Muallim Vahyî’nin Mektubu -2-
Hak ve adaletin ahlak ve fazilet olduğunu ifade eden Muallim Vahyî, muhabbet ve hürmetlerini sunarak mektubuna son vermektedir. Mektup, 50x12 cm ebatlarında, nohudi renkli 2 kâğıdın bir yüzüne siyah mürekkeple yazılmıştır. Söz konusu mektup şöyledir:
Bihi
Huzûr-ı ‘ilm ü edebe
Hocalar hocası, muallimler muallimi sultânım;
Dün gene Salı olmuş, önceki Salı da da bulamamış kalmak dolayısıyla; iyice aşırı ve taşkın bir iştiyâk ile fazîlethânenizin kapısını çaldım. Elimde de “Yedi Gün” haftalık gazetesi vardı. Hâtır u hayâlimden geçen: Sizleri evde bulmak, hâl-i hatır sormak, sonrada bu gazetede ki beraber sevmediğimiz Yalçın’ın “Buhrân devri!” başlıklı makâlesini bir bahâne ittihaz ederek, bir can sohbeti açmak… Ve bir ma’buddan müstağni yaşayanların, yaşamak hülyâsına kapılanların yeryüzünü kendilerine nasıl ve ne şekilde bir cehennem ve gayyâ yaptıklarını kana kana seyr u temâşâ eyleyerek, iman balcağımızın kevserini birbirimize kadeh kadeh sunmak idi!..
“el-mülâkâtü mukadderetün” derler; fakîr pür-taksîr derim ki; “Küllü şeyin mukadderun ve küllü cismin musavverun! Ve lâ nihâyete ve lâ bidâyete li-külli şey’in kâne ve se-yekûnü!..”
Kapıdan ses çıkmadı, yukarıdan da sorulan veya açılan bir pencere olmadı; demek ki Erenköy’de olacaklar; acaba bu pek yerinde, yeni ta’birle gerekli seyâhat uzun sürecek mi? Bu yazı orada mı geçirecekler?.. Bu iç soruları kendi kendime teveccüh edip duruyordu, fakat Kerîm u Vehhâb, Zü’l-‘atıyye ve’l-hisâb Tanrım, daha kapıdan iki adım ayrılmadan, hakîr u âsâm-ı kesîri mavi gözlü bir ihtiyar kadının “Bey oğlum, onlar Erenköyü’ne gittiler, adresleri Sahrâyı Cedîd’de Ali Galip Bey Köşkü’dür. Dünüşleri ile karşı karşıya…” sözlerine muhatap oldum. Demek iç sorum böyle bir dış karşılıkla karşılanabilecek kadar zî ihlâs bulunuyormuş!.. Rabbime binlerce şükürden sonra, artık Bâyezid’de ki “Küllük” adını alan işsizler ocağına yöneldim ve burada eski müderrislerden Ahmed Tâhir, Ferîd Kam beyleri buldum.
Fakat sizle olan neşe ve zevkimi bulamadım ve bu firâkın uzunca sürmesine pek dayanamayacağım, bunun için denizde balık pazarlama kabilinden gene o ma’hûd gazeteyi ve şu mektupcuğumu bu adrese göndererek, sizlerden en önce hâl ü hatırınızı sorar, sizlere gelip yüz göz sürme imkân ve müsâadesini ararım. Yazın, açık kestirme adreslere olan ihtiyaç kıştan çok ziyadedir.
Sizleri görememiş olmaktan başka, hiçbir kaygım yoktur. Rabbim Te’âlâ’nın her an ve zaman hadd-i ihsâyı aşan ni’amı gün â günü ile kâmurânım. Hâzâ min fadli Rabbî ve keremihi!
“Her Ay” adlı ilmî edebî, felsefî mecmu’a-yı şehriyeyi okuyorum, bilhassa felsefi kısmı ile iyice meşgul oluyorum. Hilmi Ziyâ’nın, Peyâmi Safâ’nın makâleleri var. Peyâmi Safâ’yı ötekinden çiğ buluyorum, her ikisinin binbir mülevves kapıdan kurtardıkları efkâr u ârâ bildiklerine büsbütün aykırı bir takım zunûn ve iftirâ…
Esâsen bugünün felsefe müveddâsı “Filan böyle sanıyor, filan da böyle sanıyor, ben ise ne öyle, ne de böyle sanıyorum!” mebdei üzerinde, bir rüzgâr uğrağına asılmış bir soluk bez parçası - bayrak bile değil – gibi, vire sallanıp duruyor!.. Ve bana öyle geliyor ki bugünün imansızlığını, insâniyetsizliğini, istikrarsızlığını besleyip arttıran da bu ma’şer-i enbiyâya zerre kadar kıymet vermeyen bu dâl ve mudil felsefe ceryânıdır!..
