Geçen haftaki yazımda Hac ve umre ibadetlerinin iki boyutundan birisi olan kişisel kazanım ve etkilerinden bahsettim. Bu yazımda da iki şehirden ve o iki şehrin sosyolojisinden ve onu oluşturan psikolojiden bahsedeceğim.
MEKKE:
Her defasında iki şehri ve göğüslerinde barındırdıkları iki haremi (Kâbe ve Mescid-i Nebevi) arı kovanına benzetiyorum. Milyonlarca arının o iki şehre dünyanın dört bir yanından bin bir güçlükle gelip gittikleri gerçeği bana sürekli bu manzarayı hatırlatıyor.
Bir şehir düşünün. Dünyanın en az ilgi çekebilecek bir coğrafyanın en tatsız ve tuzsuz bölgesinde bir belde. Dinler tarihi içerisinde Ortadoğu dinlerinin her zaman ilgisinde ve hatta dönem dönem merkezinde olabilmeyi başarmış bir şehir. Üç tarafı siyahla kahve rengi karışımı çok sert kayalardan hatta granit türü mermerlerden oluşmuş dağlarla çevrili bir şehir. Suyu bile olmayan, bolca kızgın güneşe sahip, bir metre serinlik getiren gölgeye muhtaç bir belde.
Adı Mekke. Allah’ın dini olan İslam’ın yeryüzündeki ilk Hac mekânı. Bazı anlatımlar artık mitolojinin konusu olmuşsa da ana gerçeği değiştirmeye matuf bir dayanak bulunamamış. Yaratıcımızın seçip de anlam ve değer yüklediği her yer ve hareket insanlığın bir kısmı tarafından vazgeçilmez bir ilgiyle kabul edilmiş. Mekke’ye anlam katan unsurların başında elbette Kâbe geliyor. Görüntüde hiçbir dünyalık estetiği olmayan dört duvardan oluşan bir yapı. Allah oraya bir nokta koymuş ve bütün dünyadan yüzlerin döndüğü bir merkeze dönüşmüş. Yani kıble olmuş. Allah, aslında bize bu durumla tevhidi anlatmış. Çokluğun bir noktada birleşebilmesinin pratiğini uygulatmış oluyor. Yani, şirke karşı tevhidin sosyal fotoğrafını uygulamalı olarak göstermiş oluyor. Mekke’nin ve doğal olarak Kâbe’nin tarihine baktığımızda orayı idare edenlerin içerisinde hatırı sayılır derecede kıymet bilenlerin olduğunu görüyoruz. Bu zümrenin en büyük özelliklerinden birisinin bu beldeden Allah’ın muradını aşağı yukarı anladıklarını görüyoruz. Son yıllara kadar Kabe’nin yüksekliğini geçmeyecek şekilde çevresinin yapılandırıldığı gerçeği herkesçe malum.
Şu an için se ziyaretçi kalabalığı sebep gösterilerek yakın çevresine yapılan devasa otellerden dolayı Kâbe bir nokta kadar kalmış durumda. Bu fotoğraf izanlı ve vicdanlı her inananın canını sıkıyor. ‘’Rahmanın misafirleri’’ unvanını almış olanlara, oranın hizmetkarı olduğunu söyleyenlerin çoğu zaman kaba, sert, nezaketsiz ve keyfi uygulamaları, ne yaptıklarına inanmadıkları ya da ciddiye almadıkları anlamına gelir. Günümüz teknolojilerinin içinde bu mekânı kimseyi incitmeden, herkesin eşit derecede kullanabilmesi ve kimsenin mahzun bir şekilde Mekke’den ve Kabe’den ayrılmaması sağlanabilir. Sanırım bu ve benzeri güzellikleri için ilk lazım gelen şeylerin başında samimiyet, olgunluk, inanç, şefkat, nezaket gibi kavramlar o zümre üzerinde aktif olması lazım. Zor bir coğrafyayı daha sıcak ve sevimli hale getirilebilecek bir yapılanma düşünülebilirdi. İnsanın işini kolaylaştıran teknolojiler daha fazla kullanılabilir. Temizlik ve düzen konusu yine bütün katılımcıların ortalama anlayıp katkı sunabileceği bir tarzda ele alınabilir. Bu ve benzeri konularda yazacak çok şey var ama şu aşamada gerek de yok artık. Müslümanların kültür ve medeniyet klasmanında üst sıralara yükselmesi en kesim çözüm olarak görünüyor.
