- Musa CarullahBigeyev’in[1] Mektubu -1-
Mûsâ Cârullah ömrünün büyük bir kısmını Buhârâ, İstanbul, Kahire, Mekke, Medine, Diyûbend gibi ilim merkezlerinde ilim tahsiliyle geçirip müderrislik pâyesi aldıktan ve çeşitli medreselerde ders okuttuktan sonra, mektubunda kendisinin ifade ettiği gibi “talebe sıfatıyla” Elmalılı’yı ziyaret edip istifade ettiğini belirtmesi, Elmalılı’nın ilmine olan itibar ve saygısını ortaya koymaktadır.
Mûsâ Cârullah’ın mektubunun başlangıcında, Elmalılı’nın oğlu Hamdun beye “birader” diyerek dualarını ve selamlarını iletmesi, kendisini tanıdığını göstermektedir. Elmalılı’nın büyük oğlu Ahmed Muhtar beyin isminin mektupta geçmemesi, Mûsâ Cârullah’ınAhmed Muhtar beyi tanımadığı kanaatini oluşturmaktadır.
Mûsâ Cârullah baştan sona çileli geçen ömrünün bilhassa 1930’dan sonraki dönemini mektubunda kendi ifadeleri ile “her şeyden mahrum”, “şiddetli zilletler içinde”, “hiçbir yerde karar kılamayan” bir halde geçirdiğini, emellerini yerine getiremediği için ıztıraplar içerisinde olduğunu belirtmektedir.
Mûsâ Cârullah’ın hayatını ele alan eserlerde, Elmalılı ile tanıştığına ve onun ilim meclislerinde bulunduğuna dair herhangi bir bilgiye rastlanılmamaktadır. Onun Elmalılı ile görüşmeleri yine kendi ifâdesi ile onun bütün imkânlardan mahrum olduğu, tefsirini yazdığı ve Elmalılı’nın uzlete çekildiği dönemde olmuş, çok sabırlı, vakarlı ve kalem kudretini kuvvetli vasfettiği Elmalılı’ya gıbta ettiğini mektubunda dile getirmiştir.
Mûsâ Cârullah, uzun süren seyahatleri vesilesi ile dünya coğrafyasının farklı yerlerindeki Müslüman aydınlarla temaslarla fikir alışverişinde bulunmuş ve İslâmî neşriyatı yakından takip etmiş biridir. Doktor Rıza Nur’la mektuplaştığını, Türk Tarihi Heyeti’nin ilk neşriyatından olan dört ciltlik Tarih Kitabı’nı okuduğunu yine Elmalılı’ya yazdığı mektubundan öğrenmekteyiz.
Mûsâ Cârullah mektubunda Elmalılı’ya dört konu hakkındaki fikrini sormakta ve vakit bulursa vereceği cevapların, Yecüc ve Hatun kitaplarının arka kapağındaki adrese[2] veya mektubunda vermiş olduğu Finlandiya adresine gönderilmesini rica etmektedir. Mûsâ Cârullah’ın sorduğu ilk soru Vatikan kütüphanelerinin birinde bulunan ve Yusuf Akçura’nın (ö.1935)[3] doğruladığı belge hakkındadır. Bu belge hakkında herhangi bir bilgiye ulaşılamamıştır. İkinci soru Ye’cüc[4]isimli kitabı, üçüncü soru ise Hatun[5] adlı kitabı hakkındaki Elmalılı’nın fikirleridir. Dördüncü soru Dr. İsmail Hakkı’nın (ö.1938)[6] delilleri konusundaki kısaca açıklamalarıdır. Dr. İsmail Hakkı risâlesi konusundaki fikirlerini yazmasını Elmalılı’nın tercihine bırakmasından, bu konunun Dr. İsmail Hakkı’nınKur’ân Tercüme Edilebilir mi? Ve Yeni VâdideFâtiha Tercüme ve Tefsiri[7] adlı eseri hakkında olduğu anlaşılmaktadır.
