İnsanın çok yönlü bir canlı olduğunu biliyoruz. Kendimiz dahil çevremizdeki her bir insanda farklı durumların varlığını ister istemez gözlemliyoruz. Her defasında iyi ya da kötü şaşırdıklarımız da oluyor. Bu kaçınılmaz bir son gibi.
İnsanoğlu doğumuyla birlikte bir sosyalleşme sürecine başlar. Bir başkasıyla olma isteği fıtratının bir gereğidir. Konuşmak ister oynamak ister duygusallaşır, üzülür, sevinir. Bunların hepsine içgüdüsel olarak başlar ve zaman ilerledikçe bu duyguları ve sosyalleşme ortam ve şekilleri neticesinde ortalama bir kimlik ve kişilik oluşturur.
Yani hayatın her kademesinden elde ettiği tecrübeye dayalı öğretilerin ortalamasından oluşan bir yetişkine döner.
İnsana ait bu duyguların insanı en çok yaralayanı kalp kırıklığıdır. Bu kırıklıkla içeriden yara almıştır gibidir insan. Anlatamaz kimseye. Çünkü kendisi de anlayamaz kısa sürede tam olarak.
Konuşmakta zorlanır. Bazen ne olduğunu bile bilemez. Kimseye anlatamaz. İçin için yanar durur.
İlacı olmayan bir derttir ama bu dert insanı ilaca muhtaç eder. Görüntüde gayet normaldir ama iç dünyası kaza geçirmiş bir kazazedeye benzer.
İki tarafı vardır bu olayın.
1-Kalp kıran,
2-Kalbi kırılan.
Bu ikisinin iki ayrı durumu olacaktır. Kırma ve kırılma hallerinin farkında olmaları gerekmektedir. Aksi durumda farkında olmadan bir felaket yaşayan bedbahtlar gibidirler.
Bu ikisinin arasında geçenlerse diğerleri için öğretici ve eğitici bir ders niteliğindedir. İki kişinin yaşadıklarının sebep sonuç ilişkilerini görebilme imkanına sahiptirler. Tabi ki bunun içinde farkındalık ön görüsüne ve yeteneğine ihtiyaç vardır.
Peki insanoğlu denen yaratık neden başka bir insanın ve canlının kalbini kırar?
Cevaplar= Bencillik, Kıskançlık, Aç gözlülük, Hırs, Şehvet düşkünlüğü, Menfaat, Ahlak nimetinden yoksunluk, insanlık cevherinin üstünün örtülmesi, din duygusundan yoksun olma, yanlış inanç ve geleneklere sahip olma gibi bir sürü sebep sayabiliriz.
Bu ve benzere hastalıklara sahip insanın ikili ilişkilerde karşısındakinin hak ve duygularına dikkat etmesi mümkün olamaz. Çünkü ortada tek gerçek vardır bu hastalıklı insanlar için, o da kendi istekleridir.
Aslında bu tiplere tek etiket yakışır o da ahlaksız olmalarıdır. Ahlaksızlık her konuda fıtrat bozukluğudur. Fıtratı bozuk insanlar topluma pis kokular saçarlar. Etraflarını hissedilir derecede rahatsız ederler.
Bu işin ilacı aileden başlayan bir eğitimle mümkündür. Bu eğitimin ilk maddesi insan olmanın ne anlama geldiğinin anlaşılacağı insanlık dersi olmalıdır.
İkinci ilaçsa içinde doğru bir din duygusu olan ahlak eğitimidir. Doğru din diyorum çünkü bırakın uydurma ve sapkın dinleri doğru bir dinin bile bir sürü sapkın ve yanlış kolları var.
Üçüncü ilacı ise empati denen diğerkamlık duygusunun çocuklara küçük yaşta verilmesiyle başlar.
