Ölüm; bazen bir ayrılık, bazen de bir kavuşma tadında bir aksiyon. İnsan için bir son mu? Başlangıç mı? Geride kalanlar için tam olarak ne anlama geliyor? Bu ve benzeri sorulara cevaplar bularak ölümü daha da anlamlandırmaya çalışayım diyorum.
Evet, ölüm; Sonsuz kudret ve yaratma gücüne sahip olan Allah, yarattığı devasa atmosferdeki gezegenlerden birisini diğerlerinden çok farklı yaratıp donatmış. O özel gezegendeki oluşumlara ve değerlere uygun saymayı başaramayacağımız çeşitlilikte canlılar yaratmış. Bu canlıların içinden bir tanesine farklı bir donanım ve yazılım yüklemiş. Akıl her canlıda varken, şuur ve iradeyi sadece insana vermiş.
Bütün bu nimetlerin yanında bazı disiplinlerle yükümlü kılmış. Bu disiplinin adına Din denmiş. İnsan içinbelirli bir süre olan Dünya hayatını yaşarken ona sonsuzluk alemi ve ondaki iki ayrı yapıya dikkat çekmiş. Birisi mükafat olan Cennet, diğeri ceza olan Cehennem. Sorumlu olduğu disiplinlerle geçirdiği zaman sonucunda ya ödüle ya da cezaya kavuşacak. Sistem bu insan için.
İşte bu dünya yaşamının bitimiyle birlikte insanın yaşadığı tecrübeye ölüm diyoruz. Yani insan için sayılı bir süre olan dünya hayatından, sonsuzluk alemine geçişin adı ölüm. Ölen kişi belirli insanlarla adına eş, dost, akraba, komşu adı verilenlerle beraber bir yaşamın ardından ayrılıp gidiyor. Yani bir kişi ayrılıp giderken, diğerleri kendi sonları gelinceye kadar geride kalanlar gurubunda oluyorlar.
Şimdi ölen kişi için ölümü anlamaya çalışalım. Doğuşumuzla başladığımız yarışta öyle hazları, heyecanları, arzuları, korkuları, stresi, beklentileri yaşıyoruz ki, bu durum bir müddet sonra bizde bağımlılık yapmaya başlıyor. Ve hiç bitmeyecek bir döngü gibi günler ayları, aylar da yılları kovalıyor.
Bir gün, hiç bilmediğimiz bir zamanda bir güç zamanın dolduğu bilgisiyle gelip ayrılık operasyonunu gerçekleştiriyor. İsmini duyduğumuzda hiç birimizin tebessüm etmediğimiz bir görevli meleğe kesiyoruz faturayı. Adı Azrail. Sorumlu o çünkü. Bu ayrılığın baş sorumlusu o. Onunla ilgili o kadar şey yazıp çizmişiz ki roller ve gerçekler birbirine karışmış vaziyettedir. Geride kalanlar için suçlu Azrail. Teselli kaynağı Azrail. Çünkü ayrılığın acısı için böyle dayanaklar bulmak zorundayız.
Derler ki; Allah meleklere görevlerini bildirdiğinde Azrail verilen görevin ağırlığı ile dizlerinin üstüne çöker ve Allaha şöyle bir cümle ile düşüncesini arz eder. ‘’Ya rabbi Herkesi sevdiğinden ayıracağım. Bu sebepten herkes bana düşman olacak. Ben bunun altından nasıl kalkarım.?dediğinde Allah şöyle cevap verdi? ‘’Ben her ölüme bir sebep yaratırım. İnsan o sebeple uğraşırken sen ilk etapta akıllarına gelmezsin. Sakinleştiklerinde ise seni ve görevini anlayacaklardır.’’
Her ayrılığın kaza, hastalık ve benzeri sebepleri olsa bile bizim yine de Azrail’le bitmeyen bir hesabımız oluyor hep. Halbuki bu ayrılığa doğduğumuzda imza atmıştık. Sistem gereği isteyip istememekle alakalı bir şey de değil. Yani tek taraflı olan hayat kontratının başı ve sonu var ama bu tarihleri biz bilmiyoruz. Bilebilseydik eğer, insan dünyada zevkle ve imtihan seçenekleri arasında savrularak yaşamayı istemezdi. Bu psikoloji bu bilgiyi kaldıramazdı.
Bakar mısınız kendimize! Günlük, haftalık ve yıllık planlarımızın yanında ömürlük planlamalarımız da mevcut. Kariyer planlamalarımız var, Emeklilik hayallerimiz var. Bütün hayallerin arasında insanı bekleyen değişmez gerçek ölüm denilen ayrılık da var ama ona dair ilgi çeken hiçbir planımız yok. Varsa eğer o da meşhur olmadığındandır.
Dünya varlığından nasiplenmişse eğer kendisine uygun bir kabristanda özel bir mülteci çadırı rezerve ettirmiş olabilir. Aile kabristanı diye de bir tanıtım levhası astırır. Bütün plan bu. Başka da detay bulamayız. Bir mecliste konu bir vesileyle ölüme gelse, onu tahammül etme süremiz çok kısadır. Çünkü ölümün soğuk yüzüyle bir problemimiz var. Ya da Dünya hayatının haz ve imkanlarına olan tutkumuz onlardan bizi koparacak her şeye karşı gizli ve açık direncimiz var.
Ölüm, meclislerin en tatsız konusu olarak meşhur olmuştur. En yakın olan gerçeği en uzağımızda tutarak onun etkisinden zihnimizi korumaya ve kendimizi dünyayı sınırsızca sevmeye bırakıyoruz. Ama o gerçek bize her gün kendisini hatırlatıyor. Camilerden yükselen sala ve ilanlarla, kabristana doğru yürüyen hüzünlü insan guruplarıyla, Hastanelerin morglarının önündeki bekleyişle,gazetelerdeki ölüm ve taziye ilanlarıyla aslında her gün gözümüzün önünde duruyor. Trafikte ya biz bir cenaze arabasını geçiyoruz, ya da cenaze arabası bizi geçiyor. Halbuki dün o da trafikte bir yerlere yetişmeye çalışıyordu. Ama bugün plan değişiverdi birden.
