Son yazımda bir TV dizisinden yola çıkarak kaybettiklerimizi, bulduklarımızı ve kazandıklarımızı analiz etmeye çalıştım. Yoksunluk çektiğimiz en büyük nimetin ''sevmek'' olduğunu dile getirdim.
Halbuki bütün canlılar arasında sevgiyi en derin ve yüce duygularla yaşayan tek varlık olmasına rağmen neden sevmekten korkar hale geldi diye de sordum ve de sormaya devam edeceğim. Çünkü insan çok çabuk nimetin varlığına da yokluğuna da alışıyor.
Şimdi ise bir gündüz kuşağı programlarının, gazetelerin 3. sayfa haberlerinin aslında bizlere neler anlattığını kelimelere dökmeye çalışacağım.
Bin yıldır son tevhit dini olan İslam'la ve Müslüman kimliğiyle yaşayan bir toplumuz. Dinimiz sevgi ve güven temellidir. Her ne kadar biz müntesipleri bunu görmekte zorlanıyoruz ya da yeterince göremiyorsak da ana kaynağına göre böyle.
Acizane İslam'dan önceki Türk kültür tarihi üzerine de okumalar yaptım kendi haddimce.
Geldiğim sonuç itibarıyla her iki kaynakta bile olmayan, kesinlikle tasvip edilmeyen, şiddetle yasaklanan ve ayıplanan bir sürü bozuk davranışı ve o davranışların oluşturduğu hayata kendimizi mahkûm etmişiz. Hem de sadistçe bir duyguyla. Hala da devam ettiğimizin en büyük ispatı yazının başında zikrettiğim medya programlarının içeriğinde görebiliyoruz.
3. sayfa der geçeriz yıllardır. En adi cinayetler, yaralamalar, gasp ve hırsızlıklar, töre savaşlarının sonuçları gibi insanın insana kendi istediğini kabul ettirme ya da dayatma mücadelesi veya savunma amaçlı yapılan kanlı ve acılı hatta travmalı eylemler. Kim neyi değiştirebildi? Tarafların biri hapise, diğeri mezara. Sadece ölen şimdilik kurtuldu. Diğerleri ise genellikle bir başka zamanda yapacağı eylemin planlarını yapmaya devam ediyor.
TV de gündüz kuşağı programları ise gazetelerin 3. sayfa haberlerini başka bir formatta ve milyonlara göstererek devam eden cinsinden. Onlar yeni kahramanlarımız. Kaçanı buluyorlar, Katili buluyorlar. Hırsızı, soysuzu ve arsızı da bulup gösteriyorlar. En çok bulan en fazla reklam kazancı elde ediyor. Bir nevi yeni stil dizi film gibi.
Bu halleriyle aslında Devletimizin tam işlemeyen güvenlik ve hukuk sitemini de gözümüze sokarak anlatıyorlar. Bakın devletin her imkanla bulamadığını biz bulduk diye. Sadece kanuni ceza veremiyorlar. O nu bir zahmet devlete bırakıyorlar.
Psikolojik olarak seyircileri, avukatı, psikoloğu ile her açıdan cezalandırılıyorlar. Bu da ayrı bir paradoks. Bu hakaretleri bile bile programlara katılmak da ayrı bir hastalık çeşidi olması lazım.
Bu anlatmaya çalıştığım olaylar artık çığ gibi büyüdü. Uzak gibi gördüğümüz olaylar aslında bizlere komşu olmuş ama biz hala tam olarak anlayamadık. Korona virüs gibi salgın karakterli bir davranış biçimine dönüştü. Korunmak güçleşti. Kaçan bile yakalanıyor artık.
Can alıcı soruyu soralım. Bu yaşananları ne gerçek Türk kültürü ne de Yüce dinimiz onaylar. Hepsi büyük günahların içerisinde ve üst sıralardalar. Çünkü hepsi sosyal günah. Yani sadece işleyenle sınırlı değil. Toplumu ifsat hareketidir bunlar.
Bu şu demek o zaman. Biz ne Kültürel değerlerimizi ne de dini değerlerimizi tanımaz ve dikkate almaz olduk. Sadece nefsimize ve hazlarımıza göre bir hayat oluşturup yaşıyoruz.
-Hırsızlık,
-Arsızlık,
-Zina,
-Nikahsız çocuk dünyaya getirme ya da sebep olma,
-Taciz,
-İnsan yaralama ve öldürme,
-Şiddetin her türlüsü,
-Haksızlık,
-İsraf ama her türünden,
Bu ve benzeri haramzade hareketler normale dönüyor artık. Vaka-i Adliyeden oldu. Tuhafımıza da gitmez oldu.
