortaya devasa bir örümcek ağı gibi bir şebeke çıkıyor.
Bu ağın güçlüleri, zayıfları, zenginleri, fakirleri, eğitimlileri, eğitimsizleri, derisinin rengi farklı olanlar ve envai çeşit dillerle konuşan her bir kısmın hayatının birbirinden çok farklı olduğunu zannetmeyin. Aşağı yukarı benzer şeyleri yaşamak zorunda olan milyarlarca insan.
Bir de savaşları var bu hayatın. Terör savaşları, ekonomik savaşlar, fitne savaşları, şeytani ayak oyunları, sahte ekonomiler, Karunların doymazlıkları, Belamların iki yüzlü sahtekâr sloganları, hamanların sa adalet ve hakkaniyetin dışında can yakan ne varsa varlıklarını o güç kaynaklarına bağlamaları tam bir trajikomik tiyatro olarak perdelenmektedir.
Bütün zulme ve zalimlere karşı timsah gözyaşlarını dahi çok görüp gerek görmeyenlerin durumundan artık herkes haberdar. Kötülükler artık olabildiğince açıktan yapılıyor. Kimse yapmacık da olsa üzüldüğünü beyan etmiyor.
Ölenin ne yaşı ne de cinsiyeti kimsenin umurunda değil. Yeter ki Karunların kasaları dolmaya devam etsin. Yeter ki Karunlar liginin takımları birincilik yolunda ellerinden gelen en büyük zalimliği yaparak şampiyonluk yolundaki iddialarını devam ettirsin.
Bu arada dinlerin emrettiği ahlaki ve adaletli bir düzen konusunda çırpınan bir gurup inanan kesim hakkında da en büyük fitne ve fesat çarkları döndürülmekte. Seçeneklerin tamamında bölünmekten ve fitneden başka bir şey de yok. Oyun kuranların sözüm ona merhametleri bu kadar.
Şu kadar kişi açmış, şu kadar kişi temiz su içmiyormuş şu kadar kişi sefalete yaşam demiş, şu kadar kişi de en sağlıksız ve uygunsuz şartlarda modern kölelik kanunlarıyla çalıştırılmaktadır. Kimin umurunda?
Bu arada üç semavi dinin kutsal günleri yaşanırken bile vicdanlarında zerre kadar kıpırtının olmadığına da şahit olduk.
Tarihin Karunlar mezarlığına da bakmıyorlar. Onlardan o kadar çok vardı ki, şimdi çoğunun ne ismi kaldı ne de mezar taşları. Aleme ibret için sadece taş yığınlarından oluşan görkemli mezarların ve bu güne gelebilen yapıların son halleri kaldı.
Aslında olan bitenin hepsi bu. İnsanoğlu binlerce yıldır oynadığı bu kötü tiyatroyu hala sonucu belli olmasına rağmen oynamaya devam ediyor.
Ama her oyunun bir sonu olur ya, bu dünya çapındaki sert ve acımasız oyunun da bir sonu olduğu muhakkak. Çünkü sonsuz olan, sadece Allah’tır. O’nun başı da yoktur. Onun üstünde bir kudret de yoktur.
Bize düşen se bu oyunda zalime hiçbir şekilde bir paye vermemek olmalıdır. Sevgi ve desteğin kırıntısı bile bu zümrelere haramdır.
Ramazan’ın son günlerinde hem içsel olarak hem de sosyal olarak bu yönümüze bir bakalım ve sadece iyilerden olmamız gerektiğine inanalım: İyiliklerimizi artırarak ta iyi olduğumuzu ispat edelim. Bu zulmün tek çaresi her şeye rağmen iyi olup iyilik yapmak olacaktır.
Her birimize iyilik dolu bir hayat diliyorum yaratanımızdan. İyiliklerimizi hakkıyla yapıp iki dünyada karşılığı olan ödüller talep edelim Rabbimizden.
Bu vesileyle Hoş olun, Hoşça kalın, iyi olun ve de iyilikle kalın. Allah’a emanet olun.
Kaleminize kuvvet, yüreğinize sağlık İbrahim hocam, Rabbim Sizi hayrlı umduklarınıza nail eylesin, korktuklarınızdan emin ve muhafaza eylesin.Âmin