Evet, başlığı gibi bu yazıda birçok konuda hatırlatma, tavsiye, uyarı ve öğüt niteliğinde cümleler olsun istedim. Büyük öğüdü kendime yapıyorum bilesiniz.
Mesela birçok konuda ne kadar değişim yaşadığımızın farkında mıyız?
Bazı değişimler kaçınılmazdır ve de kötü değildir. Kötü olan hızla başkalaşmaktır. Şuursuzlaşmaktır. Bir baksak halimizene durumdayız diye.
Hep bir şikâyetimiz var ve memnuniyetsizlik ifadelerimiz sürekli tedavülde. Ama hep başkasından şikayetçiyiz. Biz hariç her kes hatalı. En masumumuz kendini hatalı buluyor ama suçlu değil. Mecburen hatalı olanlar kadrosunda istihdam ediyoruz kendimizi.
Hep haksızlık yapıldığını dile getiriyoruz da acaba kendi etki alanımızda biz ne kadar haktan yanayız diye bakalım artık.
Doğruluk konusunda çok konuşanlar, önce sizlere sözüm! Lütfen doğruluk terazisine önce kendi sözlerinizi koyalım ve sonucuna katlanalım.
Dinimizle münasebeti hangi ölçülerde olursa olsun, neden en çok başkalarının halini konuşarak geçiriyoruz zamanımızı diye bir soralım kendimize.
Hele de sosyal medya mücahitlerini nereye koyalım bu düzlemde? İşleri güçleri nutuk atmak.
İlmi olup da paylaşım yapanların amellerine ve samimiyet derecesine bakması gerekmez mi?
İlmi olmadan çakma alimcilik oynayanlar, bir gidin de asıl işinizde iyi olmaya bakın. Yani rızkınızı kazandığınız işinizi en iyi ve hakkaniyetli yapmaya gayret edin öncelikle.
Bütün toplumlarda bin kişide tek rakamlı filozof yetişirmiş. Yani birden ona kadar. O dilime girme istidadımız, eğitimimiz ve ortamımız yoksa kendimizinbile anlamadığımız, anlamlandırıp içselleştiremediğimiz kopyalama sözlerle alemde piyasa yapmaya çalışmayalım. Kimse yutmuyor bu tarz rol hırsızlığını.
Yani olmadığımız bir şeyi oldurmak zorunda değiliz. Neysek oyuz aslında. Hayalimizde bir sürü meslek ve pozisyon olabilir ama bizim şu an için ne iş yaptığımız ve ne durumda olduğumuz bizim tek gerçeğimizdir.
Dijital teknoloji şuursuz toplumların az buçuk var olan dikkat ve enerjisine de el koydu. Bu yolla eskiden beri var olan ‘’el alem’’ dediğimiz başkalarının her konuda yapıp ettiklerine çok kolay ulaşır olduk.
Neredeyse her işimizi el aleme göre yapar olduk. Yani açık açık kopya hayatlar yaşıyoruz ama hiç mi hiç utanmıyoruz. Cevabımız hazır;’’ Ne var ki bunda? Herkes yapıyor.’’
Düğünlerimizin, kimliğini, kişiliğini, kültürünü ve dini hassasiyetini, bilmediğimiz insanların para kazanması için ürettikleri bir yığın saçma sahne gösterisi kandırmacasıyla maddi külfete boğulduğu gerçeğine aldırmıyoruz bile.
Yuva kurma amacına hizmet eden harcama kalemleri yarı yarıya bile değil. Hep bu sahne şovu şeklindeki birkaç dakikalık veya birkaç saatlik işlere harcanıyor ana para.
Sonuç; sadece birkaç defa seyredilip bakılan videolar ve resim albümleri. Hepsi bu kadar. Bütün kumpanya dağıldığında düğün sahiplerine borç ödeme yükümlülüğü kalıyor.
