Uzun denilebilecek bir süre yurt dışında kaldıktan sonra izin vesilesiyle ülkeme, vatanıma döndüğüm için, bu sürede olan biteni daha kolay fark edebiliyorsunuz. Bazı olumlu halleri ve olumsuzlukları da fark etmeniz kolaylaşıyor. İşte acizaneolarak bu şekilde oluşan gözlemlerimin neticelerinden bir kısmını sizlerle paylaşacağım. Ona yakın il gezdik. Hepsinde konakladık. Halkın içinde, sokak esnafıyla, camide, türbede, çarşıda, müzede, tarihi mekanlarda etrafımızda olan biteni ve konuşulanları gördük ve dinledik.Kâh umutlandık, kâh çok üzüldük, kâh şok olduk. Yani hiçbir resim gözümüzü ve gönlümüzü uzun süre meşgul edemedi. Çünkü hepsi çok etkiliydi. Kendi alanında uçlarda yaşanan halleri yansıtıyordu.
*****
İstanbul’da başlayan tatil serüveni yine İstanbul’da bitmişti. Birkaç sene sonra normal veya küçük sayılabilecek şimdinin devasa İstanbul Havalimanına indik 11 ay sonra. Kalabalığı, kaos gibi görünen kalabalığı bir ara unuttuğumu hissettim. Kendime geldiğimde eski İstanbul kimliğimi otomatik olarak devreye aldığımı fark ettim. Taksiye bindiğimde ikinci olarak İstanbul’un kokusuyla buluştum. O kadar karışık içerikte bir koku ki, yeterince analiz etmek hiçbir zaman mümkün olmadı. Rutubet, egzoz, ter, toz ve benzeri bir sürü etkenin karışımından oluşan bir koku. Neyse her haliyle İstanbul hoş geldin dedi bize. Gündelik hayata karıştığımda, geçinip hayata tutunma mücadelesini adı bu şehirde savaşmak olmuş. Düşmansa sadece ihtiyaçlar, sokaklar, trafik, kalabalık, yüksek fiyatlar, gülemeyen yüzler ve dahası.
Sadece koşan insanlar var zannediyorsunuz. Her ortamda ortamına göre insan kaynıyor zannediyorsunuz. Her ilçesinde birkaç tane iş yerlerinin yoğun olduğu caddeler oluşmuş. İstanbul’a gitmek artık belirgin bir eylem ifadesi olmaktan çıkmış, çok daha detay adres belirtilmesi gereken duruma gelmiş. Bir diğer gözlemim de, İstanbul’un artık bir dünya şehri olduğu ya da olmaya yöneldiği gerçeğidir. Milli kültür yıldan yıla global kültürün baskısına yeniliyor görünmekte. Konuşulan dillerden gastronomi çeşitliliğine, oradan kıyafetteki renk ve modelden boş zamanların değerlendirilme şekillerine kadar bir dizi değişim çok açık şekilde görünmektedir.
İstanbul’un yüzde 75 inin her ay daha fazla kazanma mecburiyeti olduğu anlaşılıyor. Her bir muhabbetin sonu bu noktaya geliyor. Yüzde 25 inin ise böyle bir derdi yok. Onların dertleri halkın bilebileceği ya da ciddiye alacağı dertlerden değil. Varlığın oluşturduğu dertlerden bahsediyorum. Daha çok fantastik ve moda dertler gibi görünüyorlar. İstanbul’un gülen ve samimi insanları günden güne azalıyor.Yardımseverliğin küçük örneklerine rastlıyorsunuz ara sıra da olsa. Mesela belediye otobüslerinde kartından başkası için bilet ödeyenler hala var. Bugün sana, yarın bana der gibi.Komşuluklar en eski semtlerde bile bitmek üzere. Apartmanlarda kapınızı çalacak kimse görünmüyor. Yani değerli okurlar, bu şehrin yaşam kalitesi günden güne düşüyor. Şehrin insanları mutluluk üretemiyor. Milli kültürünü koruyup bir sonraki nesle aktarma kabiliyeti arıza veriyor.Doğallık yapaylığa terkediliyor. Betonlaşma insanların yaşam alanlarını tehdit ediyor. Evler çelik kafeslere benziyor artık. Gecelik hücreler gibi. Çok kilitli çelik kapılar, alarm sistemleri, güvenlik kameraları, güvenlik personelleri ve benzeri tedbirlerin anlamı bellidir.
