“Her şey zıddıyla kâimdir, kıymetlidir ve bilinir” kâidesince hayatımızda mevcut olan her şeyin gece ve gündüz gibi bir zıddı vardır. İnsan, kendisinde var olan iyi ve kötü haller ve sıfatlarla tanımlanır. Kişi, ne kadar “ben kötü bir insan değilim, iyi birisiyim” dese de, “âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz, şahsın görünür rütbe-i aklı eserinde” fehvâsınca, insan diğer insanlar tarafından vasıfları ve yaptığı işlerin neticeleri ile değerlendirilir.
Söz ile öz, öz ile söz vahdeti, birlikteliği, müminin sıfatıdır. Özün söze, sözün de öze farklılığı ise münâfıkların sıfatıdır. Özün sözünü söylemek, ne yaptığının şuurunda olmaktır. Efendimiz’in (s.a.v.); “Ameller niyetlere göredir ve herkes niyetinin karşılığını alacaktır” buyruğunda ifâde edilen, amel nasıl ve ne kadar olursa olsun, asıl olan özdeki niyetin karşılık bulacağıdır. “Sînelerin gizlediğini bilen” Allahu Teâlâ tarafından insanın değerlendirilmesi ise “özü” yani “niyeti” ile olur. Yunus Emre hazretleri:
Gaflet ile Hakk'ı buldum diyenler
Er yarın Hak divanında bellolur.
Ahret tedârikin gördüm diyenler
Er yarın Hak divanında bellolur
diyerek, kimin ihlaslı bir er olduğunun kıyâmet günü, hesap günü, Hak divânında belli olacağını haber vermektedir.
Mü’minin, söz ile öz birliğini, ihlasını Efendimiz (s.a.v.): “Şehit olmayı Yüce Allah’tan samimi olarak dileyen kimseyi, Allah, rahat yatağında vefat etse bile, şehitlerin derecesine eriştirir.” hadis-i şerîfiyle müjdelemektedir. Cenâb-ı Hakk’ın ; “Allah yolunda öldürülenleri sakın ölü sanmayın. Bilakis onlar diridirler; Allah’ın, lütuf ve kereminden kendilerine verdikleri ile sevinçli bir halde Rableri yanında rızıklara mazhar olmaktadırlar. Arkalarından gelecek ve henüz kendilerine katılmamış olan şehit kardeşlerine de hiçbir keder ve korku bulunmadığı müjdesinin sevincini duymaktadırlar. Onlar, Allah’tan gelen nimet ve keremin; Allah’ın, müminlerin ecrini zayi etmeyeceği müjdesinin sevinci içindedirler.” âyet-i kerimesiyle vasfettiği üstün nimetlere, mü’minin rahat yatağında vâsıl olması, öz ile söz birliğinden, yâni ihlasındandır.
“SÂLİH AMEL”İN ŞARTLARINI ALLAH VE RASÛLÜ BELİRLER
“Asra yemin olsun ki, hiç şüphesiz, insan hüsrandadır. Ancak, iman edip, salih amel işleyenler, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenler müstesna.”
Mevlâmız, amelleri sâlih şartıyla kabul etmektedir. Amelin sâlih olması için zâhiren Allah ve Rasûlü’nün belirlediği İslam fıkhına uygun olması, bâtinen de niyetin ihlâslı olması gerekiyor. Amel, hem zâhiren hem de bâtınen dinden olmayan şeylerden arındırılmalı, sâf, berrâk ve hâlis yapılmalıdır. Bunu elde edebilmek içinde, mü’min işlediği amelin sıhhat şartlarını, ilm-i hâlini erbâbından talim ederken (“İlim talep etmek / öğrenmek her Müslümana farzdır” ), bâtınî hâlinin tezkiyesi ve kalbinin tasfiyesi için de ehline mürâcaat etmelidir. Kâl ile hâlin yâni söz ile özün vahdeti, zâhir ve bâtının, iç ve dışın talim ve terbiyesine muhtaçtır. Her iki konuda da mütehassıs olan Rabbânî âlimler ise kibrit-i ahmer gibidirler. Rabbimiz şöyle buyurur: “Ona hem kötülük, hem de ondan sakınma yolu ilham eden hakkı için ki: Nefsini maddî ve manevî kirlerden arındıran, felaha erer.”
Efendimiz (s.a.v.) başka bir hadis-i şerifinde sâlih amelin merkezi olan kalp hakkında şöyle buyurmaktadır:“Dikkat edin! Vücutta öyle bir et parçası vardır ki, o iyi/doğru/düzgün olursa bütün vücut iyi/doğru/düzgün olur; o bozulursa bütün vücut bozulur. Dikkat edin! O, kalptir.” İhlasın mekânı ve tasdik makâmı olan kalbin sâlih olabilmesi ve sâlih kalabilmesi büyük dikkat ve çabayla mümkündür. Rabbimiz şöyle buyurur: “O gün ki ne mal, ne mülk, ne evlat insana fayda eder. O gün insana fayda sağlayan tek şey, Allah'a teslim ettiği selim bir kalp (gönül) olur.” Selîm bir kalple yapılan amellere bakar Rabbimiz, dış görünüşe, mal ve mülke değil. "Allah sizin dış görünüşünüze ve mallarınıza bakmaz. Ama o sizin kalplerinize ve işlerinize bakar."
Cebrail aleyhisselâm, Hz. Peygamber'in de aralarında bulunduğu bir sahabe topluluğuna insan suretinde gelmiş, İman, İslâm, İhsan ve kıyamet alâmetleri gibi bazı soruları Allah Rasûlüne (s.a.v.) sorarak cevaplarını almıştır. İşte Cebrail’in (a.s.) bizzat soru sorarak ve cevaplarını tasdik ederek telkin ettiği bu hadîs-i şerif, Cibril hadisi diye maruf ve meşhur olmuştur. Hadis-i şerifte, İslam, İman ve İhsan üçlü sıralamasında, sağlam bir îmanın şartları, yapılması gereken başlıca ameller ve ihsan hâliyle “Allah’ı görüyormuş gibi” yaşanan bir kulluk, en azından “her ne kadar sen O’nu göremiyorsan da O mutlaka seni görüyor” hâli ve bu hâlin her mü’minin vasfı olması gerektiği anlatılmaktadır. İnsanın her ânını murâkabe eden AllahuTeâla’nın varlığına ve her amelini kaydeden ve kendisini bir an olsun terketmeyenKirâmen Kâtibin meleklerinin şehadetineîkân ile îmân eden mü’min, kalbi sâlih, ihlaslı bir mü’mindir. İhlaslı mü’min ise, elinden ve dilinden hem kendisinin hem de başkalarının güvende olduğu kimsedir. Başkasının malına, ırzına kem gözle bakmaz. Allah’ın men ettiği şeylerden kendini muhâfaza eder. Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurur:
''Zina eden kişi zina ettiği sıra, mümin olduğu halde zina etmez. Hırsızlık yapan kişi hırsızlık ettiği sıra, mümin olduğu halde hırsızlık etmez, içki içen kişi içki içtiği sıra, mümin olduğu halde içki içmez.''