Elmalılı’nın yazdığı 21 Şaban 1345/24 Şubat 1927 tarihli mektuba Akseki; “Çok intizârda bıraktığımı biliyorum, 22 Şaban 1345 tarihli iltifatnâme-i fâzılânelerine şimdiye kadar cevap veremediğimin esbâbı da îzâhât-ı âtiyeden anlaşılacaktır” cümlesiyle cevap olarak yazdığı anlaşılan mektubunda, Elmalılı’nın dersiâm maaşının âkibeti ile ilgilendiğini fakat halledemediğini, taksitleri ödemek için gerekenin yapılacağını yazdıktan sonra tefsirle alâkalı şunları yazmaktadır:
“Tefsîri okuyoruz. Çok mühim muvaffakiyyet vardır. Hârûn Efendi’de tamamen okuttu. Bi'l-hassa arz-ı hürmet ve teşekkür eder. Çok alâkadâr oldu. Fevka'l-'âde muvaffak olduğunuzu dâimâ söylemektedir. Bendeniz okurken ba'zı nokat hakkında hatırıma gelen şeyleri not ediyorum. Bilâhire Efendimize arz edeceğim. Hatırımıza gelen şeylerden biri de biraz daha münakkıh olması idi. Bunu zât-ı fâzılâneleribi'z-zât mektubunuzda söylüyorsunuz. Ma'a mâ fîh bu ciheti esnâyıtab'da bile olacaktır. "Kâne'n-nâsüümmetenvâhıdeten fe-be'asellâhü..." âyet-i kerîmesindeAbduh'un çok uzun bir tefsîri vardı. Bunu da görmenizi çok arzu ederdim. Ma'a mâ fîh bi'l-âhire de görülebilecektir. Formaları Muvâzene-i Mâliye Encümeni gördü ve ipek kağıt üzerine basılmasını temenni etti. Akif bey muvâfakat ederse, buyurduğunuz gibi, bu yaz tab'a başlayabiliriz. Cenâb-ı Hak 'âfiyette dâim ve hayırlı muvaffakiyetler ihsân buyursun. Tekrâr ediyorum: İstid'ânızı gönderiniz ve isterseniz meseleyi tavzîh eder pullu bir de Reîs Efendi'ye mektup yazınız. Cevâbınızaintizâr eder ve 'arz-ı ta'zîmât eylerim muhterem üstâdım Efendim. Du'âcınız Aksekili İmza”
Akseki’nin, tefsir ve meâlin yazılmış kısmını bu yaz baskıya başlayabiliriz dediği 1927 yılının yazıdır ve bu tarihe kadar Akif meâldenA`râfsûresi dahil 178 sayfalık meâli Elmalılı’ya göndermişti. 1927 yılının Şubat ayından sonra Akif meâlden hiçbir şey göndermemeye başlamıştı. Akseki, Elmalılı’ya yazdığı 25 Eylül 1927 tarihli mektubunda bu sıkıntılı durumdan şöyle bahsetmektedir:
“Bu mektubu Reis Efendi Hazretlerinin üç dört defa vukû bulan ihtarları üzere yazıyorum. Reis Efendi Akif Bey’in vaz’iyyetine çok müteessirdir. Bu sebeple bendenizde çok müteessir oldum. Çünkü dâima kırıcı sözlere muhâtap, daha doğrusu her an muâteb olmaktayım. Efendi Hazretleri de çok sıkıldığından ve herkes nazarında rezil olduğunu (ta’bir kendisinindir) söylediler. Hamdi Efendi hazretlerine yazınız, bu ne olacaksa bir an evvel anlayalım, buyurdular. Bu sene tab’a başlamak bizce çok muvâfık olacaktır. Akif Bey’in maksadını zât-ı âliniz her halde anlamışsınızdır. Ne yapmak lazımsa lütfen bildiriniz. Bu sebeple şimdiye kadar Akif Bey’den kaç cüz gelmiştir, vel’ân devam ediyor mu? Akif Bey’in kat’î fikri nedir? Bizim fikrimiz tekrar ediyorum mukâvelenâme ahkâmına riâyet edecekse tercümeleri behemehal isteyeceğiz. Böyle gayr-i memdûd bir zaman için durmak gayr-i mümkündür. Hamd olsun zât-ı âlinizin deruhte ettiği kısım ilerledi ve bunu bugün tab’a başlamak mümkün olacaktır. Zât-ı âliniz de peka’lâ derseniz hemen başlayacağız. Fakat Akif Bey’in deruhte ettiği kısım ne olacak? Böyle olacağını bilseydik hepsini zât-ı âlilerine tevdi’ ederdik. Fakat…”
Diyânet İşleri Reisliği, hükümetin baskısıyla bir an önce tefsir ve meâli -eksik olsa da- basmak istediğini ifâde ediyor, Elmalılı’dan, Akif’in niyetinin ne olduğunu öğrenmek istiyordu. Elmalılı, Akseki’nin 25 Eylül 1927 tarihli mektubuna yazdığı cevâbî mektupta şu açıklamalarda bulunmuştu:
