Kur’ân-ı Kerîm’in Türkçe’ye Tercümesinin Elmalılı’ya Verilmesi
26 Ekim 1925’te yapılan mukâvele ile Kur’ân-ı Kerîm tercümesi Mehmet Akif’e, tefsiri ise Elmalılı’ya verilmişti. Mehmet Akif mukâveleyi imzaladıktan birkaç ay sonra Mısır’a gitti ve oraya yerleşti. Elmalılı, İstanbul’da; Mehmet Akif’te Mısır’da çalışmalarına başladılar. Elmalılı sûrelerin tefsîrini yapıyor, meâl kısımlarını ise Mehmet Akif’ten gelecek tercümeleri yerleştirmek için boş bırakıyordu. Nitekim torunu Mehmet Hamdi Yazır’daki Elmalılı’nın metrûkâtındaki tefsir müsveddelerinmeâl kısımları ile temize çekilen tefsir metinlerinin meâl kısımlarının Tâ-hâ suresine kadar boş bırakıldığı görülmektedir. Müsveddelerin temize çekilmesi görevi Elmalılı’nın hattat ve müderris olan Mahmud Bedreddin Yazır’a verilmişti. Bu konudaki Diyânet İşleri Riyâseti’nden Müessesât-ı Dîniye Müdürü açıklama ve imzalı Elmalılı’ya gönderilen 24 Nisan 1926 tarihli yazı şöyledir:
“Dersi’âmdan Hamdi Efendi Hazretlerine
Zât-ı âlileriyle Akif Bey tarafından yazılmakta olan tefsir ve tercüme üç nüsha olarak yazılması ve bunun için ücretli iki kâtip istihdâmı mükâvelenâme îcâbından ise de zât-ı âlileriyle vâki’ olan müzâkerede şimdilik bir kâtiple iktifâ edilmesi takarrür etmiş ve ta’yin olunan kıt’ada beher forması yirmi sahife itibârıyle ve âyât-ı Kur’âniyye’nin harekeli nesih ve tercüme ve tefsirin rik’a hattı ile yazılmak ve hâk ve silintiden ‘ârî bulunmak şartıyla yirmi sahifelik bir formanın üç nüshası için yani beher altmış sahife için maktû’an yirmi lira ücret mukâbilinde bunların nesih ve rik’a da hüsn ü hat ve ihtisâsı ma’lûm bulunmuş olan dersi’âmdan Mahmud Bedreddin Efendi’ye yazdırılması lede’l-isti’zân 20 Nisan 1926 tarihinde tensîb-i sâmiin Riyâsetpenâhiye iktiran eylemiş olmakla ‘arz-ı keyfiyyet olunur efendim.”
Elmalılı, 21 Şaban 1345/24 Şubat 1927 tarihinde Ahmet Hamdi Akseki’ye yazdığı bir mektupta, tefsirin üçüncü cüzünü tebyize verdiğini ve yakın zamanda takdim edeceğini, gecikmesinin Bakara sûresinin nihâyetinde ve Âl-i İmran sûresinin bidâyetindeki derinliğin, tafsîlatların, yüksek hakîkatler ve İlâhî marifetlerin olmasından kaynaklandığını ifâde etmekte, Allah’ın imdâdına sığınarak gece-gündüz çalışarak bitirebildiğini anlatmaktadır. Erenköyü’nde Koz Yatağı’nda Hacı Hüseyin Paşa Köşkü’nde Münzevî Elmalılı açıklaması ve imzasıyla tamamladığı aynı mektup da Mehmet Akif’le alâkalı şöyle bilgi vermektedir:
“…Biraz daha yazayım Âkif’in de fikrini alalım da belki bu yaz tab’ına cevâz veririz. Burada okuduğum zevât şâyân-ı takdir buluyorlar. Ma’a hâzâ ben ancak Kur’ân’ın hakkını düşünüyorum. Sizin de fikrinizin beyânına muntazırım. Âkif sûre-i A’râf’ı da gönderdi...”
