18 Aralık 1897 tarihinde büyük devletler, Girit’in özerkliğini ilan edince, Girit’teki Rumlar, Müslüman Türklere saldırmaya başladılar. Girit’te can güvenliği kalmayan Müslüman Türkler, Girit’ten iki dönemde göç etmek zorunda kaldılar. Birincisi 1897 Osmanlı-Yunan Savaşı başladıktan sonra, diğeri de Meşrutiyet’in ilanından hemen sonra, 1908 yılında Girit Meclisi’nin Yunanistan’a katıldığını ilan etmesi üzerine yaşandı. Göç eden Giritli Müslümanların iskân edildikleri bölgeler İzmir, Adana, Antalya, Mersin ve Tarsus idi. Ayrıca Antalya ve çevresinde kurulan Selimiye Köyü, Kadriye Köyü, Ahmediye Köyü, Burhaniye Köyü ve Mecidiye Köyü Giritli göçmenlerin yerleşimi için kurulan beş köydür.
Birçok Giritli muhacir gibi Kandiye doğumlu olan Salih Rasih Efendizade Mehmet Remzi Bey (Büyüközer) Haziran 1918’de Antalya’da Hıdırlık Kulesi yakınlarında Antalya Belediyesi’nden kiraladığı boş arazide Antalya’da ilk buz fabrikasını kurmayı başardı. Mehmet Remzi Bey ayrıca Hadrianus Kapısı’nın solunda Roma Kulesi’nin altında, eski Üçkapılar Kahvesi’nin yerinde bulunan ve su gücü ile çalışan bir değirmeni de kullanıma açmıştı. Mustafa Kemal, 6 Mart 1930’da Antalya’yı ilk ziyaretinde buz fabrikasını gezmiş ve Mehmet Remzi Bey’e çalışmalarından ötürü bir takdirname vermişti. Siyasal faaliyetlerde de bulunan Remzi Bey, Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulunca üyesi oldu. Bu üyelikten dolayı Mehmet Remzi Bey’in 33 bin liraya kurduğu buz fabrikası, mahkemece hiçbir gerekçe gösterilmeden ve kendisine masraf ettiği 33 bin liradan bir kuruş dahi ödenmeden fabrikası elinden alındı.
Giritli muhacirler, Antalya’nın 28 Mart 1919’da başlayan İtalyan işgaline tepkisiz kalmadılar. Antalya Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti kurucuları arasında yer alan Mehmet Remzi Bey, cephe gerisinde istihbarat görevlerinde bulundu. Mehmet Remzi Büyüközer, Demokrat Parti İl Başkanlığı, Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi İl Başkanlığı görevlerinde bulundu. 30 Mart 1964 tarihinde ve 84 yaşında iken Antalya’da vefat etti.
Mehmet Rasih Kaplan 1883’te (1299) Antalya’nın Akseki ilçesinde dünyaya geldi. İlk ve orta öğrenimini Akseki İptidai Mektebi ve Rüştiyesinde tamamladıktan sonra 1902’de Konya’ya giderek eski Konya Müftüsü Yalvaçlı Ömer Efendi’den, Arabîye ve Şer’iye dersleri alarak, 1906 yılında müderrislik icazeti aldı. Rasih Kaplan, Eylül 1906’da Arapça ve İslami İlimlerdeki bilgisini geliştirmek için Mısır’a gitti. “Camiülezher” de ve ayrıca Kahire Darülfünunu Edebiyat ve İçtimaiyat Medreselerinde öğrenim gördüğü için Arapça yazma ve konuşmada uzmanlaştı. 14 Ağustos 1911’de İstanbul’a gelerek Şer’iye Vekâleti Şûrâ-yı Evkaf azasından Nevşehirli Hasan Efendi Hoca’dan icazetname aldı.
Rasih Bey, 1911’den sonra memleketine dönerek İttihat ve Terakki Fırkasının Antalya temsilcisi olarak Konya İl Genel Meclisi’ne üye seçildi. Aynı zamanda Akseki Eğitim Müdürlüğünde ilköğretim komisyonu üyeliği ve başkanlığı yaptı. Antalya’nın Konya’dan ayrılmasıyla Antalya İl Genel Meclisi üyesi olan Rasih Bey buradaki görevlerini 1920’ye kadar sürdürdü.
Milli Mücadelenin başlamasıyla Mustafa Kemal Paşa’nın yanında yer aldı ve Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerinde vazifeler yürüttü. Büyük Millet Meclisi’nin I. dönemi için 29 Nisan 1920’de yapılan seçiminde Antalya mebusu olarak Meclise katıldı ve Meclisteki konumunu 14 Mayıs 1950 tarihine kadar korudu. 13 Kasım 1952’de vefat ederek Akseki mezarlığına defnedildi.
