Konumuz, anlam daralmasına uğramış bir kavram: zulüm. Her birimiz kendi tecrübe ve anlayışımızdan çıkarttığımız manada kullanıyoruz. Gerçek çerçevesini belki de merak bile etmemişizdir. Bu durum çok tuhaf bir eksiklik de değildir.
Bu yazıyla anlamını ve çerçevesini biraz daha belirginleştirmeye çalışayım. Tabi örnekler ve kaynaklarıyla.
-Mesela genetiği değiştirilmiş bitkiler ya da meyve ve sebzeler zulme uğramış varlıklardır. el-Fatır (fıtrat veren) olan Allah, âlemleri yaratırken her bir zerreyi mükemmel bir ahenk içinde yaratmış ve bu ahengin bozulmasını da fesat çıkarmak olarak nitelemiştir. Her coğrafyada her mevsimde farklı sebze ve meyvelerin varlığı gibi. Bu konuda Rum Suresi 41. Ayete bakabilirsiniz. Allah’ın yarattığı fıtrata ters bir gelişme o eşyanın ya da varlığın tabiatına, fıtratına zulümdür. Çünkü meyvenin genlerinde bulunan yapıyı yerinden etmiş ve adaleti bozmuş oluyor insan bu davranışıyla.
- Ne yani kardeş, yeni gelişmeler olmasın mı fıtrat bozulacak diye? Olsun elbette olsun ama eşyanın fıtratına zulmetmeden olsun.
- Canlıları anladık da insanın bir de eşyaya zulmü var. Onun da nasıl olduğuna bir bakalım.
- Allah, yarattığı her varlığa karşı insana bir sorumluluk yüklemiştir. İnsanın sorumluluğu Yaratanın o eşyaya verdiği kıymete kanaat etmesidir. Kıymete kanaat etmeyenler eşyaya zulmetmiş onu yerinden etmiş olur. Kıymete kanaat etmek… Önemli bir erdemdir. Allah, yeşilbibere bir kıymet, bir değer vermiş ve sadece yaz mevsiminde ürün vermesini dilemiştir. İnsanoğlu verilen kıymete kanaat etmeyince biberin genlerini değiştirip dört mevsim biber yeme hırsına düşmüş ve fakat biberin fıtratına zulmetmiştir. Şimdi düşün bakalım plastik görünümlü, pürüzsüz, lekesiz görünümlü kış mevsiminde yetiştirilen bu biberler ne kadar besleyicidir acaba?
-Başka bir örnekle çerçeveyi genişletelim.
-Patronuyla veya amiriyle aynı duygu, düşünce ve görüşü benimsemeyen memur ve işçilere yapılan çeşitli şekillerdeki baskı, onları dinlememe, görmezden gelme, işten çıkartma, yer değiştirme hareketleri de zulmün başka çeşididir.
-Bir ebeveyn düşünün ki ailesi için çalışıp helal rızık temin etmek ve aile bireyleri için yapması gereken maddi ve manevi işleri yapmak yerine hoyratça bir yaşamı seçmesi o aileye yapılan bir zulümdür. Hem de en yakını tarafından.
-Doğal hayata yapılan her bir yersiz ve bozguncu müdahale de tabiata yapılan zulümdür.
-Çarpık şehirleşme, hapishaneye dönüştürülmüş mahalleler, yeşile hasret sokaklar, yaşamaktan başka her şeye benzeyen metropol yaşamları, trafikte bekleyerek geçirilen zamanlar insanın kendi elleriyle yaptığı zulümdür.
-Günümüzde yaşanan sıra dışı bir zulüm ise Müslümanların İslam’a yaptıkları zulümdür. Bir dine en büyük zararı dışarıdakiler değil yine kendi müntesipleri, inananları yapabilir. Hristiyanlıkta Aziz Pavlos’un kendi dinine yaptığı zulmün bir benzerini bugün bizim dünyamızda hangi sıfatları kullananlar yapmaktadır? Yahudiliğin başına gelen de tam bu zulüm değil miydi?
-Dini ana kaynağından uzak bir niyet ve ritüellerle yapmak, ona birtakım ibadetler yüklemek, aslını anlamanın zor olduğunu ilan etmek, Allah’la aldatma tekniklerini kullanarak inananları maddi ve manevi olarak sömürmek, Allah ve Resulünden roller çalarak oluşturulan ruhban algısıyla farklı bir dini yaşantı ortaya çıkarmak gibi. Daha çok şey yazılabilir.
-Bir zamanlar bir gurup zalim başörtüsünü yasakladı. Onunla yetinmedi başörtülü kızların okuma haklarını da ellerinden aldı ve bu zulmün altına imza attı.
