Okuma ve yazma bilmediği halde Efendimiz’e (s.a.v.) ilk vahyin “OKU!” âyet-i kerimesi ile gelmesi çok ilgi çekici bir konudur. Biz bu makâle dizimizde Alak sûresinin ilk inen beş âyet-i kerimesinde iki defa geçen “OKU!” emirlerini okumaya ve anlamaya çalışacağız.
Şimdi ilk vahiy olan Alak sûresinin ilk beş âyet-i kerimesini okuyup, kısaca meâl/tefsirine bakalım:
1. Ey insan! Yaratan Rabb’inin adıyla oku! Sana Rabb’in tarafından gönderilen ve bundan böyle ayet ayet, sûre sûre muhatap olacağın bu kitabı, onu güzelce anlamak, zihnine nakşetmek, hayatına yansıtmak ve başkalarına tebliğ etmek amacıyla oku fakat bâtıl değerler, sahte ilâhlar adına değil; onların rızası için, onların istediği doğrultuda değil; yalnızca Rabb’inin adıyla oku!
2. O, İnsanı, rahim duvarına tutunarak orada asılı bir şekilde duran, kan pıhtısına benzeyen basit bir yumurta hücresinden, yani alaktan yarattı ve onu aşama aşama konuşma, düşünme, okuma, öğrenme ve öğretme yeteneklerine sahip üstün bir varlık hâline getirdi.
3. Oku; unutma ki, Rabb’in sonsuz lütuf ve kerem sahibidir. Daha önce sahip olmadığın bunca nîmetleri sana bahşeden Rabb’in, yüreğini ilim ve hikmet hazineleriyle doldurarak, seni çok daha büyük mertebelere, en yüce makâmlara çıkaracaktır.
4. O Allah ki, kalem ve benzeri araçlar ile gerek vahiy ve hikmeti, gerekse ona dayanan bilgileri yazıp muhafaza ederek sonraki nesillere yani şimdiki zamanın ötesine ve bu mekanın dışına aktarma ve böylece, Allah’a kul olma yolunda ilerlemeyi öğretendir.
5. Düşünme, araştırma, öğrenme imkân ve yetenekleri bahşettiği insana, Peygamber ve Kitap göndererek ona bilmediği her şeyi öğreten O’dur.
Peki, insanoğlu bu nîmetlerin kıymetini gereğince takdir edebiliyor mu?
İlk Vahiy: Cebrâil’in (a.s.) gelişi ve “Oku” emri.
Öncelikle Alak sûresinin ilk beş âyetinin inişiyle ilgili şu mühim hâdiseyi hatırlayalım:
Peygamberimiz (s.a.v.) içinde bulunduğu ve yaşadığı toplumun bozulup çürüdüğü ve kokuştuğunu görüyor ve bu durum kendisine büyük sıkıntılar veriyordu. Biraz olsun rahatlamak, nefes almak ve çareler bulabilmek için Ramazan aylarında Mekke’den uzaklaşıyor, Hira Mağarası’nda inzivâya, sükûnet ve dinginliğe çekiliyordu. Otuzlu yaşlarda başlayan ve günlerce süren bu inzivâ yaşantısı son yıllarda artmaya başlamıştı. Kırk yaşına geldiğinde yine bir Ramazan günü Hira’da inzivâda iken Cebrâil (a.s.) gelmiş ve kendisine “İkra” “Oku” demişti.
Peygamberimiz (s.a.v.): “Mâ ene bi-kâirin” yani “Ben okuma bilmem” demiş ve bu olay üç defa tekrar etmişti. Cebrâil (a.s.) Efendimiz’i (s.a.v.) iyice sıkmış ve üçüncü İkra ile birlikte Alak sûresinin ilk beş âyetini indirmişti.
Bunun üzerine Allah Resulü (s.a.v.) yüreği titreyerek korku içinde evine döndü ve eşi Hatice bt. Huveylid'in (r.anha) yanına giderek "Beni örtünüz, beni örtünüz" dedi. Korkusu gidinceye kadar onu örttüler. Sonra Peygamberimiz (s.a.v.) başından geçenleri Hz. Hatice'ye (r.anha) anlatarak: "Kendimden korktum" dedi. Hz. Hatice (r.anha): "Hayır, Allah'a yemin ederim ki, Allah seni asla utandırmaz. Çünkü sen akrabana bakarsın, işini görmekten aciz olanların yüklerini çekersin, yoksula verir, hiçbir şeyi olmayana bağışta bulunursun, misafiri ağırlarsın, bir felakete uğrayana yardım edersin" dedi.
Bundan sonra Hz. Hatice (r.anha), Peygamber'imizi (s.a.v.) alıp amcasının oğlu Varaka b. Nevfel b. Esed b. Abdüluzza'ya götürdü. Bu zat, câhiliyye zamanında Hristiyan olmuş bir kimse olup İbranice yazıyı bilir ve İncil'den de bazı şeyleri İbranice okur yazardı. O sırada Varaka gözleri sonradan görmez hale gelmiş bir ihtiyar idi. Hz. Hatice (r.anha) Varaka'ya: "Amcamın oğlu! Dinle bak, yeğenin neler söylüyor" dedi. Varaka: "Yeğenim, ne oldu, hayırdır?" diye sordu. Peygamberimiz (s.a.v.) başından geçenleri anlattı. Bunun üzerine Varaka şöyle dedi: "Bu gördüğün, Allah'ın Hz. Musa'ya gönderdiği Nâmus'tur. Keşke senin dâvet zamanında genç olsaydım! Kavminin seni bu şehirden çıkaracakları zaman keşke hayatta olsam!"
"Bunun üzerine Peygamberimiz (s.a.v.), “Onlar beni buradan çıkaracaklar mı ki?" diye sordu. Varaka da: "Evet, senin getirdiğin bu dâvâ ve mesaj ile gelen herkes, her peygamber, düşmanlığa uğramıştır. Şayet senin davet günlerine yetişirsem, sana elimden gelen yardımı yaparım." dedi. (Buharî, Bed’u’l-vahy,1).