“Dün Erenköy’den İstanbul’a naklettim. Bugün de 25 Eylül 1927 tarihli bir mektubunuzu aldım. “Dost bîpervâ felek bîrahm-i devrânbî sükûn” dedim. Âkif beyden suâl ediyorsunuz. Ve ‘itâb ve endişeden bahsederek fikrimi soruyorsunuz. Fi’l-vâki’ ben bu işe yalnız olarak başlamadığıma çoktan pişman oldum. Fakat bu pişmanlığım mesele de endişe edilecek bir hâl bulunduğundan değil, ezher-cihet mu’âvenesiz kalarak münferiden çalışmak mecburiyetinde kaldığımdan ve bi’n-netice bütün mes’ûliyete yalnızca ma’ruz olduğumdan dolayıdır. Şimdi anlıyorum ki bir buçuk senedir geceyi gündüze katarak ve her türlü zarûret ve müzâhama katlanarak takdim etmekte olduğum ve bugüne kadar altı cüz’ü iblâğ eylediğim eser mûceb-i tatmîn olmamıştır. Şüphe yok ki Reis Efendi hazretlerinin hakk-ı ‘acizânemdeki teveccühlerine karşı bu vaz’iyyet endişe-nâk içinde kalmışım ne kadar hüznümü mûcib oldu bilseniz. Doğrusu ben bugün bu işi yalnız başıma itmâm edip başarmak ‘azmiyle çalışıyorum ve öyle bir sûrette çalışıyorum ki şayet Âkif bey hiçbir şey gönderemeyecek olursa eser nâkıs olmasın. Meâl kısımlarını dolduruvermek mümkün olsun. Âkif’in işi ‘akîm bırakacağına dâir hiçbir zaman zehâbım, sû-i zannım yoktur. Ancak ortada Âkif bu işe teşrikten düşündüğüm mu’âvenetten mahrum kalışım vardır. Ma’lûm-i ‘âlileri olduğu üzere Âkif ilkbahara kadar bana sûre-i En’âm’ın nihâyetini göndermiş idi el-yevm nezdimde yedi buçuk cüz’ü mevcuttur. Benim yazdığımda şimdi birinci cüz’e gelmiştir. Bu yaz henüz mâ ba’dini göndermedi. Bidâyeten gönderdiği bir mektupta “Henüz bu tercümeler taslaktır, on on beş cüz sonra meslek-i muhtâr-ı yakîn edecek, Na’îm Bey’den başkasının görmesine râzı değilim, tam gayr-i tam birçok tercümelerin mevcut olduğunu biliyorum. İntihâl ederler sonra da bizi müntahil olmakla kâmetli gösterirler. Tabi’i Aksekili Hamdi Efendi Hoca’nın isti’câline de bakacak değiliz. Biz vesilemizi sarf etmiş olduğumuz kanâ’atini kendimizce hâsıl etmeden eseri ortaya çıkaracak veyâhut mahalline teslim edecek değiliz öyle değil mi?” diyordu. Ben, hayır cüz cüz teslim edeceğiz, bu hem mukâveleîcâbı hem de benim ihtiyâç ve zarûretimmuktezâsıdır demiş idim. Fakat yazdığım mektubu îsâl edemedim ve kendisiyle de muhâbere etmiyorum. Bi’l-vâsıta edindiğim ma’lûmâta göre Âkif orada âsûde bir fikr ile çalışabildiği için bir an evvel bitirebilmek üzere hitâmına kadar kalacakmış. Bitirdikten sonra i’timâd ettiği zevâtın nazar-ı tenkitlerine de ‘arz edecek ve ba’detab’ı için takdîm edecekmiş. Başkaca bir maksat perverdeetttiğineveyâhut ahdini îfâ etmeyeceğine dâir bir his ve fikrim yoktur. Yalnız ortada bir hakîkat var ki o da benim tek başıma mes’ûl olarak kalmam ve bu bâb da kendisinden hiçbir mu’âvenete mazhar olmadığım gibi bu yüzden pek çok zahmetlere giriftâr olmuş bulunmamdır. Şimdi anlıyorum ki bir buçuk seneden beri geceyi gündüze katarak ve her türlü zarûret ve mezâhime ve yalnızlığa katlanarak, takdim etmekte olduğum ve bugüne kadar altı cüze iblağ ettiğim eser mûceb-i tatmîn olmamıştır. Şüphe yok ki Reîs Efendi Hazretleri’nin hakk-ı ‘âcizânemdeperverde ettikleri teveccühâta karşı böyle endişeli bir vaz’iyyette bulunmuş olmam son derece mûcib-i mahzûniyyetim olacağı tab’îdir. Ben bunlara meydan bırakmamak için beş altı ay evvel tab’a başlamak mes’elesini size yazmış idim. Zan ediyorum ki ben hâlden anlar bir insanım, bunun için eser bitmeden evvel tab’ı cihetine gidilmemek mukarrarât-i esâsiyeden olduğu halde her türlü kîl ü kâl ihtimâlini kat’ etmek üzere tab’ına teşebbüs sûretinerâzı oldum. Gerçi bunun her hâlde iyi bir şey olacağına hüküm etmiyorum, fakat mahzûr da görmez oldum. Âkif’inrızâsınıistihsâl etmek üzere muhâbere de edilebilirdi ve yine edilebilir. Ancak bu da yalnız bana tahmîl edilmemelidir.”