Rabbimizin bir uyarı cümlesi vardır Kur'an'da Tekvir Suresi 26. Ayette:
'' FE EYNE TEZHEBUUN''' ''NEREYE GİDİYORSUNUZ?''
Evet nereye gidiyoruz böyle?
Bir zamanlar ticaret hanelerde asılı bir levha vardı. ''Allah'ın Dediği Olur.'' Şimdi görüyor musunuz bir tane bile olsa. Ha o zaman da hep Allah'ın dediği olmuyordu ama Haramlar da gizli işleniyordu. Şimdi ne levha kaldı ne de gizlilik. Takan yok artık. Çünkü helal-Haram, seçenekler arasında kriter olmaktan çıktı artık.
Bir de Arabaların arka camlarında kendilerini en dindar olarak tanımlayanların bir çıkartması vardı. ''HUZUR İSLAMDA'' diye. Bu ağalar! da bu levhaları indirdiler artık. Ne olduysa. İslam aynı İslam da müntesipleri aynı değil o zaman.
Flört mantıklı ilişkiler zinayı meşru bir hale çevirmeye katkı sağlayan modamız oldu. Şehirdeki modern hayatın unsurları kırsalda kendisine de bir form buldu. Kentlisi de köylüsü de kasabalısı da beraberce gidiyoruz sonuca doğru. Dinimizin ve Kültürümüzün yüce değerlerine aldırmadan, Kurbanda bağını koparmış ve çıldırmış kurbanlık gibi. Azmış ve kudurmuş canlılar gibi. Hiçbir disiplini olmayan gangsterler gibi.
İnsanı ayakta tutan kemikler olduğu bilinir ama aslında kemikleri dik tutan parçamız kaslarımızdır. Kemiklere öyle bir sarılmışlar ki bu sayede beden bir anlam kazanmış. Bu kaslar hasta olduğunda tıp bu probleme (Distrofisi) adını vermiş. Kas hastalığı.
İşte biz kaslarımızı hasta ettik dostlar. Dini ve Kültürel değerler bizim kaslarımızdır. Bizi şerefli şanlı yapan özelliklerimizdir. Meşruiyet sınırları içerisinde insanı huzurlu ve mutlu yapacak her nimet varken insan neden Gayr-ı Meşru olanı seçer ki?
Sonuç olarak diyebiliriz ki;
İnsan hata yapar. Ama hatasını anladıktan sonraki ilk zaman diliminde pişman olur ve terk ederse insanı ve toplum güçlenir. Hatalar bu haliyle direncimizi artırır. Geleceğimizi daha güvenli yapar. Rabbimizin samimi tövbe diye emrettiği seçeneği kullananlar ödül de alırlar.
Önce kendimiz bir karar verelim. Benim kaç adet Dinimden ve Kültürümden onay almayan davranışım var? Derhal onlarla yüzleşip meşru olanı hayatımızda tutalım. Meşru olmayanları da derhal hayatımızdan çıkaralım. Bu arada bu çalışmalar yapılırken nefsimiz ve onun danışman ordusu bin bir türlü gerekçe sunacaktır. Dinlemeyelim. En kolayından da başlayabiliriz terk etmeye. Yeter ki haramlardan gün be gün uzaklaşalım.
Kimseye açıklama yapmayalım. Kimseye ilk etapta akıl da vermeyelim. Reklam da yapmayalım. Sadece meşru dairedeki seçeneklerle hayatımıza devam etme mücadelesi verelim. Terk ettiğimiz haramlara karşı Bağışıklık sistemimiz güçlendiğinde artık kendiliğinden bir enerji yayılacaktır bizden. Kınayacaklar bizi. Gülecekler, saygısızlık yapacaklar, bizi aşağılayacaklar ama hiçbir bizi etkileyemeyecektir. Çünkü Haram mikrobuna karşı bağışıklığımız yeterince güçlendi ve bizi koruyabiliyor.
İnanın biz az az çoğalacağız. Ama her birimiz kalabalıklara çok görüneceğiz. Güçlü görüneceğiz.
Çünkü o zaman Allah sürekli bizimle beraber olacaktır. Fiili dualarımız her zaman sözlü duadan daha etkilidir. Biz önce fiili dua yapacağız. Sözlü duadan da hiç vaz geçmeyeceğiz. Biliyoruz ki Hayatın da Ölümün de sahibi Allah'tır. Ona teslim olacağız. Allah Resulünün dediği gibi:
''Hiç ölmeyecekmiş gibi dünya için, Yarın ölecekmiş gibi de Ahiret için çalışacağız.''
Gününüz aydınlık, kalbiniz ferah, haneniz huzurlu, kazancınız helal ve bereketli, zihniniz berrak, imanınız doğru ve kavi olsun inşallah.
Hoş olun, Hoşça kalın, Allaha Emanet olun dostlar.