Bütün bu sebeplerden dolayı Elmalılı muhâbere ve münakaşaya ayıracak vaktinin olmadığını bildiriyor mektubunda şunları yazıyordu:
“…. Böyle iken birkaç sebeb karşısında bugüne kadar hitama erdirip de bir nefes alamadım. Birincisi mufassilât denilen bu sûreler pek güçtü. Âkif merhumu da yıldırıp bıraktıran bunlar olduğunu düşündüm. Beş on tefsiri gözden geçirerek mazmunlarını kavramak lüzumu daha büyük bir ehemmiyetle kendini göstermişti. Ben bu sûrelerinmeâlindehitâbetle okunmak için hayli güzel bir üslûba muvaffak olduğum kanâ’atindeyim. Aynı zamanda inzar ile meşhûn olan bu sûreler daha çok okunacağı için meâllerinin zevk ve ruhu doyurabilmesi tefsire biraz tafsil istiyordu. Bu kararımı büyük ve altı cild teşkil eden bir eserde bunların üstünden geçmek sizin de benim de vicdânımızı muazzep edecekti. Onun için siz de bunların kısa geçilmesine i’tirâz ettiniz ve ke’l-evvel devamını yazdınız ki gereği de bu idi. Bu ise bir senelik işti. İkincisi ahkâm kısmı az olan bu sûrelerininzârındaki şiddetlerden olsa gerek ki münakaşayı çoğalttınız beğenmez oldunuz. Daha yukarılardan geçenlerle mukâyeselerinimünâsebetlerinigayb etmemeye ve proğramda olduğu veçhile ahlâk ve mevâ’ız mevzularını unutmamaya çalışarak her kelimesini saatlerce belki günlerce düşündüm. Ve mükaddimede dediğim gibi mümkün olabildiği kadar aslına sâdık kalmak maksadını güderen ‘arî üslûb ile değil hitâbet üslûbunda yazabildiğim ve onda muvaffak olduğumu zan ettiğimmeâllerini ve te’sir ve te’villerime’hazlarıyle bir mukâyese zahmetini ihtiyâr etmeksizin pek basit olan ve her te’lifte müellifine bağlanması lazım gelen ifâde hususiyetlerine ilişmek suretiyle formaları tekrar tekrar mutâla’a edilmek üzere i’âde buyurdunuz. Meselâ الا انهم هم السفهاء"[1]"اولئك كالانعام بل هم اضل" [2]"كأنهم حمرِ" مستنفرة"[3] gibi âyetlere taalluk eden tefsir mevki’lerindeİbn-i Cerîr ve Râzî gibi büyük tefsirlere tebe’an ahmak ve hayvan ta’birleriyleiktifâ edipte himâr, nazmını veya mânasını tekrar tekrar tasrih etmekten kaçındığım yerde Kur’ân’da olmayan kelimeleri kullanarak nezâheti ihlâl ediyorsun diye azarladınız. Bu azarlarınız münakaşa kapısını açmaksızın yapabildiğim kadar yerine getirmek için çalışırken bu suretle mektuplarınızın cevâbını da fiilen vermiş olduğuma müteselli oluyordum. Bir de tefsire tefsir yazar gibi cevap yazmakla meşgul olacak olursam nasıl işin altından kalkarım. Ben postaya mektup götürecek bir vâsıtaya bile mâlik değilim.
Üçüncü, tab’ işi de bir taraftan ta’cîl ediliyordu ve her forması üç dört saatimi alıyor sersem olup kalıyordum. Mâdem bu seneye kalacaktı bu derece tazyik edilmeme ne vardı. Bu şerâit altında daha fazla ne yapılabilirdi ki selamı sabahı kesmeye kadar vararak bu ‘abalının başına peyderpey yumrukla ittirip duruyorsunuz. Aziz Hamdiciğim, dedim ya elbet bunda da bir hikmet var. Fakat bu yumrukla iktifâ etmeyip bir de şöyle buyuruyorsunuz: “Yalnız husûsi olan bu işi resmi işe de intikâl ettirdiniz. Gönderilen notların dün ‘âdetâ tahkir-âmiz birtakım ‘ilâveler ile i’âde edildiğini hayretle gördüm. Makâm-ı riyâsetten giden notlar imzasız da olsa resmîdir.” Afedersiniz amma doğrusu bu taktiğinizi beğenmedim. Resmi o notları husûsiyetten çıkarıp da resmi addetmenizi kiyâsetle mütenasip bulmadım. Onları resmi saymayı mahzurdan sâlim görmem. Teemmül buyuruluyorsa ne demek istediğimi takdir buyurursunuz.”