Ne yapmadık ki!
Önce bütün mesleklerle ilgili eğitim ve öğretim faaliyetlerini sulandırdık.
Hak etmediğimiz okullara gittik.
Hak edilmeyen sınav notları aldık.
Hakkında yeterli bilgi ve tecrübemizin olmadığı işlere heves ettik.
Cehaletimizle yüzleşme konusunda hiç cesur olamadık. Hatta cehaletimize destekçilerimiz hep bol oldu. Bırakın cehaletimizi düzeltmeyi destekçi bularak cehaleti büyütmeyi marifet bildik.
Anne-Babanın evlatlarına yaptığı nasihatlerin metnini de değiştirdik. Her şartta kazanmayı marifet ilan ettik.
Öyle bencilleştik ki burnumuzun dibindeki mazlumu ve hak sahibini göremez olduk.
Hayatta her bir işin sahaya etkisi aynı olmamaktadır. Bazı işler çok az kişiyi ilgilendirir. Bazı işler ise daha büyük kalabalıkları ilgilendirir. Her adımda liyakat konusu ilgili insanların hayatlarını kolaylaştırır ve de güzelleştirir.
Layık olmadığı işlerde ve makamlarda zaman geçiren ve hüküm sahibi olanlar konusu çok hüzünlü bir alandır. Çok dramatik işlerin altındaki sorumlular olarak bedbaht bir hayatın mümessilleridirler.
Çıraklığını yapmadığı işlerin patronu veya yöneticisi olma konusu da ciddi bir handikaptır. İflas olmuş hayatlarla, müflisler ligine transfer olma eyleminin adıdır. Bu ligin oyuncuları gerçek düzlemde hayatlarını kaybetmiş olanlardır. Aynı zamanda gerçek hayatların da gasıplarıdırlar.
Makam ve mevkilere göz dikmiş olanların hali ise çok daha bedbahttır. O makamların ve mevkilerin hükmü altındaki insanlar adına karar vermek, icraat yapmak, harcama yapmak o insanların hak ve hukuklarını idare etmek çok ciddi bir işlemdir.
Normal şartlarda büyük bir cesaret işidir. İnsan neden böyle bir maceraya girer ki?
Hırs mı? Tamah mı? Şuursuzluk mu? Had bilmemezlik mi? Nedir sizce gerçek sebebi?
Aldığınız her karar, verdiğiniz her söz ve hüküm, yaptığınız her harcama, başkalarının adına olacaktır. Her adımın bir hakkı ve hukuku vardır. Dinli, dinsiz, kadın, erkek, çoluk çocuk, yaşlı, genç fark etmeden her kesi kapsar ve bir sorumluluk çerçevesinde oluşur.
İşinin ehli olanlar konusu tabi ki hüzünlü bir başlık altında anlatılamaz. Onların başlığında ödül vardır. Huzur vardır. Vazifesini hakkıyla yapmanın şerefi vardır.
O insanlar üretilen mutluluktan mutluluk duymalarının yanında oluşan hüzünlerden de ıstırap duyarlar. Daha iyisini yapmak için gece gündüz uğraşırlar.
Ehil insanların en belirgin ikinci özelliği ise her işin erbabıyla istişare yapmaktan çok zevk alırlar. Değerli akılların kıymetli fikirleriyle daha az hata yapacaklarını bilirler. Ayrıca bilgiye ve bilgeye değer vermek onların kişiliklerinin bir belirtisidir.
Bunlardan o kadar az kaldı ki etrafımızda, derde derman olsun dediğiniz anda bulabilmek çok güç. Ya edeplerinden sesleri kısılmış ve hayatın en sessiz ve sade alanlarına çekilmişler, ya da artık arsızlarla mücadele edecek enerjileri kalmadığından hayata küsmüş vaziyetteler.
Allah’ın emrini uygulayan ve bunu ibadet gibi yapan bu kıymetli insanların sayısının azlığı başımıza gelen ve gelebilecek her türlü acı ve felaketin habercileri gibidirler.
