İnsan: birkaç damla sudan oluşan, ardından ete kemiğe bürünüp bütün yaratılmışların arasında en farklı olan mucizevi bir yaratık. Bu yazıda kendi gerçeğimle de yüzleşmeye çalışacağım doğal olarak.
Bütün canlılar gibi kendi sistemi içerisinde bir üreme sistemiyle varlığını zamanlar içerisinde devam ettiriyor. Allah’ın ilk insana eşyanın ismini öğretmesinden önce bu alemde var olmasını sağlayacak bir bilgi enjekte etmiş ki hiçbir yerden öğrenmeye ihtiyaç duymadan onları zamanı geldiğinde hemen uygulayabilmektedir.
Bunlar korunma, acıkma, yemek yeme, üşüme, üreme, ağlama, gülme, icat etme gibi reflekslerdir ve insan bunları sonradan öğrenmez. Zaten yazılımımızda vardır. Bu yazdığım refleksler genelde insanın dışındaki bütün hayvanlar aleminde de az ya da çok mevcuttur. Bu Allah’ın hem yaratmadaki gücünü hem de ayrıntılardaki zenginliğini gösterir.
İlk insanları nasıl hayal edebiliriz diye bir soru cümlesi yazsam, onların günlük veya ömürlük hayatları hakkında bilgi toplasak, acaba kendimizle ve bu günümüzle empati yapabilir miyiz diye düşünmeden edemiyorum. Sanırım açık ara şaşkınlıktan kendimizi alamayız. Kendi cinsimize tuhaf tuhaf bakarız. Zamanda yolculuk yapabilsek eğer onlara selam vermekten çekiniriz. Onları hem çok ilkel hem de ürkütücü buluruz.
Peki biz insanlar kaç bin yıllık bir yolculuğu nasıl gerçekleştirebildik. Nasıl yok olmadık? Nasıl başka cinslere evirilmedik? Hayvanlar aleminde bütün türler coğrafyaya ve iklime göre ya ciddi bazı değişikliklere uğramışlar ya da yok olmuşlar. Nesillerini devam ettiremeyen türler de mevcuttur. Kanatlılar, sürüngenler, tek hücreliler, su hayvanları ve bil umum bütün hayvanlar alemi bu hem kendi aile yapılarında değişim ve gelişime uğramış, hem de diğer ailelere geçişler yapmış. Kanatlıların sürüngen olmaları, ya da hem karada hem de suda yaşayabilen yeni türler olarak yola devam etmeleri konusu en kolay akla gelen örneklerdendir.
Peki insanın başından neler geçmiş? O zaman içerisinde bu değişim rüzgarlarından nasıl etkilenmiş? Bildiğimiz kadarıyla kendi cinsi içerisinde gelişim ve değişim göstermiş. Diğer cinlerle arasında girişkenliğe izin vermemiştir. Ana unsur olarak insan kalmıştır. Akıllı, şuurlu, vicdanlı ve meraklı olan temel özelliklerini hep geliştirmiştir.
Hayatına devam ettiği coğrafyalara, iklimlere ve beraber yaşadığı insanların çeşitliğine göre gelişim ve değişiminde farklılıklar göstermiştir. Genelde hep aynı kalmamıştır. Bazı topluluklar diğerlerine göre çok hızlı gelişme göstermiş, bazıları ise gelişmekte çok yavaş ilerleme kaydetmiştir. Boyumuz, rengimiz, huyumuz, bazı alışkanlıklarımız ve davranışlarımız bölgesel olarak farklılık arz etmektedir.
İnsan olarak hep bir başkasıyla konuşmak zorundaydık. Bir dilimiz hep oldu. Yemekler yedik. Karşı cinsten eşimiz oldu. Bu şekilde çoğalmanın kurumsal yapısını oluşturduk. Aklımız ve şuurumuzla kâinatta var olan eşyalardan yeni ve farklı işler ürettik. Allah’ın yoktan var ettiklerinden yeni model eşyalar icat ettik.
Bu kadar tarihte yolculuk yeter sanırım. Bu yolculuktan aklımızda kalanlarla bugünümüz hakkında yazmaya çalışayım. Yarın için yazmaya gücüm yok, ya da kendime güvenemiyorum. Her şey o kadar hızlı ki bu hızın seyrini takibe benim alt yapım müsait değil.