Korkuyor şehrin sakinleri. Hem de her gün daha fazla.
Tavsiyem o ki, imkânı olanlar ya da imkân oluşturabilenler acilen Anadolu’ya, memleketlerine geri dönsünler. Nüfusun yüzde 30 una yakın bu kararı alıp uygulayabilir ve de yeniden gülen ve mutluluk üreten bir hayata kavuşabilir. Hem daha sağlıklı yaşama kavuşur hem daha sakin bir zamana kavuşur, hem daha sağlıklı beslenir. Bunlar dünya hayatının en önemli nimetlerindendir. Yaşamak için savaşmak yerine sükûnet ve huzurla yaşamayı seçmek için sadece olan bitenin farkına varıp alternatif yolları arama kararı almak gerekmektedir.
*****
İkinci şehir ise memleketim Kastamonu oldu. Her gittiğimde zamanın bir tık gerisinde gibi bir his veriyor bana. Zamanın yavaş aktığı, yaşamın daha derli toplu olduğu, insanların kendi prensiplerine daha da bağlı olduğunu hissediyorum. Sürprizlere kapalı gibi. Her şey ve herkes için yeterince boş vakit var.Geçimlerini temin ettikleri işlerinde ciddi çalıştıklarını anlamak zor değil. Kullanılan dile ve anlayışa dışarıdan gelenler yerli de olsalar ilk etapta yabancı oluyor. Kelimesiz ifadeler, nezaket sözcükleri, evetler, hayırlar, amaçlar ve kararlar hep bir kalıp içerisinde ve dolaylı yollardan söylenmektedir. Dini hayat da matematiksel bir denklem gibi günün içerisine oturtulmuş. Ne bir eksik ne de bir fazlası ilgi çekemez. Neyse o dur. Yıllardır nasılsa öyledir. Yenilik ya da şüphecilik tehlikeli yaklaşımlardır. Her defasında çoğunlukla susarım.Akrabalık ilişkilerinde ciddi zayıflamalar var ve aynı zamanda samimiyet zafiyetini de anlamak zor değil. Dünya nimetleriyle kurulan ilişkiler maneviyatımızdan, kültür hayatımızdan çalıyor. Bizi kendi merkezimizden uzaklaştırıyor.
Benim emsallerim emekli olma aşamasındalar artık. Torunları olmuş. İkinci baharı yaşıyorlar. Yıllar gurbettekilerden daha çok şeyler almış memleketimdekilere nazaran. Ama onların da anlam ve kavram kaybı yabana atılır cinsinden değil. Bu yüzyılın bu döneminin konuklarının başına gelenler zaten hiçbir kitapta yok. Bu durumları anlatacak tecrübeli birileri de yok. Durum bu işte.
Kastamonu için de şu an yazabileceklerim bunlar. İnşallah güzel şehrim Kastamonu daha fazla kendi gerçeğinden uzaklaşmaz. Doğallığını her haliyle muhafaza edebilen bir şehir olarak geçmişle gelecek arasında köprü vazifesine devam eder. Bir sonraki yazımda diğer şehirlerdeki gözlemlerimi sizlere aktaracağım.Selam olsun dünya şehri İstanbul’a, Selam olsun Huzur ve sükûnet şehri Kastamonu’ya. Hoş olunuz, Hoşça kalınız, huzur ve sükunetle kalınız, Allah’a emanet olunuz.
Gözlemlerinizin yazıya dökülmesinde biz gurbetçilerin tercümanı oluyorsunuz, Teşekkür ederiz sayın İbrahim hocam, kaleminize kuvvet ve yüreğinize sağlık