ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Finike’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kaygusuz Abdal’ın Eserleri
Kaygusuz Abdal’ın manzum olarak; Dîvan, Gülistan, Mesnevî-i Evvel, Mesnevî-i Sânî, Mesnevî-i Sâlis, Gevher-nâme, Dolab-nâme, Salât-nâme, Minber-nâme; mensur olarak; Budala-nâme, Miğlâta-nâme, Vücud-nâme, Risâle-i Kaygusuz Abdal; manzum-mensur eserleri; Sarây-nâme ve Dil-guşâ’dır ve toplamda 15 eseri vardır.
10. Budala-nâme: Kaynaklarda; Delîl-i Büdelâ, Defter-i Âşikân, Siyer-i Sâdikân ve Hayâl-i Nâdân isimleri ile de kaydı bulunan söz konusu eserin pek çok yazma nüshaları ve baskılarıda mevcuttur.
Kaygusuz Abdal, tasavvufi konularda kaleme aldığı eserine, marifetullahı (Allah’ı tanımak) akl-ı maaşın (dünyada geçim işini düşünen akıl) anlamadığını, bu yolda akl-ı maaşın anadan gözsüz, dünya ve ahirette kördür. O bilmez ki bu yerden ve gökten başka bir yer ve gök daha vardır. Onda Allah’ın türlü türlü yaratışları vardır, iki direkli bir şehirdir, o şehire girmeyen Allah’ın sırrından hiçbir şey duymaz. Akl-ı maaş, ariflerin gecesinin Kadir ve gündüzlerinin bayram olduğunu bilmez. Bu ilmi akl-ı meâd (ahiret aklı) bilir, herkese nasip olmaz. Batın ilminden çok az insanın haberi olur.
Bir saat alim ve arif sohbetinde bulunmak, bin yıl kendi başına ibadet ve riyazat etmekten hayırlıdır. Allah Teala şöyle buyurur: “Rabbinin katında bir gün sizin saydıklarınızdan bin yıl gibidir” (Hacc sûresi, 22/47) Hiç kimse alim ve arif (mürşid-i kâmil) sohbetine girmeden murad ve maksuduna eremez. Mürşid-i kâmil sohbetine girmeyenin gönlü buğz ve can sıkıntısı ile dolar ve erenlerin sözlerine “küfür sözleri” der, sayıları az iken bunları yok etmek gerekir anlayışıyla çalışır durur. Ama Allah erleri kırmak ile tükenmez.
Kaygusuz Abdal, göz ile görüp inandığı ve bildiği şeyleri söylediğini ifade eder. “Bana yoldaş olan beni anlar” der. Bilenden sormak ayıp değildir. Sözün aslı da “Sen seni bil” demektir. Zira kendi özünü bilene atası kanı helal, kendisini bilmeyene anasının sütü haram ve her yediği abestir. Fırsat elde iken ömrünü heba etme, yar ve yoldaşlarından uzağa düşme. Amel eyle, asli vatanına giderken alıp gidesin. Bir mürşid-i kâmile eriş arif ol, ilim ve gönül ehlinin sohbetine gir. Tâ ki gönlünden marifet çeşmeleri açığa çıksın, ahiret sıkıntılarından emin olasın. Halkı dünya şehveti, şöhreti ve zineti aldatıp, tuzağı ve hilesi onları mahrum bırakmakta, kendi hallerinden haberleri olmamaktadır. Halkın sana “iyisin” dediğine aldanma, eşek, sığır, hınzır ve maymun suretinde haşir olma.
Çok pişman olmadan mürşid-i kâmile eriş ve ariflerin elbisesini giy. “Oraya giren kişi huzur ve güvene kavuşur” (Âl-i İmran, 3/97) yani evliyaullah zümresine dahil olup emin olur. Gel şimdi gönlü eline al, ilm-i Rabbânî kitabından oku. Gönlündeki devlet ayını ve saadet güneşini gör. Tâ ki gözünden gaflet örtüsü gidip Hakk kitabı âşikar olsun. Vücudun karanlığından aydınlıklar saçılsın.
Olma sakın kelle göz
Dinle kabul eyle söz
Harâbat ehli o kimselerdir ki ölmeden önce ölenlerdir. “Ölmeden önce ölünüz ve hesaba çekilmeden önce kendinizi hesaba çekiniz” (Aclûnî, Keşfu’l-Hafâ, II/402) İçi maşuk, dışı aşık olanlar bunlardır. Bunlar havf ü recâdan/korku ve ümitten kurtulup hayr ve şerden geçmişlerdir.
Bilen bilür bilmeyen bilmez bilüri
Sen seni bilmez isen bulagör bir bilüri
Kaygusuz Abdal, Budala-nâme adlı eserine şöyle devam eder: “Gel imdi sen sana insaf eyle! Nice kerre sana didigüm budur ki fursatun elde iken âhiret marazlaruna ilâç idesin. Tâ ki ol korkulu menzilde emîn olasın.Yohsa yâr u yoldaşlarun sâz u handân selâmetde olalar. Dahı sen gamu gussa ile dürlü dürlü belâlara giriftar olub kalursın. Ol vakit çok peşîmân olasın. Amma fâide itmeye.
Pes imdi fursâtun elde iken nâdanlığı bırak. Dânâ ol. Kendüni arifler ve ehl-i diller sohbetine ve meclisine lâyık eyle. Mürşid-i kâmile iriş. Tâ ki dünyâ ve âhiret marazlarından emin olasın. Bu kerre tâlib pîr-i kâmil’i bulduktan sonra ‘ışkı delîli de özin bilüb arif olub Hakk’ı vücûdunda bula, hulkı Hazret-i Muhammed’e, huyı Hazret-i Alî’ye benziye. Deniz gibi derin ola. Yir gibi sâkin ola ve od gibi çig pişüre, su gibi daim bir yola aka. Ve yil gibi her yiri seyrân eyleye. Tedbîri elden salub takdîri bile. Tâ ki ömrün zâyi itmemiş ola. Zirâ Hazret-i Alî her gâh Peygamber Aleyhisselâm’ı halvet buldukça eydür kim:
“Yâ Resulallah ne amel idem ki ömrümi zâyi itmemiş olam?” Hazret-i Resul Sallallahu Aleyhisselâm eydür ki:
“Hakk’ı bulmak istersen kendüni bil, arifler sohbetine gir. Sâdık olub sözi tasdîk eyle. Bir dilden iki söz söyleme Kimseye mekr ü hîle eyleme. Kendüni ne sanursan, halka dahı anı san. Bir kimseyi, rencîde idüb hor u hakîr bakma. Elün ile komadıgun şeyi götürme. Dâima özün özüne devşir. Heman kendüni bildün ve Hakk’ı buldun. Bu kerre seyrün arşa ferşe irer. Ömrini zâyi’ itmemiş oldun!” dir.”