ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Finike’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kaygusuz Abdal’ın Eserleri
Kaygusuz Abdal’ın manzum olarak; Dîvan, Gülistan, Mesnevî-i Evvel, Mesnevî-i Sânî, Mesnevî-i Sâlis, Gevher-nâme, Dolab-nâme, Salât-nâme, Minber-nâme; mensur olarak; Budala-nâme, Miğlâta-nâme, Vücud-nâme, Risâle-i Kaygusuz Abdal; manzum-mensur eserleri; Sarây-nâme ve Dil-guşâ’dır ve toplamda 15 eseri vardır.
7. Dolab-nâme: Dolab-nâme’nin Mevlana Müzesi Kütüphanesi, İstanbul Miller Kütüphanesi ve hususi kütüphanede birer nüshası bulunmaktadır.
Eserde geçen dolap, nehirden su çıkarmaya yarayan ağaçtan yapılmış çarktır. Istılâhi mânâda ise, Allah’a teslimiyet, Allah aşkı, Allah’tan aldığını insanlara vermektir. Dolab-nâme; Allah aşkının sorulu-cevaplı manzum olarak terennüm edildiği esere verilen isimdir.
Kaygusuz Abdal’ın Dolab-nâme’yi yazma sebebi şöyledir: Kaygusuz Abdal talebeleriyle hac görevini tamamladıktan sonra memleketlerine, Anadolu’ya dönmek üzere Mekke’den Medine’ye yola çıkarlar. Medine’den Şam’a, oradan da Nik beldesi ve Humus Kalesi’ne gelirler. Asi nehri kenarında mola verirler. Asi nehrinin üzerinde bir dolap su çekmektedir ve iniltisi uzaklardan dahi duyulmaktadır. Dolabın iniltileri kendisine tesir eden Kaygusuz Abdal’ın gönlü çoşar ve Dalob-nâme kasidesini söyler ve kaside “Muhammedî dolab” olarak literatüre geçer.
Kaygusuz Abdal dolaba sorar: “Neden bu suya yüz sürersin, bağrın neden delik, gözlerin yaşlıdır, bu zorluğa neden uğradın?”
Dolap cevap verir: “Bana bu soruyu soran kişi aç kulağını iyi dinle. Ben yaylalarda yüce bir dağda idim. Boyum altmış arşından uzun, gövdem on insanın kulacından genişti. Dallarım, budaklarım göklere erişirdi. Dokuz ay boyunca bin türlü kuş ötüşür, dallarımda yuva yapardı. Ben böyle zaman geçirirken kader erişti ve bir kişinin baltasıyla yıkıldım, yüz üstü düştüm, kolum kanadım kırıldı. Boynuma ipi taktılar, yerlerde sürüdüler, ayaklarıyla bastılar. Bağrımı Eyüp peygamber gibi kurtlar yedi, Zekeriya peygamber gibi biçildim. Demir çivileri yüreğime çaktılar, beni dolap çarkı yaptılar. Dolap oldum, gece gündüz dönerim, yuvam su üstü üstünde oldu. Dost diyerek inlerim, gözümün yaşı sulara karışır. Bu dünyada devran kime dost olduysa sonra bağı kalmadı. Felek kime bir kaşık bal verdiyse, sonuç bir tas zehir oldu. Dünya hâkimi Süleyman kara toprağa düştü. İskender, Rüstem, Hüsrev, Sâm hiçbiri kalmadı. Bekâ yurdu değildir bu, fenâ yurdudur, örümcek tuzağıdır.”
CEVÂB-DÂDEN-İ TOLÂB
BABA KAYGUSUZ SULTÂN
Tolâb eydür eyâ çeşmüm çerâgı
İşidmege cevâbum aç kulagı
Benüm budur sorarsan ser-güzeştüm
Ki ben yaylarıdum bir yüce tagı
İrişmezdi boyuma altmış arşun
Belüme dahı on âdem kucağı
Geçürmişdüm serâdan göklerümi
Ŝüreyyâya yitürmişdüm budâgı
Tokuz ay derneşüb bin dürlü kuşlar
Budagumda tutarlardı otağı
Öterdi tûti (vü) kumrî vü dürrâc
Geçürdüm bir zamân bu niçe çagı
Hevâ murg-ı kebûter bagun gezerken
Örülmiş ‘ömrı kuşunun tuzağı
Kazâ irdi meger dest-i kaderden
Ki bir şahs irişüb çaldı bıçağı
Yıkılub yatdum ol dem yüzüm üzre
Kırıldı kalmadı budum budağı
Delüb boyuma takdılar kemendi
Sürüdiler tolandum her sokağı
Nice müddet sokaklarda yüzime
Gelüp geçen basarlardı ayagı
Yidi Eyyûb veş bagrumı kurtlar
Ciger kanun döker çeşmüm kapağı
Zekeriyyâ gibi biçüb belümden
Tolâb içün düzeltdiler yaragı
[39] Temür mıhlar dokunub yüregüme
Kazâ desti-y-ile çarhun çomağı
Dolâb oldum gice gündüz dönerem
Su üstinde tutar oldum otağı
İnilerem dün [ü] gün dost diyüben
Gözüm yaşı sular bûstânı bagı
Kime dōst oldı devrân bu cihânda
Ki sonra olmadı anunla bagı
Felek kime tadurdı bir kaşık bal
Ki sunucı sunar tas-ıla agı
Süleymân’un sürerdi tahtına yil
Kara topraga koymışdur yatagı,
Sikender(dür) ki cihânı Kâf-ber-Kâf
Tutub hükmine sürerdi yasagı
Girüb zulmetde ister âb-ı hayvân
Tolu zehr ile sundılar bayağı
Cihânda varlıgı başdan başa hep
Fenâ yurdı durur mihnet ocagı
Kanı Rüstem kanı Hüsrev kanı Sâm
Belürmez birinün ucı bucağı
Bekâ yurdı degüldür ki bekâsun
Fenâ ehli tutar bunda otağı
Bu dünyâ bir büyūtü’l-‘Ankebūt’dur
Pes oldı mekeslerün tuzağı
Olublar Gaybî bunda tekye kılan
Hakk’un fazlı durur ancak tayagı
Sabır seccâdesin altına salmış
Tükeliden kuşanmışdur kuşağı
Sözüni Kaygusuz ârife söyle
Ne bilsün şekkeri tana buzagı