Aslında bu hastalığın bir başka boyutu sonradan bu kırıcılık işlerine bulaşılması halidir. Hayattaki bazı yaşanmışlıkların yorum farklılığı, duygusal kırılmalar, menfaatlerin çatışması, haksızlığa maruz kalmak gibi sonuçlardan da kaynaklanabilir.
Velhasıl her ne sebepten dahi olsa kırma durumunda olan kişi derhal kendini kontrol edip durmalı ve susmalıdır. Kalp kırmanın bitmeyen dertleri vardır. Kesilmeyen sancıları vardır. Bütün lezzetleri bozan bir zehir etkisi vardır.
Hele de bu aile bireyleri gibi en çok sevmemiz gerekenler ya da en çok sevdiklerimizse çok daha dikkatli ve temkinli olmalıyız.
Değer mi üç günlük dünyada insan kalbi kırmaya. Her problemin konuşarak çözülebilmesi ve zaman içerisinde yok olması gibi bir özelliği vardır.
Kırılan kalbin ise tamirinin bile güç olduğu, tamir edilse bile kalıcı izlerinin kaldığını bilmemiz gerekir.
Toplumsal ilişkilerimizde her ağzımıza geleni söyleme hakkımızın olmadığını bilmeliyiz. Bizim kadar muhataplarımızın da haklarının, düşüncelerinin, isteklerinin ve önceliklerinin olabileceğini bilmemiz lazım.
Büyüklerimize karşı daha dikkatli olma mecburiyeti konusu küçüklerimiz için de geçerlidir. Büyüklerimizin büyük olmaları onlara karşı saygılı olma mecburiyetini bize emreder. Bu davranış şekli inancımızın ve kültürümüzün hatta insanlığımızın gereğidir.
Küçüklerimize karşı hoş görülü olma konusu ise onların yetersiz eğitime ve tecrübeye sahip olmalarıdır. Onları eğitmek, ya da yanlışları doğru bilmelerine katkı sağlamak büyükler için kötü bir pozisyondur.
Konuşmayı hatta iyi konuşmayı öğrenelim ve öğretelim. Her birimizin hata yapabileceğini bilelim. Ölümlü dünya için kötü işler yapmaya gerek olmadığını bilmeliyiz.
İyiliğin iki dünya için de hazine değerinde bir nimet olduğunu bilmeliyiz. Kalplere ise sadece mutluluk ve huzur iyi gelir. Onların huzursuzluğu önce sahibinin sonrada içinde yaşadığı toplumun ağzının tadını bozar.
Kalp kırıklıkları aileleri tarumar eder. Akrabaları birbirine düşürür. Toplumu güvensiz ve sinirli yapar. Ait olduğu milleti de tedirgin bir topluluğa dönüştürür.
İşte böyle bir sonuç üretiyor kırılan kalpler.
Ülkemiz seçime giderken en çok dikkat etmemiz gereken davranışlarımız bizim gibi düşünmeyenlere karşı kalp kırıcı bir karşılık vermemek olmalıdır. Unutmayalım ki her insan bir bireydir. Aklı, fikri ve düşüncesi farklı olabilir. Çünkü siz de ona göre farklısınız. Herkesin gerekçesi kendi kişilik ve kimlik değerlerine bağlıdır.
Herkes en az siz kadar özgürdür. İnancımızın gereği de Hayat, Akıl, Dini Hayat, namusu koruma, malı koruma ve düşünme hakkı Allahtan her bir insana verilen doğal bir haktır. Bu hakları ihlal etmeye çalışanlar çok ciddi bir hak ihlali yapmaktadırlar.
Buna kimse cüret etmemelidir.
Rabbimiz hepimize bu konuda dikkatli olabilme melekesini hediye etsin diye dua edelim ve çaba sarf edelim. Her zaman kalp kırma ihtimali konusunda tetikte olalım. Ne kalp kıran ne de kalbi kırılan olalım.
Bu duygularla hoş olalım, hoşça kalalım, Allah’a emanet olalım.
Kalemine yüreğine sağlık abim benim…