-Gün geldi yasaklar kaldırıldı. O dar sokaktan çıkıldı ve özgürlüğe kavuşuldu. O arada başka bir zalim baş örtüsü ve diğer kıyafetleri moda sektörüne malzeme yaptı. Artık örtünmenin algoritması değişmişti. Hangi markayı kimlerin giydiği ya da giyebildiği algıları kulaktan kulağa dolaştı. Toplumsal statüye kurban edildi masum bir örtü.
-Bu arada hangisi daha zalim sizce? Yasaklayan mı? Onun moda haline getirip içini boşaltan içimizdeki brütüsler mi?
-Peki örtünmeyen kadınların da zulmü yok mu sizce? Cinsiyetinin reklamını yaparcasına sokaklarda arz-ı endam eden ve ilgi çekme adına çeşitli ürün ve yöntemleri kullanan kadınlar iki kere zulmediyor. Birinci olarak kendi cinsini kışkırtırken, diğer yandan da karşı cinsin hislerini ve hormonlarının harekete geçmesine sebep olmaktadır.
-Halbuki her iki cins de sadece insani duygularla insanca giyinip sokağa çıksa hasta kafalılar hariç kimsenin ilgisini çekemezler. Kimseye açıl ya da örtün diye bir emir cümlesi yazamam. Sadece her nasılsanız insanca hareket ediniz.
-Ey haddini bilmez erkekler, siz de gözleriniz ve bakışlarınızla kimseye zulmetmeyin. Gözleri haramdan korumak erkeklerin en ahlaki vazifelerindendir.
- Peki, insan kendi bedenine zulmediyorsa bunun kaynağı nedir? Yani bize zulmettiren güç nedir?
- Hemen bir ayetle cevap verelim: “Zulmedenler, bilgisizce hevalarına (isteklerine, arzularına) uydular. Artık Allah'ın şaşırdığını kim yola getirebilir? Onların yardımcıları da yoktur.” (Rum Suresi 29. Ayet)Aslında nefsi insana zulmetmiyor, insan kendi nefsine de zulmediyor.Nefsimiz normal durumlarda nötr haldedir, tarafsızdır fakat şeytan ve isteklerimiz onu olumsuz yönlendirdiği zaman sanki biz nefsimize uymuşuz zannediyoruz. Kur’an bu düşünceye şu ayetiyle delil olmaktadır: "Rabbim, gerçekten, ben kendi nefsime zulmettim, artık beni bağışla." (Kasas Suresi 16. Ayet)Bu ayetin içeriği Hz. Musa’nın yaptığı bir itiraftır.
- Zulmetmenin bir başka ilginç boyutu da temiz bilgiye zulmetmektir. Bildiğiyle amel etmemek de bir zulümdür nihayetinde. Temiz, faydalı bilginin yeri onu hayata yansıtmaktır. Onunla amel etmeyenler Cuma Suresinin 5. Ayetinde eşeklere benzetilmişlerdir: “Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.” Ayette her ne kadar Tevrat’tan örnek verilse de biz de Kur’an’a muhatap olduğumuz için durum bizi de kapsamaktadır. Dikkat edilirse ayetin son cümlesinde zalimler topluluğundan bahsedilmiştir. Rabbim bilgiye zulmetmekten bizleri korusun.
-İşin özü zulmün tarifi;bir şeyin hakkını vermemektir. Yaptığımız işi iyi yapmıyorsak hakkını vermiyoruz ve o işe de işi ilgilendiren her türlü varlığa da zulmetmiş oluyoruz. Bu bakış açısını toplum hayatımızda her alana yansıtmamız gerekmektedir.
Manidardır ki adaletin simgesi eşit kollu terazidir ve bu da dengeyi, hakkını vermeyi temsil eder. Harama el uzatanlar elin hakkını yemiş, masuma dil uzatanlar hem dilin hakkını hem de masumun hakkını yemiş olurlar.
- Kıymete kanaat etmek… Allah’tan gelene riayet etmek. Yoksa öbür tarafta köşe bucak kaçacağız: “Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da (o azaptan kurtulmak için) hepsini feda ederdi. Ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir ve hiçbirine zulüm yapılmaz.” (Yunus Suresi 54) ve o gün: “Artık o gün zulmedenlere mazeretleri fayda vermeyecektir. Onların dertlerinin çaresine de bakılmayacaktır.” (Rum Suresi 57)
- Rabbim bizleri de değer verdiklerimizi de zalimler topluluğundan olmaktan korusun. Bizlere el-Adil ismiyle adaletle yaşamayı ve adaletli davranmayı nasip etsin. İşin hakkını bilen ve onun değeri nispetinde yerine getirmeye gayret etme konusunda en-Nasîrismi ile yardım etsin. Rabbim bizleri zulme uğramaktan el-Hafîzismiyle korusun inşallah. Rabbim, dualarımızı el-Mucîbismiylekabul eder inşallah.
Hoş olun, Hoşça kalın, Hak ve adaletten tarafta kalın,
Allah’a emanet olun.