Tatillerimiz de benzer içerikte. Herkesin zevkine saygım var ama o zevk kendine ait özgün bir zevkse. Eğitimli toplumlar bu işi çözmüş. Yaz ve kış diye iki zaman diliminde tatil yapıyorlar. Mevsimine göre deniz ve kayak sporları ve eğlenceleriyle vakit geçiriyorlar.
Bu iki tarza uygun olmayanlar da kültür turizmi denilen tarih, coğrafya ve yerel kültürler üzerine araştırma ve gözlem yaparak gittikleri ülke veya bölgede zamanı değerlendiriyorlar.
Ya bizim halimiz nice? Büyük oranda kendi yaşadığımız bölgeden bile haberimiz yok. Dini ve kültürel bir uygulamamız olan akraba ziyaretlerinin içerisinde Allah rızası konusu neredeyse bitmiş durumda.
Sadece görünmek için gidiyoruz. Dedikodusu, fitnesi, dengesiz muhabbetlerin sevimsizliği, kıskançlık ve çekememezlik duygularının çarpışmaları bu naif ve değerli uygulamamızın içini boşaltmış durumda.
Hoş geldin diyen de hoş karşılamıyor çoğu yerde ve zamanda. Doğal olarak gelen de hoş bulamıyor. İletişim konusunun ayaklara düşmesinin ardından bütün dedikodular telefonlarla ve de sosyal medyalarda yapılır oldu. Yani bayat hiçbir gevezelik kullanmıyoruz. Her bir günahımız taptaze değerli okurlar.
Okumuyoruz, Okuyanı anlamak için dinleyemiyoruz. Bilginin gücüne inanmıyoruz. Eyyamcı denilen günlük hatta anlık yaşayan tiplere dönüyoruz.
Ne milli duygularımız ne de dini inanç ve disiplinlerimiz yukarıda sadece bir kısmını sayabildiğimiz arızalı hallerimizi tedavi edemiyor. Çünkü tedaviyi kabul etmiyoruz.
Halimiz budur dostlar. Bir hikayeyle yazıyı bitireyim.
-Çobanın birisi tanıdığı birinden haksız yere fena dayak yemiş. Köyün ileri gelenleri çobana şikayetçi olmalarını öğütlemişler. İlçede hükümet konağının önünde bir sandalye ve bir daktiloyla bekleyen Arzuhalcinin (Dilekçe yazan Kişi) birine dilekçe yazdırmasını söylemişler.
Çoban bu fikri kabul etmiş ve Arzuhalciyi bulmuş. Derdini ona anlatmış. Arzuhalci 5 ve 10 paralık iki dilekçe çeşidinin olduğunu ve hangisini istediğini sormuş çobana.
Çoban: Her zaman dilekçe yazdırmadığını ve olmuşken en iyisi olmasını söylemiş. On paralık olanı istemiş.
Çoban olayı anlatmış, arzuhalci de yazmış. Dilekçebitince Arzu halci dilekçeyi okuyacağını ve eksiği yanlışı varsa düzeltebileceğini söyleyerek çobana dinlemesini söylemiş.
Arzuhalci okumaya başlamış ve birkaç cümle sonra çoban ağlamaya başlamış. Çobana neden ağladığını sormuş arzuhalci.
Çoban da olan bütün saflığıyla; ‘’Benim başıma neler gelmişte haberim yokmuş. Duyunca dayanamadım ve ağladım’’ demiş.
İşte değerli okurlarım. İnanın başımıza gelenlerin çoğundan haberimiz yok. Derin bir şuur kaybı yaşıyoruz. Kuklacıların elindeki kuklalara dönüyoruz hızla.
Allah Hayırlı uyanıklıklar versin.
Bu vesile ile uyanık olalım, bilinçlenelim, kontrolümüzü kuklacıların elinden alalım.
Sağlık ve afiyetle yaşayın, Hoş olun, Hoşça kalın, Allah’a emanet olun.