Mûsâ Cârullah mektubunda, Elmalılı’nın Metâlib ve Mezâhib adlı eserini okuduğunu, yeni bir kitap yazmaktan daha zor olan kırk sayfalık mukaddimesini beğendiğini belirtmekte ve felsefe konularındaki fikrini; “Herkes, ötekinin irfanına bir şüphe gelsin diye bu yoldan deliller getirmede”[8] anlamındaki Mevlânâ’nın Mesnevîsi’nde geçen bir beyitle özetlemektedir. Ayrıca Elmalılı’ya Hindistan âlimlerinden es-Sadr eş-Şehid Muhammed İsmâîl’in (ö.1931)[9] tasavvuf ve felsefe hakkında telif eylediği “el-Abakât” isimli beğendiği eserini, üç-dört haftalığına emanet olarak gönderebileceğini, kendisinin de bu konuda çalışması olduğunu ifade etmektedir.
[1] Mûsâ CârullahBigeyev (d.1875-ö.1949): Güney Rusya’da yer alan Rostov yakınında Novoçerkassk şehrinde 1875 yılında doğdu. Babası Molla Cârullah, annesi DamollaHabîbullahHazret’in kızı Fâtıma Hanım’dır. Mûsâ Cârullah, Rostov’da bir Rus okulunda ve bir süre medresede okuduktan sonra 1888 yılında Kazan’a giderek Kül Buyı (Gül Boyu) Medresesi’ne girdi. 1895’te Mâverâünnehir’e geçip Buhârâ medreselerinde eğitim gördü. İlk İstanbul’a gitti ve Mühendis Mektebi’ne yazıldı, mühendislik eğitiminden vazgeçip İslâmî ilimlere yöneldi. İstanbul’da umduğunu bulamayınca Kahire’ye geçti ve burada üç yıl fıkıh ve hadis okudu. Kahire’de Muhammed Abduh ve Muhammed Bahît ile tanıştığı ve kendilerinden ders aldığı kaydedilir. Kahire’den sonra Mekke ve Medine’de hadis ve fıkıh araştırmalarına devam etti. Sonra Hindistan’ın Diyûbend şehrine, oradan Şam ve Beyrut’a geçti. Gezdiği ve gördüğü medreselerdeki ezber ve taklide dayalı eğitimine karşı ıslah ve yenilik fikirlerinden etkilendi. 1904 yılında Rusya’ya dönerek Petersburg Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne misafir öğrenci olarak derslere katıldı. Arkadaşı Abdürreşid İbrahim’in çıkardığı Ülfet ve el-Asrü’l-cedîd gibi yenilikçi gazete ve dergilerde Rusya Müslümanlarının siyâsî faaliyetleri, insan hakları, mektep ve medreselerin ıslahı gibi konularda yazılar yayımladı. 1944-46 yılları arasında on eser yayımladı. Hastalığı sebebiyle 1947’de Kahire ve İstanbul’da tedavi gördü. 25 Ekim 1949’da Kahire’de vefat etti ve Afîfî’dekiHidîviyye Mezarlığı’na defnedildi. Mûsâ Cârullah’ın tespit edilebilen basılmış eserlerinin sayısı kırk dört, tercüme, şerh ve neşirlerinin sayısı on beştir. Dil konusunda Gaspıralı İsmail’in yolunu takip etmiş ve İstanbul Türkçesi’ne yakın bir dil kullanmıştır. Birkaç Arapça risâlesi dışında 1905-1935 yıllarında kaleme aldığı önemli çalışmalarının hepsi Tatar Türkçesi’yledir. 1935’ten sonra yazdıkları ise Arapça’dır. (Ahmet Kanlıdere, “Mûsâ Cârullah”, TDV İslam Ansiklopedisi, 2006 İstanbul, c. 31, s. 214-216; Hamdi Mert, Musa CarullahBigeyef – Hayatı, Mücâdelesi, Fikirleri, Bilig Ahmet Yesevî Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, Sayı 8, Kış 99, s.125-139.)
[2] Mûsâ Cârullah’ın bu ifadesinden, Elmalılı’nın fikirlerine çok önem verdiği, daha yeni neşredilen kitapları hakkındaki düşüncelerini öğrenmek için kendisine mektup yazdığı ve mektubuyla birlikte kitaplarını da gönderdiği anlaşılmaktadır.