Bence hukuk olsa olsa ahlâkın müeyyideleri olur. Hakka, adle makrûn olmayan hukuk her an ve zaman medâr-ı nifak ve masdar-ı şikâktır!.. “Almanya için fâide ve menfaat olan her şey haktır, adâlettir!” düsturunu koyan her şeyden önce hakka ve adle kılınç çekmiş, cemîyyet-i beşeriyyeyyi adam akıllı bombalamış, Almanya seyr u tekâmülünü de piçleştirmiştir.
Hak ve Adl: Beşeriyyet-i ‘âmme için mahz-ı rahmet ve tekâmül olan her fiil ve harekettir, ve umumi muvâzene kanûnu demektir. Ahlak ve fazilet olan yerde mahkeme haklarından bahse yer olmasa gerek. Bâkî, lâ yezâl muhabbet ve hürmetlerimi sunar, mübârek ellerinizden öperim, sultanım.
19 Mayıs 1937 – Muallim Vahyî
Muallim Vahyî’nin ikinci mektubu 19,5x14 cm ebatlarında nohûdî çizgili kağıda yazdığı tek sayfalık mektuptur. Mektubuna Muallim Vahyi imzasını ve 30 Haziran 1937 tarihini atmıştır.
Mektup samimi sevgi hitabıyla başlamakta, Muallim Vahyî, Elmalılı ile görüşmelerinde özlem ve iştiyakla boynuna sarıldığını ifade ederek, kendisinden babasının, atalarının ve eniştesinin kokusunu aldığını, rûhânî ve Rabbânî zevklere garkolduğunu belirtmektedir.
Muallim Vahyî şiirle de iştigal etmiştir. Nitekim mektubunda “Ruh-i Âkif’’e” başlıklı şiirinin bir nüshasını Elmalılı’ya takdim etmektedir. Söz konusu şiir tarafımızdan yayımlanmıştır. Muallim Vahyî mektubunu, yirminci asırda Türkiye’ye bir Kur’an-ı Kerim meali ve tefsiri hediye eden Elmalılı’ya hürmet ve muahbbetlerini ifade edip, duâlar ederek son vermektedir. Söz konusu mektup şöyledir:
Benim canım hocam,
Birikmiş, gönlümün uçsuz ve bucaksız meydanlarında yığılmış kalmış iştiyakların, özleşmelerin güdüsü ile dün size gelip de mübarek boynunuza sarıldığım zamana.. O gelişi güzel büyüyüp serpilmiş küre sakalınızı öpüp kokladığım zaman duyduğum rûhânî, Rabbânî zevki, ba’zı ba’zı bana gurur veren, miskin kalbim anlatamaz!..
Hep sarık altında, hep beşer tamahkârlıklarının üstünde, hep Muhammedî ve İlâhî birer gaybe ve emniye arkasında bütün ömürlerini geçirmiş mukaddes babamın ve atalarımın hatta rahmetli eniştem Hoca Bekir Efendi’nin kokusunu bana likânız verir, bunun için derim ki dünkü vuslat bana ma’nevî ve rahmânî öyle bir ni’met ve devlet bahşetmiştir ki ancak kâilini bilmediğim, lâkin zevkine adam akıllı vardığım:
Aşk râ tayyi zemânist ki sad sâle söhan
Yâr bâ yâr be yek çeşm-i zeden mî kuyed!..
Şu Fârisî beyt o hazz u sa’âdete bir parça tercüman olabilir, sanırım!..
Hâfızam örümcek ağından dayanıksız olduğu için, “Rûh-i Akif’e” manzume-i nâcizemden bir nüsha siz Efendime sunmuştum zehâbına kapılmıştım, dün bunun… siz efendimin de ona ikbal ve iltifâtını görünce, yarına, erteye bırakmadan bir nüsha sunuyorum ve yirminci asırda ki Türkiye’ye bir Kur’ân tercüme ve şerhi armağan edebilmek mazhariyetinizin karşısında el pençe divan, boyun keserek, Yüce Tanrımdan sizler için uzun, geniş, verimli ömürler dilerim ve mübârek ellerinizden öperim, benim eşsiz, benzersiz, temiz ve yüksek hocam efendim.
30 Haziran 1937 Muallim Vahyî