Diğer taraftan başımızı ne tarafa dönsek bir fikir ve makam işgalcisine rastlıyoruz. Makamına güç vermek zorunda olanların fakir ruhları, makamların gücüyle kişilik buluyor. Etrafına ve ilgili olan alana sadece üzüntü ve zorluk üretiyor. Bilmiyor ki nasıl ateşten bir gömlek giydiğini!
Üç günlük dünya hayatında aç kalınamayacağını ona ne unutturdu? Bu moda akıma malzeme olabilecek şuur kaybı için neler yiyip içti? Nefsini hangi haz ve şehvetle yemledi? Bu şekilde iradesini ve şuurunu kilitleyip bu piyasaya nasıl malzeme oldu?
Hiç ölmeyecek gibi, hiç hesap vermeyecek gibi, hiç ödül ve ceza yok gibi, sanki mükellef değiller gibi o kadar rahat ve umursamazlar ki şaşırmamak elde değil.
Allah’ın dediği gibi seslenelim bu ruhsuz ve şuursuz zevata; ‘’FE EYNE TEZHEBUUN? ‘’mealen ‘’NEREYE GİDİYORSUNUZ’’
Bazı insanların isimlerini neden unutmuyoruz acaba? Aradan yüz yıllar geçse bile hala ne diye aramızda yaşıyorlar gibi? Neden kendilerine hala özlem duyuluyor?
Bazıları ise kötülüğün temsilciliğinden aldıkları şan ve şöhretle hala biliniyorlar.
İyi kötü her şey kalıyor geriye olması gerektiği gibi. Bazen bir kitapta, bazen bir resim albümünde, bazen bir anıtta, bazen mimari bir eserin kitabesinde özlemle anılır ve gelecek nesillere rol model olarak anlatılır. Ya da ibret vesikası olarak anlatılırlar.
Ehliyetsizlikleriyle meşhur olmuşlar, zulümleriyle nam salmışlar, haksız ve hırsızlıklarıyla reayasının ve de insanlığın nefretini kazanmış bedbahtlar gurubunun da tarihte ibret ve nefretle anılan bir ünleri vardır.
Allah aşkına her ne işle rızkımızı kazanıyorsak onu en iyi şekilde öğrenelim ve de kendimizi güncelleyelim.
Eğer bir makama ve de mesleğe heves etmişsek ona uygun olup olmadığımız konusunda gerekli değerlendirme yapalım ki ne kendimize ne ehliyetli insanlara ne de o gurubun hizmet alanlarına haksızlık da zulüm de etmeyelim.
Rabbimizin ‘’emaneti ehline vermemizi’’ ve ‘’istişareyi’’ emrettiğini unutmayalım.
Bu arada şu temel prensipleri de gündemimizde tutalım.
EMANET= Bir şeyin sorumluluğunu geçici olarak birine vermektir.
Üç tür muhatabı vardır emanetin; birisi direkt, ikisi dolaylı muhataptır.
1- Direkt muhatap; Sonucu belirleyici konumda olan kimseler,
2- İkincisi dolaylı muhatap, Ehliyet ve liyakat sahip olmadığı halde emanete sahip olan kimse,
3- Üçüncü dolaylı muhatap, Ehliyet ve liyakat sahibi olduğu halde emaneti üstlenmekten kaçınan kimse.
Bütün mesele birinci gurupta toplanıyor. O guruptakiler bilgili ve bilinçliyse sonuç güzel olur. Değilse sonuç toplum için er geç bir felaketi yaşar.
Allah Cümlemizi hakkı hak bilip hakkın gereğini yapıp o yolda yürüme ferasetini ve de basiretini versin.
Bu ve benzeri konularda titiz olmanız dileğiyle hoş olun, Hoşça kalın, Allah’a emanet olun.
Hocam ağzınıza sağlık