Mağarada başlayan yaşantımız bugün itibarıyla uzay çağı gibi bir seviyede devam ediyor. Uzay çağı dememin sebebi, aslında öncesinde bunun ne olabileceğine dair hayal kurmanın bile mümkün olmadığından dolayıdır. Tekeri bulan insan binlerce yıllık bir gelişimin alt yapısını icat ettiğini bilebilir miydi ki? Hiç tahmin etmem hele de zamanın içerisindeki malzeme o kadar da çok karmaşık değilken.
Demir madenini gibi cevherleri bulduktan sonra zekasını daha üstün icatlar için kullandı. Kısa ömürlü ve zayıf yapılı ahşap malzemeden güçlü ve uzun ömürlü cevherlere geçti. Madenlerden veya bazı değerli evraktan oluşan temsili bir simge olan parayı buldu. Onunla ticareti ve ardından gücü elde etmeyi buldu.
Bıkmadı, usanmadı. Çünkü insan düşünen bir canlıydı. Sınırsız merakları vardı. Bazı öğrendiklerini belirli bir disiplinle yazdı ve bunun kaybolmaması gibi bir içgüdüsel hareketle eğitim ve öğretim kurumlarını, yani okulları açtı. Hedefi olan bir öğretim ve eğitimin bir sonraki nesiller için elzem olduğuna karar verdi. İşte bu zaman dilimi insanoğlu için ana kilometre taşıdır. Ne olduysa ondan sonra hiçbir şey eskisi gibi yavaş olmadı. Olamadı. İnsan kendi hayatını, toplum hayatını ve insanlığı kendi icadı olan ilim ve bilimle yoğrulmuş sisteminin eline bıraktı. Kendisini de bu sisteme idareci tayin etti.
İnsan öyle bir noktada yine çılgın bir icada imza attı. Elektrik denilen, gözle görülmeyen ama varlığıyla hayatına yeniden çok daha çılgın bir rota çizdi. Enerjiyi depolama sistemi olan Akümülatörü de bulunca çok rahatladı. İşte bundan sonrası bizim neslimiz için tanıdık. Son 150 yılda neler olduğunu eksiksiz anlatmak saatler değil günler alır. Yine de tam anlatılamaz. İnsan adeta çıldırmıştı. Dünya ile ilgili meraklarında belirli bir heyecan düşüklüğü yaşayan insan, diğer gezegenlere merak sardı. Bu merak hala sürüyor. Vazgeçmek bir kenara çılgın gibi hayallerle araştırmalara devam ediyor.
Son 30 yılın içerisine önce interneti, sonrasında da sanal zekayı tedavüle sokunca koskoca dünya küçücük bir köye döndü. Hatta bazı bilim insanları için sıkıcı ve çok kalabalık bir şehir haline geldi. Bundan sonrasını inanın hayal edemiyorum. Edenleri dinlediğimde sadece anlamadan dinlemiş oluyorum. Halbuki bu hayallerin ve gelecek planlarının sahipleri de insan ama hangi çeşidinden. Aklını hangi düzeyde kullanabilenlerden olduklarını sadece tahmin edebilirim.
Dostlar; Buraya kadar binlerce yıllık insanlık tarihindeki en kolay gelişim ve değişimin özetini yazmaya çalıştım. Ancak bu kadar kısaltabildim. Amacım sadece dikkat çekmek olduğundan eksik gedik şeylerin olması normal bir durum.
İnsanın bu seyahatinde maddeten gelişmeler olurken manevi hayatında, ya da ruhsal aleminde neler oldu? Neler vardı? Neler gelişti? Neydi? Ne oldu? En zor sorular bunlar. Bunların en doğru cevaplarını tespit edebilmek samanlıkta iğne aramaktan daha zor. Bildiğimiz kadarıyla ilk insanın eşiyle cennette geçirdiği sınavda hatalı seçimde bulunması insanın manevi boyutunun ilk kırılma noktası olmuş.
