Akseki 21 Ağustos 1937 tarihli mektubunda, Elmalılı’nın hususi göndereceği mektupla yazacaklarını yazmasını istediği için hususi yazdığını, formanın geciktiğini, formanın yarıdan fazlasını kendisinin okuduğunu ifade ederek, 4844, 4847, 4851 ve 4851. sayfalardaki işaret ettiği yerlerin tekrar gözden geçirilmesini istemektedir.
Akseki 19 Ocak 1940 tarihinde Elmalılı’nın Kurban Bayramı’nı tebrik ettiği kısa bir mektup yazmıştır. Akseki Temmuz 1940 tarihinde 13 sayfalık uzun bir mektup yazmış, mektubunun başında: “…4 Saferü’l-hayr 1359 târihli çok kıymetli cevab-nâmenizi hürmetle aldım ve dikkatle okudum. Her gün; yarın cevap veririm, acele edeyim derken aradan beş ay geçmiş de haberim yok.” şeklinde ifadelere yer vermiştir. Akseki’nin bu ifadelerinden anlaşılacağı üzere 13 Şubat 1940 mîlâdî tarihli Elmalılı’nın Akseki’ye gönderdiği mektupta kayıp mektuplar arasındadır.
Akseki mektubunda üzüntülere sebep veren konulara kısaca girip izâhatlar yaptıktan ve yazdığı herşeyin ilim adına ve Elmalılı’nın yüksek şerefi adına olduğundan hata da etse ecre nâil olacağını ve dolayısıyla ihtiyaç olan konularda sorular sormaya devam edeceğini belirtmektedir. Akseki, Diyanet İşleri Reisliği’ndeki on sekiz senelik vazifesi içerisinde çok önemli hizmetlere vesile olduğunu, dokuz ciltlik tefsirin, altı ciltlik Buhârî-i Şerif tercüme ve şerhinin bu dönemde ortaya çıktığını, bilhassa gençlerin bu eserlerden çok istifade ettiklerini ifâde ederken, Hucetullâhi’l-Bâliga’nın tercümesine de bir an önce başlanılması gerektiğini, kendisine düşen görev ne ise yaptığını ve yapmaya hazır olduğunu mektubunda şöyle dile getirmektedir:
“… Şu on sekiz sene içinde, senelerce ve belki asırlarca Şeyhu’l-İslam kapısında oturup bol bol para alan ve kendilerine İslam’ın hâmisi, Şeyhu’l-İslâm, Müfti’l-En’âm, Ders Vekîli… süsünü veren zevâttan çok, hem de pek çok hizmet ettiğime kâni’im.
Hepsi inkâr edilse körlerin dahi gözüne sokabileceğim dokuz cild tefsir ile bugüne kadar sâhâ-i intişâra çıkmış olan altı cild Buhâri-i Şerif tercüme ve şerhi ortadadır. Dîni bir irşâd sesi işitmemiş olan en hücrâ köylerde her Cuma günü dinledikleri hutbelerden zarûrât-ı dîniyyelerini bellemekde olanlar ve bunların şükrân yazılarını nazar-ı dikkate almıyorum.
…Artık bir daha avdet etmemek üzere bunları bırakalımda diğer işe gelelim. Huccetullâhi’l-Bâliga’nın tercümesine gelince: Maksad sadece bunun tercümesi değil, re’sen böyle bir eser yazmak ve yazdırmaktır. Bunun tercümesine başlanıldığı takdirde baş tarafta İslâm i’tikâdına âit en mühim mebhasler yazılacak ve hikmet-i İslâmiyye tebârüz ettirilecek demektir. İbadet mebhasleri, ahlak ve muâmelât kısımları da öyle. Burada ilişdiğiniz yerler elbette olacaktır…”
Akseki, mektubunda on iki yıl süren tefsir telifi ile yorulduğunu ve yeni eserler konusunda ümitsizlik hissine kapıldığını düşündüğü Elmalılı’ya, yapacak çok işlerinin olduğunu söylemekte, çalışmalarına devam etmesi için teşvik edici cümleler kullanmaktadır: “…Kime okutacağız öyle mi? Tefsiri, hadis tercümelerini okuttuğumuz gençlere! Hemen her gün tefsir isteyen, Metâlib ve Mezâhib’in mukaddimesini okumak için bana müracaat eden ve tefsirin mukaddimesindeki bazı satırları yanımda ezbere okuyan yüksek tahsillerini bitirmiş veya bitirmek üzere bulunan gençlere. Biz “ءَاِنَّا لَمَبْعُوثُونَ”[1] diyenlerden değiliz diyen bir zât-ı muhteremden bu yolda bir mütâla’anın sudûr etmiş olması cidden hayreti mûcibtir. Kuvvetli bir menba’ın suyu hiçbir zaman kesilmez. Bugün bunların âşıkı ve arayıcısı evvelkinden daha çoktur…”