Kurumuş ellerini açarak, çatlamış dudaklarıyla ölüm emâreleri nüksetmiş, göklerden gelen merhamet damlalarını beklerken toprak, bütün mevcudat adına yaptığı samimi münâcâtıyla, korku ve ümit kaynağı olan şimşekler çakmaya, ağır rahmet bulutlarını taşıyan müjdeci rüzgârlar esmeye başlar. Duasına rahmet sağanaklarıyla icâbet edilmiştir artık. İçtiği can suyuyla ellerinin kuruluğu, dudaklarının çatlağı gidip yeşil örtülere bürünüverir de, her tarafta rahmet esintileri olan renk renk çıkardığı bitkileri ve meyveleriyle, rahmeti merhamete dönüştürüverir ve hiç ayırt etmeden herkese ikramlarda bulunmaya başlar. Yüzlerde ki gülümsemeyi, dillerde ki muhabbeti görünce, görevini yapabilmenin mutluluğuyla gönlü huzur bulur, çektiği sıkıntıları unutur ve duasına icâbet ederek rahmetini gönderip merhamet etmeye vesile olduğu için Rabbine hamdederek secdeye kapanır.
“O, rahmetinin önünde rüzgârları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan bir çok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik.”[1]
"Merhamet edenlere, Allah da merhamet eder. Siz yeryüzündekilere merhamet edin ki, göktekiler de size merhamet etsin. "[2]
En Büyük Merhamet, Gönülleri Îmân Rahmetiyle Buluşturma Çabalarıdır
“Sizi mutlaka biraz korku ve açlık, biraz da mallardan, canlardan ve mahsûllerden bir noksanlık ile imtihân edeceğiz. (Ey Resûlüm!) O hâlde sabredenleri (Cennetle) müjdele!...İşte Rab’leri tarafından mağfiret ve rahmete mazhar olanlar onlardır. Doğru yolu bulanlar da onlardır”[3]“İnsanların en çok sıkıntı çekenleri peygamberlerdir”[4] sonra velilere sonra derece derece bunlara yakın olanlaradır. “Allah yolunda, hiç kimsenin görmediği eziyetlere katlandım. Benim düştüğüm dehşetli hallere hiç bir kimse düşmemiştir. Öyle zamanlar oldu ki üzerimizden otuz gün otuz gece geçtiği halde ne Bilal ve ne de ben, onun koltuğu altında sakladığı az bir yiyecek dışında canlıların yiyebileceği hiç bir şey bulamadık.” [5]
Rahmet ve merhamet erleri, başkalarına değil Allah’a kul olmalarına vesile olup insanlığı şirkten kurtarmak, insan merkezli seküler zülüm sistemlerini, Allah merkezli hak ve adâlet sistemleri haline getirmek, Allah’ın belirlediği hak ve hukuk üzerine kurulu adâleti gerçekleştirmek için yaptıkları tebliğ çalışmalarında, güç ve otorite tarafından, köleleştirdikleri insanlar üzerine kurulu menfaat sistemlerine aykırı bu girişimlerde bulunduklarından türlü türlü işkenceler görürler. Peygamber Efendimiz’i (s.a.v.), Kâbe’de namaz kılarken Ukbe bin EbiMuayt elbisesiyle onu boğmaya çalışır, secdede sırtına deve işkembesi koyar, kapısının önüne kan, leş vs pislikler bırakır, öz amcası EbûLeheb ve Adiyyibn el-Hamra Efendimizin (s.a.v.) evine taş atmayı alışkanlık haline getirir, müşrikler defalarca ona suikast girişiminde bulunur, onu yalanlar, sözle eziyet ve hakarette bulunurlar.
Efendimiz’e (s.a.v.) revâ gördükleri bu eziyetleri kat kat arttırmışlardır. Öyle ki, Efendimiz (s.a.v.) tebliğ vazifesini yapamaz hâle gelmişti. Bu sebeple Tâif’te ki SakifKabilesi’nin kendisini korumaları ve İslam dinini kabul etmeleri için Tâif’e gitmeye karar verdi. Zeyd bin Hârise (r.a.) ile birlikte Mekke’den ayrılıp Tâif’e gittiler. On gün zarfında hiçbir müsbet netice elde edemediler. Üstelik “Allah, peygamber göndermek için senden başka kimse bulamadı mı?” diyecek kadar küstahlıkta bulundular ve “Memleketimizden çık da, nereye gidersen git! Kavmin ve hamşehrilerin söylediklerini kabul etmeyince, çıkıp bize geldin! Vallahi, biz de senden elimizden geldiğince uzak duracağız, isteklerini kabul etmeyeceğiz”[6] dediler. Ayak takımını, sokak gençlerini ve kölelerini kışkırtıp, yolun iki tarafına sıralayarak Kâinâtın Efendisi’ni (s.a.v.) ve Zeyd’i (r.a.) taşa tuttular. Efendimiz’in (s.a.v.) mübârek ayakları kana bulandı, taşların açtığı yaralardan yürüyemez hâle geldi. Oturmak zorunda kaldığında yine onu kahkahalarla taşa tuttular. Efendimiz (s.a.v.) bu saldırıdan ancak kendisini bir bağa atarak kurtardı ve orada Rabbine münâcâtta bulundu. O sene “Hüzün Yılı” olmuştu. Aynı sene içinde Hz. Hatice (r.anha) ve Ebû Talip vefat etmiş ve Taif hadisesiyle karşılaşmıştı ve Efendimzi’in ( s.a.v.) kendi ifadesiyle “en kara, en acı” günüydü Tâif. Rahmet