(Lanckoronski’nin ‘Pamfilya ve Pisidiya Tarihi’ ile Charles Texier’in ‘Küçük Asya’ eserinin Antalya’ya ait parçaları hakkında Müze Direktörü Bay Süleyman Fikri Erten’den aldığımız yazıyı neşrediyoruz. Yabancıların, yurdumuza dair yazdıkları yazılardaki yanlışları düzeltmek bakımından yapılan bu tenkitleri çok faydalı buluyoruz. Gösterdiği alaka ve hassasiyetten dolayı Üstada teşekkür ederiz. Dergi)
Derginin birinci sayısında (Şubat 1937) Lanckoronski ve Charles Texier tarafından yazılmış eserlerin tercümelerinde gördüğüm müelliflerin tarihi hatalarını düzeltmeyi ve dergimiz okuyucularına hakikati göstermeyi bir vazife addederim.
Dergi: Sayfa 9 – Sütun 2 – satır 21 de Lanckoronski’den naklen ‘şurada Arap yazısı ile bir mermer üzerinde oyulu bir ayet ve beyit vardır’ deniliyor. Antalya surları üzerinde mevcut kitabelerde hiçbir ayet ve beyit yoktur. Herhalde müellif Arapça olan Selçuk kitabelerini Kur’an’dan bir ayet ve birtakım beyitler zannetmiş olsa gerek.
Daha aşağısında: ‘Beride İran ve Asurî sanatı ile yapılmış rölyef halinde bir arslan Selçuk İmparatorluğu’nun münkariz olmuş ihtişamını hikaye etmektedir’ deniliyor. Vilayette bulunan Selçuk kervansaraylarında da böyle bir eser mevcut değildir. Yalnız Burdur’a tâbi ve Bucak kahvesi civarında bulunan Selçukîler ‘İncir Hanı’ kapısının iki tarafındaki cephe duvarlarında kabartma olarak iki ‘sirhurşit’ rölyefi görülmektedir.
Daha aşağıda: ‘Şu kapının üzerinde kareli bir zemin üzerinde bir başka arslan gözümüze çarpıyor. Bu, kim bilir hangi Ehlisalip (haçlı) prenslerinden birinin armasıdır’ deniliyor. Antalya’da bir Ehlisalip arması yoktur. Zaten Antalya’da yalnız ikinci Ehlisalib’in bir kısmı uğramış ise de ancak birkaç gün eğlendikten sonra deniz tariki ile Arabistan’a doğru gitmişlerdir. Antalya’da yalnız Kıbrıs şövalyelerine ait iki arslanlı bir arma vardır ki, tahmin edildiğine göre 1361 miladi yılında Antalya’yı zapteden ve kitabesi müzede bulunan Kıbrıs İmparatoru Petro’nun arması olsa gerek.
Daha aşağıda: ‘Orada Kahire’deki emsali ile müsabakaya girişebilecek kadar güzel tezyinatlı bir Arap kapısı’ denilmektedir. Antalya’da bir Arap kapısı yoktur ve olamaz. Çünkü Antalya Araplar tarafından istilaya uğramamıştır. Bilahare Selçukî veya Osmanlı devrinde yapılmış demekte de hiçbir münasebet yoktur. Her ne kadar Harun Reşid, Girit’e icra eylediği bir seferden dönüşünde donanması fırtınaya tutularak sahile yanaşmaya mecbur olmasından dolayı ‘Demre’ limanına girmiş ve oraları muvakkat bir zaman için zaptetmiş olduğu tarihlerde görülüyorsa da Antalya’nın böyle bir istilaya uğramamış olduğu tarihlerde görülmektedir. Kısası Enbiya’nın ‘291 hicrî yılında Halife Müktefa Billah tarafından sevkolunan Tarsus gazileri Rumlar ile cenk ettiler ve Antalya beldesini fethettiler’ demesi hiçbir esasa istinat etmediğinden buna doğru nazarı ile bakılamaz.
Charles Texier’den naklen derginin 12. sayfasının birinci sütununun 27. satırında deniliyor ki: ‘Selçukîler, Yunan-ı kadimin bıraktığı burçları ve kaleleri tamir etmişlerdir’ Antalya’da Yunanîlere ait kale ve burçlardan bir tane bile yoktur. Antalya’nın tesisi, Yunan devrinden sonra olması buna en büyük delil teşkil eder.
Daha aşağıda: ‘Şüphesiz Birinci Sultan Murat tarafından inşa ettirilmiş olan iki üç cami oldukça güzeldir’ deniliyor. Burası tarihle hiç kabil değildir. Çünkü Birinci Murat 1325’ten 1389 tarihine kadar hükümdarlıkta bulunmuştur. Halbuki Antalya’nın Osmanlılar’a geçmesi daha sonra ve Yıldırım zamanındadır. Binaenaleyh Fetihten önce, değil birkaç hatta bir tane bile cami yapılamayacağı şüphesizdir. Zaten yalnız Antalya kasabasında değil; Vilayetin hiçbir yerinde Osmanlı padişahlarına ait bir cami yoktur. Yalnız Alanya’nın kale içerisinde onuncu padişah Süleyman’a ait bir cami vardır. (Süleyman Fikri Erten, TürkAkdeniz Dergisi, Nisan 1937, 2. Sayı, syf. 9-11)