Efendimiz’in (s.a.v.), ashab-ı kiramdan Ebu Zer (r.a.)'in sorularına cevap olarak yeryüzünde ilk inşa edilen mescidin "Mescid-i Haram", ikinci inşa edilenin "Mescid-i Aksa" olduğunu ve bu ikisi arasında kırk yıl süre bulunduğunu beyan buyurduğu[1] Kudüs şehri, tarih içinde çeşitli isimlerle anılmıştır. Kudüs kelimesi, tehhare (temizlik) anlamına geldiği gibi noksanlıklardan ve ayıplardan temizlenmiş anlamına da gelmektedir.[2]Hicazlılara göre ise, içinde temizlik yapılan bir kap olan es-Settel, el-kaddese ile aynı anlama gelmektedir. Bu yüzden de Beytü’l-Mukaddes’e temizlenmiş ev deniyordu ki, orada günahlardan temizleniliyordu.[3] Hıfzı, Târih u FezâiluKuds-i Şerif isimli eserinde; “Şam’a Şam deyu ad verdiler çünküm Kâbe’nin şimâlindedir ve Yemen’e anın içün Yemen dediler ki Kâbe’nin yemenindedir ve Beytü’l-Makdis’e anın içün Kudüs dediler ki haşr u neşr onda olsa gerektir”[4] ifadeleriyle Kudüs kelimesini izah eder.
“Allah’ın katında hak din, İslam’dır”[5]âyetiylesâbit olduğu üzere, Hz. Adem’den (a.s.), Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar bütün peygamberler İslam dini ile gönderildiğinden, dört bin yıllık bir İslam şehridir Kudüs. Nice peygamberlerin birçoğunun doğup, büyüdüğü, yaşadığı, vahiy aldığı, davet ve tebliğini yaptığı, tevhid ve vahdet mücadelesi verdiği, hicret etmek zorunda kaldığı şehirdir Kudüs.
Ne Yahudi ne de Hristiyan; ancak hanif bir müslüman[6] ve tek başına bir ümmet olan[7] ve “Ben Rabbime gidiyorum. O bana doğru yolu gösterecek”[8] diyerek Kudüs’e giden Hz. İbrahim’in (a.s.) kabrinin bulunduğu, oğlu Hz. İshak’ın (a.s.) ve torunu Hz. Yakub’un (a.s.) yaşadığı, Hz. Yusuf’un (a.s.) kuyuya atıldığı, Hz. Mûsa’nın (a.s.) İsrailoğullarını Mısır’dan alıp götürmek istediği Filistin topraklarının merkezidir Kudüs. Hz. Davud’un (a.s.) fethedip başkent yaptığı ve Hz. Süleyman’ın (a.s.) Mescid-i Aksâ’yı inşa ettiği şehirdir Kudüs.
İmrân ailesinden, Allahu Teâlâ’nın seçtiği, tertemiz yaratıp dünya kadınlarına üstün kıldığı[9], iffet ve nâmustimsâli Hz. Meryem’in doğup, yaşadığı ve benzeri olmayan bir mucizeyle, Rûhu’l-Kudüs’le desteklenen[10], hikmetin, Tevrat ve İncil’in öğretildiği[11] ve göklere yükseltilen[12] Hz. İsa’yı (a.s.) dünyaya getirdiği topraklardır Kudüs.
“Hâtemü’l-Enbiyâ”[13] yani peygamberlerin sonuncusu, insanların ve cinlerin peygamberi, “rahmetenli’l-âlemîn” (âlemlere rahmet) olarak gönderilen Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.), İsrâ ile Mescid-i Haram’danMescid-i Aksâ’ya, daha sonra Mîrâc ile de Mescid-i Aksâ’danRabbi’nin katına yükseltildiği yerdir Kudüs.
Yahudileşmiş İsrailoğullarını Müslümanlığa davet için gönderilen peygamberler diyârı olan ve “Dârüsselâm” (Barış yurdu, selam yurdu) olarak da isimlendirilen Kudüs tarih boyunca felâketlere de sahne olmuştur. Bâbil Kralı Nebukadnezzar (Buhtunnasr) MÖ. 586’da ve MS. 70 yılında Romalılar Kudüs’e girip, şehri kuşatması üzerine korkunç bir açlık baş göstermiş, nihayet şehir düşmüş, Kudüs ateşe verilmiş, duvarlar yıkılmış, halk katliamdan geçirilmiş, halkın geri kalan kısmı da sürgün edilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de bu konuya şöyle telmih yapılır:
“Biz İsrailoğullarına kitapta şu hükmü de bildirdik: “Siz ülkede iki kere bozgunculuk yapacak ve açık zorbalıklar edeceksiniz.” Onlardan birincisinin vâdesi gelince, kuvvet ve şiddet sahibi olan kullarımızı sizin üzerinize musallat ettik de onlar sizi yakalayabilmek için evlerin aralarına bile girerek her tarafı didik didik edip araştırdılar. Bu, yerine getirilmesi gereken bir vaad idi.”[14]
Sâsânîler tarafından 614’te işgal edilen Kudüs’ü 629’da Bizans İmparatoru Herakleios kurtarmış ve İranlılar’dan geri aldığı kutsal haçı Kudüs’teki yerine koymuştur.
638’de, Hz. Ömer (r.a.) devrinde Kudüs, müslümanlar tarafından fethedildiğinde, şehri terk eden Yahudiler geri gelmişler, Hristiyanlar inançlarında serbest bırakılmışlar, her iki dinin ibâdetmekanlarına da dokunulmamıştır. 1071 yılında Selçuklular’ın şehre hâkim olmalarına kadar geçen sürede, Emevîler, Abbâsiler, Fâtimiler ve Karmâtiler Kudüs’ü idâreleri altında bulundurdular.