Bazılarımız için beklenen bir vuslat, bazılarımız için hayattan kopuş, bazılarımız için acı kaynağı olur. Diğer yandan yaşadığımız dünya hayatının durumuna göre geride kalanlar için hayırla yad edilen birisi olabiliriz, ya da kötü bir hatıra. Ya ismi bile anılmayan bir âdem oluruz, ya da tarihte iz bırakan bir kahraman. Yani ölümle birlikte başlayan ve sonrasında ortaya çıkan manzaraböyle bir şey.
İşte böyle bir gerçek karşısında insan ölümle ilgili zihinsel ve dünyevi planlar yapmalıdır diye düşünüyorum. Hz. Peygamberimiz (AS) in ‘’Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için çalışmak, yarın ölecekmiş gibi Ahiret için çalışmak’’ denklemi en mükemmel planınruhunu temsil etmektedir. Dünyayı severken ahireti unutmayacağız. Dünya işlerinin ahiretimizi berbat etmesine izin vermeyeceğiz. Bu şekilde güle oynaya yaşadığımız dünyada bir sigortamız olsun. Bir emniyet kemerimiz olsun. Bu gerçek bizim haddi aşmamızı engelleyebilsin.
Ölenin ya da gidenin halinden üç beş kelam ettik. Ya gidenin geride kalanları hakkında ne diyebiliriz? Onların feryatlarının ardında yatan gerçek nedir? Doğal olarak yaşayan üzülüyor, üzülüyoruz. Bazen içimiz yanıyor, feryat ediyoruz. Acı etkisinin uzun da sürdüğü, hatta hiç bitmediği ölümler de oluyor. Bunun meşhur olmayan bir anlamı var mıdır acaba?
Bu soruya farklı bir cevabım hep oldu. Peşinen söyleyeyim bu sadece bir yorum. Gerçekliği ya da tersi konusu tamamen kişisel olarak değerlendirilir. Şöyle cümle kurmaya başlayalım. Ölmek demek, artık dünya ile ilişkilerimi tek taraflı ve sonsuza kadar kesiyorum demektir. Aslında bu kararı her şeyin sahibi ve maliki olan Allah alıyor. Uygulamayı da çeşitli yaratma teknikleriyle kendisi yapıyor. İyiki de bu işi Allah insana bırakmamış. Biz bu olayı kesinlikle halledemezdik. Düşünsenize kişisel ötanazi olayı gibi. Kimse kendi fişini çekemezdi.
Kalanların olayı nedir o zaman? Neden acıtıyor? Neden hüzün kaplıyor hayatımızı en azından belirli bir müddet? Gerçekten bu halimizin adını koyabiliyor muyuz?
Dünya hayatının en önemli parçalarından birisi insandır. O farklı bir yaratıktır. Sever, farklı sever, bağlanır. Sevdiği ile ilgili yeni önsözler yazar. İlkeler belirler. Disiplinler oluşturur. Programlar yapar. Hepsi Dünya yaşamının süslerinden olduğu için bir bağlılık iksirini de doğasında taşır. Sonrasında hepimizin bildiği alışkanlıklarımız ve bağımlılıklarımız doğar. Bu durum giyim kuşamda da böyledir, yemek kültüründe de böyledir.
Gel gör ki ölüm denen gerçek bizi bu alışkanlıklarımızdan alıp götürüverir. Bir dönülmez akşamın ufkuyla birlikte vakit tamam olmuştur.Artık her türlü alışkanlıklar için vakit geçmiştir. Dünyada ki ölüm dışındaki her şey o an ölen için yalan olmuştur. Her şey vazgeçilebilir bir duruma gelmiştir. Kalanların yüreğinde derin bir boşluk olmuşmuş olur.
Artık ekipten bir kişi eksiktir. Aynı zamanda oyun da devam etmektedir. Gidenin yerine birisi hayatımıza gelecektir ya da o rol artık sahneden kalkmış olur ama bu da çok zor bir durum olarak önümüze gelecektir.
İşte bu sahne bizim acı sahnemizdir. O artık yok. Ama alışmıştık. Onun lezzetli mutfağına, şefkatli ve babacan haline, nasılsın deyişine, gülüşüne, sinirine, göz yaşına, parfümüne, sesinin tonuna. Bir anda hepsini bir kutuya koyup gömdük. İşte oluşan o kocaman boşluk bizim hayatımızda gerçek oldu.
O halde biz kim için kime ağlamış veya üzülmüş oluyoruz? Tabi ki tek cevabı var bu sorunun. Benim ve bizim için, yaşayanlar için ağlamış oluyoruz. Benim anladığım ölüm ve halleri budur. Ve bu kalanın da gidenin de hayatının tek gerçeğidir. İptal edilemez, durdurulamaz, değiştirilemez.
Her şeyi bir tarafa bırakıp bu kelime ve gerçek üzerine kesinlikle çalışma yapalım ki hazırlıksız yakalanmamış olalım. Ölümün bir yok oluş olmadığını ve sonsuzluk yurdu için çıkılan bir yolculuk olduğunu her yönüyle özümseyelim. Bu anlayış bizim daha itidalli olmamızı sağlayacaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle her birimize Allahtan farkındalıklı yaşamlar niyaz ediyorum.
Hoş olun, Hoşça kalın,
Sağlıcakla kalın,
Allaha Emanet Olun.