MEDİNE:
Nurlu şehir. Peygamberimize kucak açan şehir. İslam’ın devletleşme sürecine zemin teşkil eden şehir. Peygamberimizi ve arkadaşlarını bağrında barındıran şehir. Hac ve Umre ibadetini yapmak isteyenlerin Mekke’den önce ya da Mekke’den sonra ferahladıkları, rahatladıkları, iç seslerini dinledikleri bir şehir. Önceki adı Yesrib’di. Anlamı pek de hoş değildi. Peygamberimizle birlikte Tâbe, Taybe, Tayyibe, Tâib: Şirkten ve şirkin getirdiği pisliklerden temiz, kir tutmayan, kendisi ve kokusu güzel, bedene ve kalbe hoş gelen demektir.
Neticede Yesrib'in adı Hicret'ten sonra Peygamberimiz tarafından "Medinet'ül-Münevvere" ve "Medinet’ün nebi" (aydınlanmış şehir ve peygamber şehri) olarak değiştirilmiştir.
Uzun süren beş vakit namazlara fırsat buldukça namazdan önce ve sonra Peygamberimizi selamlayarak onun ümmeti olma arzu ve isteğin aktif olduğu gerçeğini söz ve fiille yaşayarak devam edilir. Bir ara izin verdikleri zaman aralığında -ki bu zaman diliminin bir standardı yoktur- Cennet-ül Baki mezarlığında sevgili Peygamberimizin eşleri, torunları ve binlerce sahabenin metfun bulundukları mekânın 1400 yıllık tabloda seyredilebiliyor. Düşünen Müslümanlara çok harika nimetler sunmaktadır. Peygamberimizin kabir komşuları Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer Hem Peygamberimizle yaşadığı hem de ondan sonraki yıllarda Müslümanların devletleşme süreçlerine şahitlik etmiş şehir. İki kadim kültürden Hurma meyvesinin başkenti unvanını alan şehir. Vakit aralarında geride bırakılan aile efratlarına, komşularına ve tanıdıklarına hediye aldıkları şehir. Uhud dağını ve savaşının mekanını, Hendek savaşının yaşandığı yerleri, Takva Mescidi olarak da anılan Kuba mescidini, Çit kıbleli Mescidi ve Cuma Mescidini etrafında barındıran şehir. Her metresinde derin hatıraları bağrında barındıran bir şehir. Keşke idaresiyle, sanatsal bir görüntü ve uygulamalar tercih edilerek, gönülleri fetheden bir anlayışla, içinde yaşadığımız çağın nimetlerinden faydalanarak yönetilebilse. İslam’ın engin hoşgörüsünü, merhametini, temizlik anlayışını, huzur veren halini yansıtan bir anlayışla idare edilebilse. Müslümanlar her mescide girişte, her ravza ziyaretinde, Peygamberimizi her selamlamada, yeşil kubbeyi her seyredişte, Her kabir ziyaretinde akıl almaz yorumlarla, bakışlarla ve sevimsiz ses tonlarıyla karşılaşmadan ibadetlerini yapabilseler. Uzun lafın kısası hadimlerini arayan şehirler görünüyor. Şanına uygun idare edilemeyen bir şehir görünüyor. Dünyanın gözbebeği olan bu iki şehrin Müslümanları dönüştürmede, insanlığı etkilemede yeterince performans sergilemesinin beceriksizlik ve dar görüşlülükle engellendiği bir şehre dönüştü maalesef.
Bu iki şehirle ilgili özlenen anların uzak olmadığı kanaatimiz duamız olsun. Rabbimizden Müslümanlara akıl, fikir, ölçü ve ferasetli olmalarını dileyelim. Bu uğurda ve bu niyetle hoş olunuz, hoşça kalınız, iyi ve iyilikle yaşayınız, Allah’a emanet olunuz.