Sonrasında iki erkek evladının koskoca dünyada birbirini kıskanarak birinin diğerinin kanını dökmesi de ayrı bir trajik olay olmuş. İki tane ilk hatalı davranış sonraki yüzyıllarda çok daha dramatik olaylara temel teşkil etmiştir. İnsanlığın yasak meyveyle imtihanı hala devam etmektedir. Sebep ve sonuçlar belliyken insan yine aynı tuşa basıp hatalıyı seçmeye devam etmektedir.
Kardeşliğin üç kategorisinde de insan sıklıkla kalleşlik olanı tercih etmeye devam etmektedir. Sonunda üzüleceğini bile bile dünü tekrar etmeye yemin etmiş gibi davranmaktadır.
Ah insan! Ah biz! Yaratıcımızın Akıl vahyini, nimetini neden manevi sahada da yeterince kullanmıyoruz ki?
Ah insan! Ah biz! Yaratıcımızın gönderdiği sayısız uyarıcının varlığından ve uyarılarından faydalanmamak ve uyanmamak için direniyoruz?
Ah insan! Ah biz! Yaratıcının Peygamber ismini verdiği elçilerinin aracılığı ile gelen hayat rehberi ve yol aydınlığı olan kitaplarına karşı neden yeterince ilgi duyamıyoruz?
İlgi duyanlarımızın büyük çoğunluğu da Allah’ın dinine ayar verme sevdasındayız. Orijinal kitaba ve onun sahih uygulamalarına kendi insani üretimlerimizi, adetlerimizi, geleneklerimizi ve hurafelerimizi dayatıyoruz. Her dönemin hak dinine insan olarak bu müdahaleleri korkusuzca utanmadan yapmışız ve hala da yapmaya devam ediyoruz.
Maddi gelişmişlik çıtasının yüksekliğinin gururu yanında manevi olarak zillet içerisinde olmamızdan hiç mi bir anlam çıkaramıyoruz?
Her türlü modernizim adına fıtratımızı değiştiren hayat modellerinden asla vazgeçmiyoruz.
İnsanlık olarak Köye dönen dünyanın zalim olan galiplerinin boyunduruğu altındaki gönüllü ve modern köle olduğumuz gerçeğinden dolayı hiç mi sıkılmıyoruz?
Kendimizi gönüllü olarak el alem denilen kimliksiz ve kişiliksiz sürülere dahil ettik. Bundan hiç mi utanmıyoruz?
Gel şimdi bir hoca olarak böyle bir dünyada sağlam dur, sağlıklı kal, doğru ve dürüst ol ve insanları manevi hastalıklarının tedavi merkezine ve bu hastalıklardan korunma diyetine çağır. Sizce bu hengamede bu sese kaç kişi cevap verebilir? Acaba dibimizdeki insanların ne kadar yüksek sesle konuşsak bile bizi duymadıklarının farkında değil miyiz?
Bakara suresindeki şu meşhur kelimeler tedavülde artık. ‘’Summün, bükmün, umyün fehüm la yerciuuun.’’ Bakara Suresi 171. Ayetin tamamının mealinde Rabbimiz açık açık durumu izah etmektedir. ‘’ İnkâr edenleri imana çağıran (peygamber) ile inkâr edenlerin durumu, bağırıp çağırmadan başka bir şey duymayan hayvanlara seslenen (çoban) ile hayvanların durumu gibidir. Onlar sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bundan dolayı anlamazlar.’’
Artık fazla söze gerek yoktur dostlar. Lütfen nerde olduğumuz konusunda acilen durum tespiti yapalım. Hangi maddi gelişmişlik düzeyinde olursak olalım, manevi durumumuzu acilen değerlendirme altına alalım. Dönülmez akşamın ufku görünüp vakit geç olmadan uyanalım ve de uyaralım.
Bu vesile ile her birimize kolay gelsin, çalışmalarımız bereketli olsun.
Hoş Olun, Hoşça Kalın,
Sağlıkla yaşayın,
Sevginiz eksik olmasın,
Allah’a emanet olunuz.
Muhterem hocam hayırlı olsun. İnşâallah yazılarınız kalplere şifa olur. Allah ilminizi, ferasetinizi, basiretinizi arttırsın. Bizlere de istifade etmeyi nasip etsin.