ANTALYA’DA ABDALLIK, BEKTÂŞÎLİK VE ALEVÎLİK
(Yazı dizimizin konusu; Antalya Elmalı ve Finike’de türbeleri bulunan ve son dönemde Bektâşî/Alevî oldukları iddiası galat-ı meşhur hâline gelen Abdal Musa, Kaygusuz Abdal ve Kâfi Baba’nın kendilerine ait olan veya kendi yazdıkları eserlerden hayatları ve tasavvufî görüşleriyle Bektâşî/Alevî olup olmadıkları konusunun açıklığa kavuşturulması üzerine olacaktır.)
Kâfî (Kef) Baba ve Tekkesi:Kâfi Baba’nın asıl ismi Abdal Kef’tir.Abdal Musa’nınVelâyetnâme adlı eserinde “Abdal Kef” şöyle yer almaktadır: “Bir gün sabahleyin Abdal Musa Sultan otururken: “Abdallar, size bir kişi geliyor, gafil olmayın” dedi. Abdallar: “Ne yapmak gerek Sultanım?” dediler. Sultan: “Şöyle güzel bir ateş yakın, tekke iyice ısınsın, mutfağa ateş yakın, koyu koyu dumanlar tütsün. Ve suyu sık sık ulaştırın, carınızı çekin, her erkânımız yerine gelsin. O gelen adama sofra döşeyin.” dedi. Bir bir baktılar, gözetlediler, bir kişi akşama yakın geldi. Abdallara şöyle dedi: “Abdallar! Sizinle üç gün üç gece oturup yemek yiyelim.” O gün yemek gelmedi. Sabah olunca, yemek gelir diye fırına, mutfağa bakarlardı. Üç gün böylece geçti, yemek gelmedi. Dördüncü günü, bu konuk çok acıktı, ötekilere danışarak: “Buna gerçek veli diye geldik, her dilden anlasa gerek. Biz bunu kendi dilimizce söyleyelim” dedi. Yanındakiler: “N’ola, söyle” dediler. Farsça olarak şöyle söyledi: “Âteşgerm, âbbisyâr,nânnîst hoş Abdal Musaest.” (Ateş sıcak, su çok, ekmek yok, Abdal Musa mutlu) Abdal Musa Sultan karşılık olarak: “Ez meyân-ıdermeyânhezâreşrefî ber hadd-i abdal AbdalKefest” (Burada bin altını ortaya koyacakabdallık sınırında olan Abdal Kef’tir) dedi. Abdal Kef’in can başına sıçradı, kalkıp yürüdü, gidip altını bir pisliğin altına saklayıp geldi ve: “Altın yerinde yoktur” dedi. Abdal Musa Sultan: “Bre varın Abdallar, pisliği pisliğe karıştırdı” dedi. Öyle deyince, İranlı hemen kalktı, altını getirdi. “İşte Sultanım, başka yoktur” dedi. Abdal Musa Sultan: “Gidin abdallar, bu altınla yiyecek alın, bir tanesini bile artırmayın” dedi. Abdallar gidip altının hepsini pirince, yağa verdiler, bir günde yedi kez yemek pişirdiler. Zerdenin balı, yağı tükendi. Abdal Kef tasalandı. Aşçı: “Niçin tasalanırsın, bunda bir hikmet vardır. Efendimize görünelim, görelim ne buyurur!” dedi. Abdal Musa Sultan: “Niçin üzülürsünüz, gidin şu pınardan bal alın, şu pınardan da yağ alın, götürüp yemek pişiriniz” dedi. Yemek pişirdiler, yediler. Sofra kalktıktan sonra Abdal Musa Sultan: “Pınarlar böyle yağ, bal olup akarlar mı ki?” diye sordu. “Akarlar sultanım” dediler. “Gelin, biz de gidip görelim” dedi. Kalktılar hep birlikte pınarın yanına gittiler. Abdal Musa Sultan: “Yine eskisi gibi su olun!” dedi. Abdallar hep birden bağırdılar: “Bırakın, bırakın bal, yağ aksın Sultanım!” Abdal Musa Sultan: “Şahin yuvası nasıl olursa, bırakın öylece su olsun” dedi.
