Elmalılı gibi Türkçe, Arapça ve Farsça lisanlarına ve bu dillerde aruz vezninde şiir yazacak kadar hâkim olan bir âlimin, meâl ve tefsir gibi çok önem verdiği çalışmasında rastgele kelimeleri seçmiş olduğunu düşünmenin bile yersiz olduğu ortada iken, Diyânet İşleri Reisliği’nin bitmek bilmeyen tenkitleri ve düzeltmeleri Elmalılı’yı son derece rahatsız ediyor, kendisine tashih edilmesi için gönderilen çalışmalarını da, herhangi bir değişiklik yapmadan geri gönderiyordu. Bu tür olaylar sık sık yaşandığından Elmalılı ile Ahmet Hamdi Akseki arasında tartışmalar oluyor ve bu tartışmalar dargınlıklara sebebiyet veriyordu.
Akseki, Elmalılı’nın bu konulardan rahatsız olduğunun farkındaydı. Nitekim 29 Nisan 1937 tarihinde Elmalılı’ya hitâben yazdığı mektubunda bunu şöyle dile getirdi: “…Çoktan beri meâl kısımlarını okumayı bırakmıştım, Sadece tefsîri okuyarak başka nokta-i nazaran ta'kîb ediyorum. Çünkü meâle iliştiğim yerler içinde memnun olmadığınızı anlamıştım…”
Elmalılı, bütün yaşadığı olumsuzluklar, geçim sıkıntıları, hastalıklar ve tazyiklere karşı kendisine tevdî edilen tefsir ve meâl çalışmasını bitirmiş ve 1935 yılından itibâren basılmaya başlanan eserinin 8’inci son cildi 1938’de, 9’uncu cilt de fihristi olarak 1939 yılında basılıp tamamlanmıştı.
Elmalılı’nın, torunu M. Hamdi Yazır’da bulunan metrûkâtında yaptığımız çalışmalarda, Kur’ân-ı Kerîm’in başından sonuna kadar eksiksiz bir meâl bulduğumuzda, Hak Dini Kur’ân Dili adlı eserindeki Kur’an-ı Kerîm meâli ile karşılaştırdık. Karşılaştırmalarımız sonucu Elmalılı’nın farklı bir meâl daha yazdığını müşâhede ettik.
Elmalılı’nın Yazdığı İkinci Meâl
Elmalılı, İşleri Reîsi Rıfat Börekçi’yecevâben yazdığı Ağustos 1932 tarihli mektubunda, 23 Mayıs 1932 yılındaki mukâvelesi sonrası yazmaya başladığı meâlden, Ağustos ayının başına kadar Kur’an-ı Kerîm’in muhtelif yerlerinden on iki cüz tercüme ettiğini, bir sene içerisinde de meâli tamamlayacağını ifâde etti. Lâkin meâl tamamlansa bile Diyanet İşleri’nin meâli tefsirden ayrı olarak müstekıllen basılmasını talebini ise reddetti ve bu konuda ısrar edilirse de sözleşmesini feshedeceğini bildirdi. Tazyiklerin netice vermeyeceğini anlayan Diyânet İşleri, tefsirin ve meâlin devamına karar verse de, tazyiklerin şeklini değiştirerek, tefsir ve meâl metinlerine sık sık müdâhale etmeye, Elmalılı’yı yaptığı tefsir ve tercümeleri arzu ettikleri şekilde düzeltmeye ve tashîhe zorlamaya başladı. Elmalılı’nın reddettiği bu müdâhale sık sık tartışmalara da neden oldu.Elmalılı, yazdığı meâl ve tefsirin tamamlanmadan basılmasına râzı olmasa da , 1935 yılında tefsir meâlle birlikte basılmaya başlandı. Elmalılı’nın Osmanlıca yazdığı ve kardeşi Mahmud Bedreddin’in hüsn-i hat sanatı ile baskı formatında Osmanlıca temize çektiği eser, 1928 harf inkilâbı sebebiyle Latince’yetranskribe edilerek basılmaya başlanmıştı. 1935 yılında yapılan ilk baskı da tefsirin önsözü “Türkçe İbâdet” konusuyla alâkalı yazılar bulunduğu için baskıdan tamamen çıkarıldı, 1936 yılındaki baskı da ise önsöz tahrif edilerek basıldı.
Elmalılı, hükümetin hedefinin Kur’ânmeâli olduğunu çok iyi bildiğinden, kendisine yapılan tazyikler ve “Türkçe İbâdet” konusundaki endişelerinden dolayı, tefsirin içindeki meâli arzu ettiği gibi yapamadı/yapmadı ve bu arzusunu yeni bir Kur’ânmeâli çalışarak yerine getirdi.
Aslında Elmalılı, Kur’ân tefsirini de bir kere daha baştan sona çalışmak arzusunu Akseki’ye bildirmiş, Akseki 18 Kasım 1934 tarihli mektubunda Elmalılı’ya: “…Tefsirin bir daha yazdırılması hakkındaki karardan vazgeçmedik. Yazdırılacaktır.” şeklinde açıklamada bulunmuştu.
Elmalılı’nın metrûkâtı arasında ortaya çıkan son meâl çalışması 36x23 cm ebatlarında, 566 sayfa çizgisiz nohûdî renkli kağıtlara kendi el yazısı ile rik’a ve nesih hüsn-i hat formlarında yazılmıştır. Söz konusu evrakların cilt ve kapağı olmadığı gibi, dikişleri de yoktur. Elmalılı’nın, meal sayfalarına numara verirken 390-399 ve 452-455 nolu sayfalar arasını sehven atladığı görülmektedir. Meâl tam olup, herhangi eksik bir kısım bulunmamaktadır.