ve gazap yüklü göklerden Cebrâil (a.s.) gelerek:”Şüphesiz Allah, kavminin sana neler söylediğini işitti. Sana şu dağlar meleğini gönderdi. Kavmin hakkında dilediğini yapmak üzere ona emredebilirsin” dedi. Dağlar meleği de emrine âmâde olduğunu ve dilerse, Taif’in sağında ve solunda yer alan EbûKubeys ile Kuaykan dağlarını müşriklerin üzerine kapayacağını söyledi. Alemlere rahmet Efendimiz (s.a.v.) ise şöyle cevap veriyordu: “Hayır, ben böyle bir şey istemem. İstediğim tek şey, Hak Teâlâ’nın bu müşriklerin sulbünden, Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmaksızın ibâdet edecek bir nesil ortaya çıkarmasıdır”[7] İşte o an Efendimiz’in (s.a.v.) rahmet bulutları yüklü gönlünden, âb-ı hayat yağmurları dökülüyor ve ölü Tâif topraklarını tevhid ve imanla diriltiyordu. Tâif’te niceleri imanla şerefleniyordu. Nitekim rahmet ve şefkat menbaı Allah’ın Rasûlü (s.a.v.) şöyle buyuruyordu:
"... Allah'a yemin ederim ki, senin sebebinle bir kimsenin hidayetine vesile olmak, üzerine güneşin doğduğu ve battığı her şeye sahip olmaktan daha hayırlıdır."[8]
Âlemlere Rahmet
Her kitabın anahtarı olan[9], kendisiyle başlanılmayan işlerin sonuçsuz kaldığı[10]Besmele’de, Rahmân ve Rahîm sıfatlarını, Zât’ının özel ismine en yakın zikreden Allahımız, “Rahmetim gazabımı geçmiştir”[11] “Rahmetim herşeyi kuşatmıştır”[12] buyurur. Efendimiz (s.a.v.) de şöyle buyurmaktadır: “Merhamet, ancak katı kalpli kimselerden çekilip alınır.”[13] "İnsanlara merhamet etmeyene Allah da merhamet etmez."[14]“Bir kimse merhametli davranmaktan mahrumsa, hayırdan da mahrumdur.” [15]
Âlemlerin Efendisi’nin (s.a.v.); “Allah’ın ahlâkı ile ahlaklanınız ve Allah’ın Rasûlü’nün ahlâkı ile ahlaklanınız”, “ Beni Rabbim terbiye etti ve edebimi en güzel şekilde yaptı”[16]hitâbına; “Biz ancak seni âlemlere rahmet olarak gönderdik”[17] , “ Hakikaten, Allah'ın Resulünde sizler için, Allah'a ve âhiret gününe kavuşmayı bekleyenler ve Allah'ı çok zikredenler için en mükemmel bir nümune vardır”[18] buyuran Rabbimiz, Rasûlullah’ı (s.a.v.) bize önder ve rehber yaptı da bizi ümmet-i merhûme[19] eyledi. Yine Rabbimiz:“Size kendi aranızdan öyle bir Peygamber geldi ki zahmete uğramanız ona ağır gelir. Kalbi üstünüze titrer, müminlere karşı pek şefkatli ve merhametlidir.”[20] “İman edenleriniz için bir rahmettir O!”[21] buyurur.
Çileli İslâm dâvası yolunda, Âlemlerin Efendisi’nin (s.a.v.) rahmet kanatları altında, imanla şereflenen binlerce sahabe, devrini asr-ı saadet (mutluluk devri) kılarak, Hulefâ-i Râşidîn, Abdullah bin Mesud, Ubeyy bin Ka’b gibi Kur’ân muallimleri, Bilal Habeşi gibi müezzinler, Ebu Hureyre ve Enes bin Mâlik gibi muhaddisler, Ammar bin Yâsir gibi kumandanlar, Selmân-ı Fârisi gibi örnek idarecilerden rahmet ve merhamet temsilcisi kadın erkek yüzlercesi yetişti.
Merhameti şahsiyeti olan samimi ve ihlaslı müminlerin yaratılanla Yaratan’ı buluşturma gayretleri meyvelerini er veya geç verdiğinde, gönüllerdeki îmân çekirdeği büyüyüp dallanıp budaklanacak ve meyvelerini verecek, Allah’ın rahmeti mevcûdâtı kaplayacak ve saadet asrının buram buram kokuları her tarafa yayılacaktır.
“Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin”[22]âyet-i kerimesinin muhâtabıEfendimiz’in (s.a.v.) ahlâkı üzere olan ümmetini de Allahu Teâlâ şöyle vasfeder:
“Mümin erkekler ve mümin kadınlar birbirlerinin dost ve yardımcılarıdır. Onlar, hep iyi ve doğru olanın yayılması, kötü ve zararlı olanın da ortadan kalkması için uğraşırlar. Namazı dosdoğru kılar, zekâtı verirler. Allah’a ve peygamberine itaat ederler. İşte Allah bunları rahmet ve merhametiyle kuşatacaktır. Şüphesiz Allah mutlak güçlü, hüküm ve hikmet sahibidir.”[23]
“Sonra, gönülden iman edip zorluklara karşı birbirlerine sabrı, şefkati ve merhameti tavsiye edenler yok mu, işte bunlar, amel defterleri sağ ellerine verilecek ve gerçek kurtuluşa erecek olanlardır.”[24]
İman nimetiyle şereflenen ve bu Hak dâvâ vazifelerini merhametleriyle dünyanın her tarafına ulaştırma gayreti içerisinde olan Ümmet-i Muhammed’in Rablerine duâsı da şöyledir:
“Ey Rabbimiz! Bizi doğru yola eriştirdikten sonra kalplerimizi hakikatten saptırma ve yüce katından rahmetini bizlere bağışla. Şüphesiz ki Sen çok lütuf sahibisin.”[25]