ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Finike’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kaygusuz Abdal’ın Eserleri
Kaygusuz Abdal’ın manzum olarak; Dîvan, Gülistan, Mesnevî-i Evvel, Mesnevî-i Sânî, Mesnevî-i Sâlis, Gevher-nâme, Dolab-nâme, Salât-nâme, Minber-nâme; mensur olarak; Budala-nâme, Miğlâta-nâme, Vücud-nâme, Risâle-i Kaygusuz Abdal; manzum-mensur eserleri; Sarây-nâme ve Dil-guşâ’dır ve toplamda 15 eseri vardır.
13. Risâle-i Kaygusuz Abdal: İstanbul Belediye Kütüphanesi’nde tek nüsha hâlinde olan ve günümüze kadar başka bir nüshası tespit edilemeyen Risâle-i Kaygusuz Abdal, Kaygusuz Abdal’ın mensur tercüme eseridir. Söz konusu eser, Âsitâne-i Yeni Bağçe şeyhlerinden Bende-i Kazlı Çeşme es-Seyyid İsmail Hakkı tarafından 1280/1864 yılında istinsah edilmiştir.
“Hâzihi er-Risâletü Kaygusuz Abdal kaddesallâhu sırrahu’l-‘azîz” şeklinde başlayan esere tasavvuf ilmine ilm-i ledünnî-i ilâhî ve ilm-i Rabbânî denildiği açıklamasıyla giriş yapılmış ve bu eserin; tarîkatın başı, hakikat yolunun rehberi, tam bir mürşid-i kâmil ve gerçek bir kutup ve âriflerin sultanı ve Hakk’ın fazlının -Allah onun ruhunu takdis etsin- mübarek konuşmalarından sadır olduğu belirtilmiş ve Türkçe’ye tercüme edildiği izah edilmiştir. Tercüme edilen kitabın kime âit olduğu konusunda herhangi bir açıklama bulunmamaktadır. Gönül ehli ve doğru sözlü olanların anlayıp istifade edeceği, taklitten kurtulup cehaletten halas olacağı, kıyamet sabahına kadar durup yüzü ak ve üzüntü ve kederden uzak, sevinç ve mutlulukla kabrinden kalkacağı müjdesi verilmektedir.
Eserde, “Ahiret dünya ehline haramdır, dünya ahiret ehline haramdır, dünya ve ahiret ise Allah’ın ehline haramdır” anlamındaki hadis-i şerifin devamında, Allah ehlinin Allah’ın cemâline âşık olduğu, bundan dolayı onlara dünya ve ahiretin haram olduğu, onların dünya ile sevinmedikleri, ahiret için korku çekmedikleri, onların güzel yüzlerine bütün varlığın âşık olduğu açıklamasından sonra, Yusuf sûresi 4. Âyeti celîlede yer alan “…On bir yıldız, güneş ve ayın bana secde ettiklerini gördüm” âyeti verilir. Açıklama şöyle devam eder: Yusuf’un güzel yüzünde parlayan iki cihan güneşi Muhammed Mustafa’dan (sav) parlayan ilahî nurdur. Yusuf ve Âdem’e secde edilmesinin sebebi de budur.
İşte bu cemale sahip biri de Mehdî’dir ki âhir zamanda zuhur eder. Peygamberimiz sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurur: “Ahir zamanda Horasan cânibinden İsa sıfatlı bir kimse zuhur ede. Ve Livâü’l-hamd ki benim alemimdir getirip gelse gerektir. Siz ol alemden yana gidin. Eğer çocuk gibi emekleseniz dahi” Zira o vakit yeryüzüne Mehdî’nin askerleri sahip olur, adalet her yeri kaplar.
Mûsa’nın (as) kavmine İsâ’yı (as) haber verdiği gibi İsa’da (as) kavmine şöyle demiştir: “Atam katına gidiyorum. Bir nice zamandan sonra Benî Hâşim kavminden âhir zaman peygamberi gelse gerektir. İncil’de adı Muhammed’dir. Bir nice zamandan sonra ben onun mümmeti suretinde gelip onun kıblesine namaz kılsam gerek ve onun alemi ki Livâü’l-Hamd’dir. Getirip ol Mehdî sâhib-i zaman ben olsam gerek.”
Eserin devamında Muhammed Mustafa’nın (sav) peygamberliği ve Mehdî’yi müjdesi, Ak Minare’den İsa’nın (as) inişi, Âdem’in (as) ve Muhammed’in (sav) cemalinin Beytullah ve Beytü’l-Ma’mûr olduğu, salih kulların yani mürşid-i kâmillerin marıfetullaha sahip olduğu ve enbiyalar ve evliyalar ile birlikte oldukları, Peygamberin (sav) mirasına varis ilahi sırlara vakıf halife oldukları anlatılmakta ve Şeyhu’l-İslam Yahya b. Ammar ile Abdullah Ensâri arasındaki konuşma ile kitap tamamlanmaktadır.