Mehmet Remzi Bey’in makalemize konu olan ve Osmanlı Türkçesi ile kaleme aldığı yazısının orijinal nüshası Antalya Müzesi Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. Kareli harita metod defterinin iki sayfasına el yazısı ile yazdığı yazısında Mehmet Remzi Bey, Rasih Kaplan’ın tavır ve davranışlarında, fikir ve beyanatlarındaki yaşanan büyük değişimi anlayamadığını, önceden karşı olduğu konuları savunur hâle geldiğini, Antalya Halk Evi’nin düzenlediği “Antalya Tarihi Konferansı”na katılmasıyla bu duruma bir kez daha şahit olduğunu dile getirerek, Rasih Kaplan’ın bu tutumuna, yazının ekine isimlerini ve mesleklerini yazdığı kişileri de şahit tutmaktadır. Çünkü önceden Osmanlı hanedanını savunan, İttihat ve Terakki’ye ve Mustafa Kemal’e karşı olan, Şeyhulislam Mustafa Sabri Efendi’den yazdığı dilekçeler ile makam isteyen Mehmet Rasih Kaplan kısa bir zamanda tamamen değişmiş ve zıt fikirleri söyler ve savunur hâle gelmiştir. Mehmet Remzi Büyüközer’in söz konusu yazısı şöyledir:
İstiklâl Harbi’nde Antalya’da Bir Sahne ve Tahrif Edilmek İstenen Târihî Bir Hakîkat
Son günlerde Antalya Halk Evi (Antalya tarihi hakkında) bir konferans verileceğini ilân etmişti. İlim ve kültüre dayanması lazım gelen bu mevzuda verilecek konferansın istifâdeli olacağı düşüncesiyle konferansa gittim. Söz mevkiinde Antalya mebusu Bay Râsih Kaplan’ı gördüm. Sözlerini dikkatle dinleyince anladım ki böyle câzibe bir mevzu başlığı altında mütâreke senelerinde Antalya’ya İstanbul’un gönderdiği ve başında Osmanoğullarından Şehzâde Abdurrahîm’in bulunduğu heyet-i nâsıhaya Antalya’da Bay Râsih Kaplan’ın gûyâ; “Bugüne kadar Türk’ün Efendisi diyen hanedan evlâdı! Sen mi Türk milletine zincire vurun diyorsun? Bu tavsiyede mi bulunuyorsun? Sen ve büyüklerin şuna kâni olun ki; takmak istediğiniz zincire asla boyun uzatmayacağız. Esâret zincirini bütün kuvvetimizle kıracağız. Vurmak isteyenlerin suratına atacağız” diye söz söylediğini ilân ve işâ’adan ibâret imiş. Bunu anlayınca hayâlim derhal o kara günleri yaşadı. Ve o gün ki sözler ile bu sözler arasındaki açık tezat kulağımda çınladı. Bu sözler bu kubbe altında kalır düşüncesiyle yalnız hayret ve tebessümle karşılamıştım. Birkaç gün sonra Antalya Vilâyeti’nin resmî gazetesi olan “Resmî Antalya” Gazetesi’nin 25/3/1937 tarih ve 482 numaralı nüshasında iyi bir kalemin dürtüsünden geçen bu konferansın gazete sütununa geçtiğini görünce ve Halk Evi’nin belki me’rî kültür mecmuası olan “Türk Akdeniz” mecmuasında “broşür olarak basın” emri verildiğini duyunca o günün tarihini yazacak ilim ve merak sahiplerini yanlış yoldan kurtarmak için o güne âit târihi hakîkatı bu günde yaşayan canlı şâhitleriyle birlikte yazarak tarihi hakîkatı şeklini değiştirmekten korumak vazifesini vicdânımda duydum. Korktum ki bugün değiştirilen bu canlı hakîkatın sükûtla karşılaşması büyük yaratıcı ve kurtarıcı o tarihlerdeki muâvenet talebine gönderilecek iki bin liranın gönderilmesine muhâlif kalanların da isimlerinin değişmesine ve buna benzer târihi hakîkatların da aslını tebdile sebep olur ve nihâyet târihi hakikatler başka şekle inkılâb eder ve ensal (nesiller) âtiye ilişik hakîkatı anlamaktan güçlük çekerler. Bay Râsih Kaplan gördüğü lüzum üzerine bunları söylemek ve yazmak şeklini îcâb eden yerlere göstermek mecburiyetinde kalmış veya böyle zaruret duymuş gibi mevzuyu alâkadar etmiş düşünceler katiyyen aklımdan geçmemiştir. Ben yalnız tarih noktasından bu hakîkatı yazmak borcunu duydum. Gayri mutaalalarını katiyyen alâkalandırmaz. Bu itibarla ben yalnız hayet-i nâsıha üzerinde duracağım. (Devamı Var)