ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Demre’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kaygusuz Abdal
Müslüman Türklerin Anadolu’ya yerleşmesine ve Anadolu’yu İslamlaştırmasına tahammül edemeyen Hristiyan Avrupalılar, Türkleri Anadolu’dan çıkarmak için 1096-1272 yılları arasında Müslümanlar üzerine tam dokuz defa Haçlı Seferleri düzenlediler. Haçlı Seferleri ve sonrasında 1243-1335 yılları arası 92 yıl boyunca Anadolu tekrar Moğol akınları ile baştan ayağa yağmalandı, hiçbir yerde can ve mal güvenliği kalmadı. Bu şartlar altında Anadolu irfanının mayasını oluşturan, müminleri mânen ihya eden, Allah’ın mümtaz bir kulu olmayı öğütleyen Ahîler ve Abdallar tüm gayretleriyle seferber oldular. Ahîlik, yalnız dünya değil, hem dünya hem de ahireti beraber yürütmeye çalışan dinî-iktisâdî bir teşkilattı. Ahmed Yesevî’nin yetiştirdiği Abdallar’ın bağlı bulunduğu Yesevîlik tarikatından da Anadolu’da Baktâşîlik, Melâmîlik, Nakşibendîlik ve Bayrâmîik gibi millî tarikatlar doğdu.
Abdal Musa ve Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı bölge o dönemde Teke İli’dir. Teke İli günümüzde; başkenti Antalya ili olan ve Alanya, Finike, Kaş, Kalkan, Gömbe, Elmalı, Korkuteli ve Serik kazalarını içine alan bölgenin adıdır. 1361-1373 ile 1402-1423 yılları arasındaki işgaller sırasında başkent Korkuteli olmuştur. Tekeoğulları’nın bölgedeki hakimiyeti 1300 – 1423 yılları arası toplam 123 yıldır. Selçuklu Devleti’nin çöküşünden sonra Teke İli Hamidoğulları’na dahil edilmiştir. Hamidoğulları’nın son beyi Osman Bey öldürülünce de Teke İli tamamen Osmanlı Devleti’ne geçerek Livâ-i Teke adını almıştır.
Kaygusuz Abdal’ın yaşadığı dönemin bir bölümünde Teke İli’ni Mevlânâ Şemseddin İbni Muhammed el-Fenârî yönetmekte idi. Kaygusuz Abdal’ın şiirinde yer alan Fenârî, II. Murad devrinde şeyhulislam oldu ve 1424-1430 yılları arasında Edirne’de şeyhülislamlık yaptı.
Kaygusuz Abdal’ın hayatı ile alakalı bilgilere Mehmet Fuad Köprülü, Muhtar Yahya Dağlı, Vahit Lütfi Salcı, Rıza Nur, Sadeddin Nüzhet, Rudolf Tschudi, Jacob Hallauer ve Abdurrahman Güzel’in neşrettiği menâkıbnâmelerden ulaşılmaktadır. Söz konusu menâkbnâmelerde Kaygusuz Abdal’ın doğumu ve çocukluğu ile alakalı herhangi bir bilgi yoktur. O, Alâiye (Alanya) Sancağı Beyi’nin oğludur ve asıl adı Gaybî’dir. Rıza Nur’un yayınladığı menâkıbnâmede onunla alâkalı şu ifadeler yer almaktadır:
“Gayî Beg, gâyet ‘âkil, ‘ârif, ‘âmil, kâmil ve tüvâne (güçlü, kuvvetli) idi. On sekiz yaşında onunla kimse mukâbele durup bahs edemezdi. Zîrâ çok kitaplar okumuştu, ‘ulûmu bi’t-tamâm (bütün ilimleri) bilirdi ve hem ziyâde pehlivan idi, zûr-i bâzûya mâlik (kolu kuvvetli), at üzerinde, silahşörlükte, ok atmakta ve kılıç çalmada ve gürz salmakta ve sünü oynamakta hünermend idi. Bunun gibi işlerde nazîri (benzeri) yok idi. Ve her dâim kendi kullarıyla (adamlarıyla) çevre etrafında olan dağları şikâr (av) ederdi. Bebür (benekli kaplan), ve peleng (kaplan cinsi) ve kaplan ve gözü her ne görse kurtulmazdı.”
Gaybî Bey, babasından izin alarak birkaç kişiyle avlanmak için Alanya’dan yola çıktı. Manavgat-Serik-Aksu-Aknik Köprüsü’nden geçerek Antalya’ya, oradan Kepezbaşı’nagelince bir ceylan gördü. Attığı ok ceylanın ön sol koltuğuna saplanır, onu yakalamak için peşinden Yenice-Barutlu-Yazır-Söğütçük-Korkuteli-Yokoman Beli- Beyis Ovası-Öküz Gözü-Sabanca-Elmalı Boyları güzergâhından Tekke Köyü’ne geldi. Ceylan Abdal Musa’nın tekkesine girince, Gaybî Bey’de arkasından dergâha girerek dervişlere geyiği sordu. Dervişler ceylanı görmediklerini söylediler ve Abdal Musa’ya Gaybî Bey’in avını istediğini haber verdiler. Abdal Musa, Gaybî Bey’i huzuruna aldı, konuyu kendisinden dinledi ve ona “Okunu tanır mısın?” diye sordu. Gaybî Bey, “tanırım” deyince, Abdal Musa koltuğunun altına saplanmış oku gösterdi. Gaybî Bey okun kendisine âit olduğunu anlayınca Abdal Musa’nın ellerine sarılarak öptü ve kendisinden özür diledi. Abdal Musa, koltuğunun altına saplanmış oku çıkarıp Gaybî Bey’in önüne koydu şöyle dedi: “Dergahımızda itizar ehline lütuf ve ihsan kapısı her zaman açıktır. Biz geçtik suçundan, bir daha böyle etmeyesin, her gördüğün câna ok atmayasın.”
Gaybî Bey, bu olaydan sonra Abdal Musa’nın kendisini hizmetine kabul etmesi için tazarru ve niyazda bulundu, o da kendisini girmek istediği yolun çetin şartlarını anlatarak kabul etti. Gaybî Bey’in başı tıraş edildi, tac ve hırka giydirildi, tekkede yer gösterildi, bir posta oturtuldu.