[3] Geniş bilgi için bkz.:Nuri Yüce, Akçura Yusuf, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 1989, Cilt 2, s. 228-229; ayrıca bkz. Filiz Deniz, Yusuf Akçura, Hayatı, Eserleri ve Fikirleri, Gazi Ünv. Sosyal Bil. Enst. Tarih Anabilim Dalı, Ankara 1996 (Basılmamış Yüksek Lisans Tezi).
[4]MusâCârullah’ın, Kur’ân-ı Kerîm’deki Ye’cüc ve Me’cüc kıssasını müfessirlerin Eski ve Yeni Ahit’ten alıntılar yaparak tefsir etmelerini reddedip tenkit ettiği, bu konunun Kur’ân-ı Kerim ve İslam kaynakları çerçevesinde değerlendirilmesi gerektiği, Ye’cüc ve Me’cüc’ün tefessüh etmiş ahlak olduğunu ele aldığı Ye’cûc adındaki kitabının bir nüshası ilk sayfadaki “Kaşgarlı meşhur muhterem Muhyiddîn Can Ahund Baba Kurban Canaplirinin himmetiyle basılmıştır” açıklamalarıyla, diğer nüshası “Finlandiya Müslümanlarından Ömer Efendi Ala Salih Canaplirinin himmetiyle basıldı” açıklama ile 1933 yılında basılmıştır. Geniş bilgi için bkz.: Nur Ahmet Kurban, “Kur’ân-ı Kerîm ÂyetlerininMu’cizİfâdelerine Göre Ye’cûc”, Gümüşhane Ünv. İlahiyat Fak. Dergisi, Temmuz 2013, sayı4, s.250-282.
[5] Mûsâ Cârullah’ın, kadının toplum içerisinde konumunu ve haklarını farklı açılardan ele aldığıHatun adındaki kitabı, 1916 yılında Osmanlı Türkçesi’ne yakın Kazan Türkçesi ile kaleme alınmış ve 1933 yılında Berlin’de basılmıştır. Geniş bilgi için bkz.: Mehmet Görmez, “Mûsâ CârullahBigeyef ve Kur’ân-ı Kerîm Âyet-i Kerîmelerinin NûrlarıHuzûrunda Hâtun Kitabı”, İslâmî Araştırmalar Dergisi, cilt 6, sayı 4, s.293-298.
[6] Milaslı Dr. İsmail Hakkı 1870 yılında Muğla’nın Milas ilçesinde dünyaya geldi. Hacı Mehmet Bey’in oğludur. İlköğretimini Milas’ta, ortaöğretimini Aydın ve İzmir’de, Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiyesi’ni (Tıp Fakültesi) 1888’de İstanbul’da tamamladı. Şam tıbbıyesinde, emrâz-ı umumiye (genel patoloji) ve Fransızca muallimi, İnebolu Frengi Hastanesi hekimliği, Beyrut Sıhhıye Müfettişliği, Batı Anadolu Sıhhıye Müfettişliği ve Çanakkale Sıhhıye Müdürlüğü vazifelerinde bulundu. 1929 yılında emekli oldu. Milaslı soyadını aldı. 1938 yılında İstanbul’da vefat etti. Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın, Namazın Tıbben Faydası, Dîn-i İslâm ve Ulûm ve Fünûn, Kur’ân Tercüme Edilebilir mi? Ve Yeni VâdideFâtiha Tercüme ve Tefsiri, Hakîkat-ı İslâm, İslam Dini’nde Etlerin Tezkiyesi, Kur’ân’a Göre Hazreti İsâ’nın Babası, Hristiyanlık ve Müslümanlık, Kur’ân’ınMûcizeleri ve MüteşâbihÂyetlerin Tefsirleri, Kadir Gecesi’nin Doğru Mânâsı Nedir ve Asıl Sevâbı Nereden Geliyor, Dinimizi Bilelim ve Bildirelim adında dîni eserleri; Frengi İlleti Hakkında Herkese Elzem Olan Mâlumât, İçki Beliyyesi ve Kurtulmanın Çâreleri, Malarya Yani Sıtma Hakkında Kimler Neler Bilmeli adında tıp alanında eserleri, Tamîm-i Maârif ve Islah-ı Hurûf, Yeni Yazı ve Elifbâsı, Yeni Harflerle Elifba adında dil alanında eserleri ile muhtelif konularda makaleleri bulunmaktadır.Geniş bilgi için bkz.: Resul Çatalbaş, “Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın Hayatı, Eserleri ve İslam ile İlgili Görüşleri”, Artuklu Akademi Dergisi, yıl 2014, sayı. 1, s. 99-129.