Baba Gaybi (Kaygusuz Abdal) odun kesmeye gitmişti. Döndüğünde dediler ki: “Ey Baba Gayb! Efendimiz bal,yağ akıttı şu pınarlardan, sen görmedin.” Baba Gayb’e yemek verdiler, yedi yine oduna gitti. Giderken bu olayı görmediğine üzüldü. “Efendim! Beni sevmezsin, ben senin dîdârına doymadım. Senden hiçbir nesnecik görmedim” dedi. “Bana yakındaki hizmetin göstermezsin, ırağa salarsın, dîdârındancüdâdüşerin” dedi. Gaybî odundan geldi. Abdal Musa Sultan eyitti: “Varın Gayb’e deyin, bizden iyiye hizmet eylesin.” Abdal geldi, Gaybe dedi. Gaybî üzüldü, eyitti: “Şu ben bir padişah oğlu idim, geldim, şu dedeye kulluk eyledim. İşte bildim er hak evliyadır. Ben bunda yüz döndürsem çoktan yüz çeviririm. Elimden ne gelir, koyup gitmek de olmaz, nazarında yanalım bâri” dedi. Akşam olunca kendisini bacadan ocağın üstüne attı, ocağa düşecek vakitte Abdal Musa Sultan: “Tutun Gaybî!” dedi. Abdallar tutup yine kapıdan dışarı bırakıp koydular. Baba Gaybî: “Elimizden ne gelir, eşiğe yaslanalım!” dedi. Abdallar hep yattıkta Baba Gaybî eşiğe yaslandı, Abdal Musa Sultan kalktı, dışarı çıktı, ayağı Gaybî’nin üzerine bastı. Gaybî tınmadı. Abdal Musa Sultan: “Kimdir şu?” dedi. Gaybî: “Lebbeyk sultanım! Kulun Gaybî’dir” dedi. Abdal Musa Sultan: “Aldın Kaygusuzum, aldın” dedi. Eline yapışıp içeri getirdi. Namaz vakitte Abdal Musa Sultan dışarı çıktı, üç kez çağırdı. Üni vardıkça: “Gelsin nasip isteyen!” dedi. Hemen Abdal Kef seğirtti: “Meded Sultanım, himmet eyle!” dedi. Abdal Musa Sultan eyitti: “Yürü, sana Lütni’ye (Limra/Finike) ve âhirLütni’ye” dedi. Ondan Kara Aşık Baba geldi: “Yürü, sana Eğridir’i verdim” dedi. Tahtalı Baba geldi: “Yürü, sana Tahtalı Dağı’nı (eski adı Solime) verdim” dedi. Her kim geldi ise nasip verdi. Hâsılı kelâm ol gün kırk abdala nasip verdi. Ondan Abdal Musa Sultan geldi, oturdu, eli ile ocağı karıştırdı. Abdal Kef eyitti: “Sultanımın eli yanmaz mı?” Abdal Musa Sultan eyitti: “Abdallarız, fettanlarız, uryanlarız, büryanlarız!” Abdal Kef eyitti: “Aceb bu sultan ne soydandır” diye sordu. Abdallar eyittiler: “Biz bu sultanın ötesinin sormayız, hemen dîdârınınâşıkıyız” dediler. Abdallara bu müşkil oldu. Gönül evinden bunu istediler. Abdal Musa eydiverdi:
Kim bilir bizi nice soydanız / Ne bir zerre oddan ne hod sudanız
Bizim hususumuz marifet söyler / Biz Horasan mülkündeki boydanız
Bizim zahmımıza merhem kâr etmez / Biz kudret okunda gizli yaydanız
Yedi deryâ bizim keşkülümüzde / Hacım umman olmuş biz ol güldeniz
Hızır İlyas bizim yoldaşımızdır / Ne zerrece günden ne hod aydanız
Yedi tamu bize nevbahâr oldu / Sekiz Uçmak içindeki köydeniz
Musa durup biz münâcât eyleriz / Neslimiz sorarsan asıl Hoy’danız
Ali oldum adım oldu bahâne / Güvercin donunda geldim bu hâne
Abdal Musa oldum geldim cihâne / Ârif anlar bizi nice sırdanız