Allah Rasulü’nün (s.a.v.) hayatının birçok karesini bizlere ulaştıran bilgi zenginliği, tarih boyunca başka bir kültürde hiçbir kimseye nasip olmamıştır. Gerek siyer, meğâzî ve tarih kaynakları, gerekse hadis kitapları onun hayatının en ince teferruatına kadar pek çok malumatı nakletmişlerdir. Son derece zengin içerikli bu kadîm rivayetler sayesinde bizler, bugün sadece Hz. Peygamber (s.a.v.) ve ashabı hakkında değil, aynı zamanda cahiliyeden itibaren devam eden o dönemin dili, dinî hayatı, kültürü, örf ve âdetinin yanı sıra ticarî, iktisadî, ictimaî, siyasî, askerî, coğrafî vb. birçok alanda bilgi sahibi olabilmekteyiz.
Bir Yahudi Projesi Hendek Savaşı
Medine önlerinde, hicretin 5. yılı Şevval ayının 7’sinde (1 Mart 627) başlayıp Zilkade’nin 1. günü (24 Mart 627) sona eren savaşa, şehrin müdafaası çevresine kazılan hendeklerle sağlandığı için Hendek Gazvesi denilmiştir. Saldırgan tarafta yer alan Kureyşliler, Hayber yahudileri, Gatafânlılar, Fezâreliler, Esedoğulları ve Süleymoğulları gibi birçok grubu ifade etmek için Kur’ân-ı Kerîm’de kullanılan “ahzâb” (hizipler, gruplar) tabirinden dolayı bu savaşa Ahzâb Gazvesi adı da verilir. Ahzab sûresinin 20 ve 22. âyetlerinde, Medine’yi kuşatmaya gelen müttefik düşman kuvvetlerinden “ahzâb” şeklinde bahsedilmekte, bazı âyetleri söz konusu savaş hakkında nâzil olan sûre de adını bu kelimeden almaktadır.
Hendek Savaşı bir yahudi projesi idi. Hicretin 4. yılında (625) Medine’den kuzeye Hayber ve çevresine sürülmüş olan Benî Nadîr yahudileri müslümanlar için Suriye ticaret yolunun emniyeti bakımından tehdit oluşturmaya ve civar bölgelerde yaşayan halkı kışkırtmaya başladılar. Sellâm b. Ebü’l-Hakîk, Huyey b. Ahtab ve Rebî‘ b. Ebü’l-Hakîk gibi Benî Nadîr’in ileri gelenleri Mekke’ye giderek Kureyşliler’i müslümanlara karşı birlikte savaşmaya ikna ettiler. Ayrıca Dûmetülcendel hâkiminin bu yöreden Medine’ye giden kervanlara zarar vermesini sağladılar. Aynı zamanda Gatafân ve Fezâre kabilelerini, Hayber yöresinin bir yıllık hurma mahsulüne mukabil müslümanlara karşı girişecekleri mücadelede yanlarına çektiler; daha sonra da Benî Süleym’i bu ittifaka dahil etmeyi başardılar. Diğer taraftan Mekke’ye bir heyet gönderip yaptıkları anlaşmaları haber vererek müşrikleri Medine’ye saldırmaya teşvik ettiler. Böylece kuzeyde Gatafân, Fezâre ve Esed, doğuda Süleym, güneyde Kureyş, Kinâne ve Sakīf kabileleriyle Medine’yi üç tarafından çevirmeyi düşünüyorlardı. Bu sırada Dûmetülcendel bölgesinin hâkimi Ükeydir b. Abdülmelik, Suriye ve Irak’tan Medine’ye gelen hububat yüklü kervanların geçtiği yolu kesti. Yahudilerin planı Hz. Peygamber’i (s.a.v.) Medine’den dışarıya çekmek, ardından Gatafân ve Kureyşliler’in el ele verip Medine’yi yağma etmelerine imkân hazırlamak ve Resûlullah’ı (s.a.v.) merkezden uzak bir yerde zor duruma düşürmekti. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) Dûmetülcendel’e hareket etti; ancak beklenmedik bir şekilde Medine’ye geri döndü. Bir rivayete göre Huzâalılar, on günlük yolu dört gecede kateden habercileriyle Kureyş’in savaşa hazırlandığını Hz. Peygamber’e (s.a.v.) bildirmişlerdi.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) tüm hayatında olduğu gibi Hendek Savaşı’nda da esbaba tevessül ettiği, ne tür bir strateji uygulayacağı konusunda ashabıyla istişare ettiği, her türlü tedbire başvurduğu, dişini tırnağına takarak, gecesini gündüzüne katarak beşeri imkânlarını sonuna kadar nasıl kullandığını bütün açıklığıyla görmekteyiz. Birçok farklı unsurun birleşmesinden meydana gelen Ahzab yani müttefik güçlerden oluşan ve neredeyse İslam’ı ve Müslümanları tamamen tarih sahnesinden silmeyi amaçlayan işbu kararlı düşman ordusu karşısında bile Allah Rasulü, iman ve moral gücünü daima korumuş, her türlü çabayı ashabıyla birlikte yaşadıktan sonra Allah’a ellerini açıp dua etmiş ve böylece Yüce Allah tarafından “üsve-i hasene: güzel bir örnek” olarak takdir ve takdim edilmiştir. Onu kendilerine örnek edinen sahabe de, bu zorlu süreç içerisinde gerçekten olağanüstü bir gayret göstermiş, bu zor sınavdan zaferle çıkmışlardır. Elbette gerekli esbaba tevessül ile bütün bu olağanüstü gayretlerden sonra Allah tarafından gönderilen rüzgâr, soğuk ve görünmez ordular şeklinde ilahî yardıma da mazhar olmuşlardır. Dolayısıyla elde edilen zafer, ne sadece hendek şeklindeki beşerî tedbirin, ne de sadece gönderilen ilahî yardımın sonucu olmayıp, beşeri gayret ile ilahî inayetin birleşiminin bir sonucudur.
Hz. Peygamber’in (s.a.v.) en kritik ve en olumsuz bir durumunda dahi karamsarlık ve ümitsizlik yerine, ashabına müjde vermesi, bu hengâmede bile olumlu ve mütevekkil bir duruş sergilemesi onun liderliğini, serinkanlılığını göstermesi bakımından oldukça önem arz etmektedir. Bu husus, herhangi bir ayrıntı yahut sıradan bilgi kırıntısı değil, ümmeti için oldukça çarpıcı bir örnekliktir.
Hendek Savaşı’nda Rasûlullah’ın (s.a.v.) Antalya’ya uzanan müjdesi yazı dizimizin üçüncü bölümünde.