[7]Milaslı’nın yaşadığı dönemdeki tartışma konularından birisi, Kur’ân’ın Türkçeye tercüme edilmesi meselesidir. Ona göre “tercüme edilsin” diyenlerin bazıları halis bir niyetle bunu istemişler ve Kur’ân’ı anlayarak okumayı düşünmüşlerdir. Bazı kimseler ise bu konuda kötü niyetli olmuş ve tercümeyi namazda Kur’ân’ın yerine okumayı yani “Türkçe ibadet yapmayı” istemişlerdir. Milaslı, Kur’ân’ın İngilizce, Almanca ve Fransızca tercümelerinin hakikaten tercüme değil, sadece aslının taklidi olduğunu ve tercümenin hiçbir zaman Kur’ân’ın yerini tutamayacağını savunmaktadır. Fakat bugün insanların eskiye nazaran daha az Arapça bildiklerinden ve daha çok dünyevi ilimlerle meşgul olduklarından dolayı Kur’ân’ı anlamadıklarını söyleyen Milaslı, Kur’ân’ın hükümlerinin ve manasının doğrudan doğruya anlayabilmek için Kur’ân’ın Türkçeye tercümesinin elzem olduğunu söylemektedir. Beyrut Sıhhıye Müfettişi olduğu dönemde Milaslı, konuyu birçok kişi ile tartışmıştır. Sonuç olarak “Kur’ân tercüme edilsin fakat aslının aynısı olduğu iddia edilmesin” demiştir. Milaslı, Kur’ân’ın temel maksadını içinde barındıran Fatiha Sûresiʼni tercüme ederek bu işin yapılabileceğini ispata çalışmıştır. Milaslı, Kur’ân’ı hakkıyla tefsirinin, bir kişi tarafından değil bir heyet (akademi) tarafından yapılması gerektiğini savunmuştur. Ona göre böyle yapılırsa, murad-ı ilâhiyi anlamak açısından daha iyi olacaktır.Geniş bilgi için bkz.: Resul Çatalbaş, “Milaslı Dr. İsmail Hakkı’nın Hayatı, Eserleri ve İslam ile İlgili Görüşleri”, Artuklu Akademi Dergisi, Yıl 2014, sayı. 1, s. 121-122.
[8] Bu beyit, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’nin Mesnevî adlı eserinin II. cildinde yer alan, “Birbirine aykırı mezhepler arasında mütereddit kalan kimsenin onlardan ayrılıp kurtulması” başlıklı 22 beyitlik hikâyenin 4. beytidir. İlk dört beytin mânâsı şöyledir: “1. Bu şuna benzer: Marifet bahsi olunca herkes gayb mevsufuna bir sıfat söyler. 2. Filozof başka bir şekilde anlatır. Mübâhese ederse onun sözünü cerheder. 3. Bazıları ikisini de reddeder. Bazısı başka bir sözü tercih eder. 4. Herkes, ötekinin irfanına bir şüphe gelsin diye bu yoldan deliller getirmede”. Geniş bilgi için bkz.: Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî, Mesnevî-i Şerif, (Mütercim: Süleyman Nahîfi, Sadeleştiren: Âmil Çelebioğlu), Timaş Yayınları, İstanbul 2007, c. II, s. 239-240.
[9] Asıl adı Şâh Muhammed İsmâîl b. Abdilganî b. Ahmeded-Dihlevî (ö. 1246/1831) İsmâilŞehîd, Hindistan’da müslüman hâkimiyetinin kurulması çabalarına fiilen katılan bir âlimdir. Geniş bilgi için bkz.: A.S. BazmeeAnsarı, “İsmâilŞehid”, TDV İslam Ansiklopedisi, İstanbul 2001, c. 23, s. 124.