Fıtratı bozan, halife olarak yaratılan insanı, üstün değerlerinden uzaklaştıran ve esfel-i sâfilîn (aşağıların aşağısı) derekesine indiren konuları üç ana başlık halinde şöyle özetleyebiliriz:
1. Kulu Allah’ından ayırıp kendine kul yapan insan merkezli Allahsız seküler sistemler
2. İnsanın apaçık bir düşmanı olan şeytanın, mal ve çocuklardaki ortaklığına rızâ
3. Helallerle yetinmeyip, Allah’ın haram kıldığı konularda pervâsızlık.
Allah’ımızın: “Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır” âyet-i kerimesine muhatap fıtratı değiştirilmiş, genleriyle oynanmış dünyanın güç ve iktidar sahibi insan şeytanları, sahipsiz Müslüman toplumları da kendilerine benzetip, Allah merkezli yapıdan uzaklaştırarak, insanlıklarını yok edip kendilerine kul ve köle yapmak için var güçleriyle, ellerindeki tüm imkanlarıyla uzun zamandır üzerimize çullandıkları ortadadır. İlk hedefleri de her zaman ve her yerde olduğu gibi eğitim ve öğretim kadroları ve kurumlarıdır. Çünkü zihinler değiştiğinde gönüller değişir ve gönüller değiştiğinde ise dünya değişir.
Eğitimcinin Eğitimi
Eğitimci olmak için eğitilmiş olmak gerekiyor. “Beni kim eğitti ve eğitirken örnek aldığı kişiler ve değerler ne idi”, acaba benim de fıtratımla, genlerimle oynandı mı, yaratılış kodlarım tahribâta uğratıldı mı, helaller ve haramlar noktasındaki algım mı değiştirildi? Bu yüzden mi Allahımızın: “Eğer böyle yapmazsanız (faizi bırakmazsanız) bilin ki Allah’a ve Elçisine savaş açmış olursunuz.” “Ribâ (fâiz) yiyenler (kabirlerinden), ancak kendisini şeytan çarpmış kimsenin, cinnet nöbetinden kalktığı gibi kalkarlar! Bu, şübhesiz onların: “Alış-veriş (de) ancak fâiz gibidir” demeleri yüzündendir. Hâlbuki Allah, alış-verişi helâl, fâizi ise haram kıldı!” âyet-i kerîmelerine ve Efendimizin (s.a.v.) “Helak edici yedi büyük günahtan sakınınız” buyurarak, fâizi de helak edici yedi büyük günahtan saymasına rağmen, neden hâlâ uydurduğum bir sürü sebep ve mâzerete dayanarak faizle iştigal ediyorum?
Rabbimizin: “Yalan söyleyenler, iftira edenler, ancak Allahü teâlânın âyetlerine inanmayanlardır” buyurup, yine Efendimiz’in (s.a.v.): “Şaka da olsa yalan söylemeyiniz” “Mümin, her hataya düşebilir, ama hainlik yapamaz ve yalan söyleyemez” îkazlarını bile bile neden renklere ayırdığım pembe, yeşil, kırmızı yalanlar duyuyor, ticaretle uğraşan öğrencilerimden “Yalansız ticâret olmuyor hocam” cümlesini işitiyorum?
Yine Rabbimizin: “Ey iman edenler! Size verdiğimiz rızıkların temiz/helal olanlarından yiyin” buyurup, Efendimizin de (s.a.v.) “ Seferi uzatıp, saçı başı dağınık, toz-toprak içinde kalan ve elini semâya kaldırıp: “Ey Rabbim, ey Rabbim” diye dua eden bir yolcuyu zikredip, dedi ki: “Bu yolcunun yediği haram, içtiği haram, giydiği haramdır ve haramla beslenmektedir. Peki, böyle bir kimsenin duasına nasıl icabet edilir?” hadis-i şerifiyle haramdan sakındırdığını bile bile, yediklerim, içtiklerim konusunda neden hassas değilim?
Bu soruları kendimize sorup, âcilen cevaplarını bulmaya, dünya ve âhiretimizi kurtarmak için fıtratımızdaki genetik kodlarımızdaki virüsleri temizlemeye mecburuz.
İyi bir verim alabilmek için, toprağın bitkiye zarar verecek her türlü dâhili ve hârici etkenlerden temizlenmesi ve uzak tutulması şarttır. Bu vazifeyi gereği gibi îfâ etmekte, toprağın kendisine emanet edildiği kişidir. Görev yerine getirilmeden, hastalıklı ve devamlı zararlı müdahalelere maruz kalan bir topraktan kaliteli ürünler elde etmeyi ummak ise sadece bir hayaldir.
Talim ve terbiyenin uzun zamandır insanlara hayat veren rehberleri, dînî ve aklî ilimlerde söz sahibi ilim ehlini yetiştirememesinin sebeplerini saymaya çalışırsak, ilk olarak öğretmeniyle-öğrencisiyle bir toplumun ilâhî kodlarının târümâr edildiği, fıtratlarının bozulduğu gerçeğiyle karşı karşıya kalıyoruz.
Peki, fıtratları korunup, talim ve terbiyeleriyle toplumun hayat kaynakları olmuş olan Yunus Emreler, Mevlânâlar, Akşemseddinler, Molla Gürânîler, Fatihler, Abdülhamidler, Mehmet Akifler ve Elmalılı’ları ne zaman yetiştireceğiz? sorusuna cevap ararsak;
Hepimizin aklına şu cevap geliyor sanırım: “Bu kutlu zâtları yetiştiren mübârek öğretmenlere sahip olduğumuzda”