Ahmet Hamdi Akseki, Elmalılı’nın yazdığı 21 Şaban 1345/24 Şubat 1927 tarihli mektubuna, duâcınız Akseki ibâresi ve imzası ile bitirdiği tarihsiz cevâbî bir mektubunda tefsir ve meâlle alâkalı şunları yazmıştır:
“Tefsîri okuyoruz. Çok mühim muvaffâkiyyet vardır. Hârûn Efendi’de tamamen okuttu. Bi'l-hassa arz-ı hürmet ve teşekkür eder. Çok alâkadâr oldu. Fevka'l-'âde muvaffak olduğunuzu dâimâ söylemektedir. Bendeniz okurken ba'zı nokat hakkında hatırıma gelen şeyleri not ediyorum. Bilâhire Efendimize arz edeceğim. Hatırımıza gelen şeylerden biri de biraz daha münakkıh olması idi. Sebebini zât-ı fâzılâneleri bi'z-zât mektubunuzda söylüyorsunuz. Ma'a mâ fîh bu cihât esnâ-yı tab'da bile olacaktır. "Kâne'n-nâsü ümmeten vâhıdeten fe-be'asellâhü..." âyet-i kerîmesinde Abduh'un çok uzun bir tefsîri vardı. Bunu da görmenizi çok arzu ederdim. Ma'a mâ fîh bi'l-âhire de görülebilecektir. Formaları Muvâzene-i Mâliye Encümeni gördü ve ipek kağıt üzerine basılmasını temenni etti. Akif bey muvâfakat ederse, buyurduğunuz gibi, bu yaz tab'a başlayabiliriz…”
Akseki’nin, tefsir ve meâlin yazılmış kısmını bu yaz baskıya başlayabiliriz dediği 1927 yılının yazı idi ve bu tarihe kadar Akif, meâlden A`râf sûresi dahil 178 sayfalık meâli Elmalılı’ya göndermişti. 1927 yılının Şubat ayından sonra Akif meâlini yaptığı sayfaları göndermemeye başladı. Akseki, Elmalılı’ya yazdığı 25 Eylül 1927 tarihli “duâcınız Akseki” ibâresi ve imzasının bulunduğu mektubunda bu sıkıntılı durumdan şöyle bahsediyordu:
“Bu mektubu Reis Efendi Hazretlerinin üç dört defa vukû bulan ihtarları üzere yazıyorum. Reis Efendi Akif Bey’in vaz’iyetine çok müteessirdir. Bu sebeple bendenizde çok müteessir oldum. Çünkü dâima kırıcı sözlere muhâtap, daha doğrusu her an muâtep olmaktayım. Efendi Hazretleri de çok sıkıldığından ve herkes nazarında rezil olduğu (ta’bir kendisinindir) söylediler. Hamdi Efendi hazretlerine yazınız, bu ne olacaksa bir an evvel anlayalım, buyurdular. Bu sene tab’a başlamak bizce çok muvâfık olacaktır. Akif Bey’in maksadını zât-ı âliniz her halde anlamışsınızdır. Ne yapmak lazımsa lütfen bildiriniz. Bu sebeple şimdiye kadar Akif Bey’den kaç cüz gelmiştir, vel’ân devam ediyor mu? Akif Bey’in kat’î fikri nedir? Bizim fikrimiz tekrar ediyorum mukâvelenâme ahkâmına riâyet edecekse tercümeleri behemehal isteyeceğiz. Böyle gayr-i memdûd bir zaman için durmak gayr-i mümkündür. Hamd olsun zât-ı âlinizin deruhte ettiği kısım ilerledi ve bunu bugün tab’a başlamak mümkün olacaktır. Zât-ı âliniz de peka’lâ derseniz hemen başlayacağız. Fakat Akif Bey’in deruhte ettiği kısım ne olacak? Böyle olacağını bilseydik hepsini zât-ı âlilerine tevdi’ ederdik. Fakat…”