Hak ve hukuk kavramlarının insanın yaratılışı ile başlamış olması, hak ve hukuku icra edecek olan insanın da başlangıcına, yaratılışına bizi sevk etmektedir. Hakkı icra edebilmek için hak ve hukukun yani adâletin, bunun karşıtı olan haksızlık, bâtıl ve zulmün insan tarafından bilinmesi elzemdir.
Son asrın dahi ilim ve fikir insanlarından biri olan Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, telif ettiği “Hak Dini Kur’ân Dili” adlı tefsirinde, insanın yaratılışını konu alan Bakara sûresinin 30. ayetine yaptığı açıklamada şöyle der: “Ey Muhammed, ey Ademoğlu, anılan nimetleri unutma ve o zamanı da unutma ki, insanlar yeryüzünde ortaya çıkmadan önce Rabbi’n ezelî irâdesini açıklayarak ve sonsuz kudretini göstererek meleklere: ”Ben muhakkak yeryüzünde bir halife yapacağım, bir halife tayin edeceğim, demişti” Kendi irâdemden, kudret ve sıfatımdan ona bazı selâhiyetler vereceğim, o bana bağlanarak, bana vekil olarak yarattıklarım üzerinde birtakım kullanma yetkilerine sahip olacak, benim adıma hükümlerimi icra edecek ve yürütecek. O bu hususta asil olmayacak, kendi zatı ve şahsı adına asil olarak hükümleri icra edecek değil. Ancak benim bir vekilim, bir kalfam olacak. İradesiyle benim iradelerimi, benim kanunlarımı tatbik etmekle emredilmiş olacak, sonra onun arkasından gelenler ve ona halef olarak aynı görevi icra edecek olanlar bulunacak. “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur” (Fâtırsûresi, 35/39) sırrı belli olacak.[1]
Hak ve hakîkatı hâkim kılması, zulüm ve haksızlıkları önlemesi için “Adem'e bütün isimleri öğretti.”[2]
Halife; Sözlükte “bir şeyin yerine geçen, bedel, sonraki nesil veya kişi, arkada olan, birinin arkasından gelen, devlet başkanı”[3] anlamlarında ki halîfe; Allah’ın vekîli, yeryüzünde O’nun hükümlerini yaşatan, uygulayan, dünyayı îmâr, insanları idâre eden, dünyadaki diğer bütün canlılardan üstün olan, onları emri altına alandır. Özel anlamda halife ise, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) vefatından sonra onun yerine devlet başkanı olarak geçenler için kullanılan, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) yerine geçerek dini koruyan, dünya işlerini düzenleyen, bütün Müslümanların başkanı anlamındadır.
İnsanın yaratılışının ardından, Allah’ın Ademoğulları ile bir ahidleşme yaptığı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle hatırlatılır: “Ey Resûlüm! Onlara o vakti de hatırlat ki, hani Rabbin, Ademoğulları’ndan (şimdikilerden tutunuz da nesilden nesile ta Hz. Adem’e varıncaya kadar Ademoğullarının zürriyet sahibi olanlarından zincirleme olarak her birinin) bellerinden zürriyetlerini aldı (yani kudret eliyle seçip ayırdı, vücuda getirdi) ve onları kendi kendilerine karşı şahit tuttu“Ben sizin Rabbiniz değil miyim? Dedi. (Üzerinizde dilediğim gibi tasarruf eden ve etmek hakkı bulunan yegane mâlikiniz, mürebbiniz, yetiştirip geliştireniniz, yaratıcınız ve hakiminiz olduğuma şahitsiniz, şahitlik edeceksiniz değil mi?) Hepsi de evet dediler. “ [4]
Bu şahitliği ve taahhüdü eda ve ifâ etmeyen, yani ikrar edip yerine getirmeyen, hatırlatma ve uyarılara rağmen inkar ve küfürde ısrar edenler, ya kendi vicdanına karşı direnmiş ya da fıtratı bozulmuş, kendilerinde yaratılıştan ihsan edilen bu tabiat kalmamış olan, yani kavlen ve fiilen bu ahdi bozmuş ve kendilerine yazık etmiş olan zavallılardır.[5]
Bu taahhüdü hatırlatmak için Allah tarafından gönderilen ve aynı zamanda birer İslam hukukçusu olan 124 bin peygamberden[6] bazılarına sahifeler[7] (Hz.Adem’e:10, Hz. Şit’e:50, Hz. İdris’e:30, Hz. İbrahim’e:10 sahife), bazılarına da kitaplar[8] verilmiştir.
Âlâ sûresinin on sekizinci âyetinde bildirilen SuhufuÛlâ (“Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda vardır”), Şit’e (a.s.) ve İdris’e (a.s.) indirilmiş olan Sahife’lerdi.[9] İbrahim’e (a.s.) indirilen sahifelerde yine Âlâ sûresinin on dokuzuncu âyetinde“(Şüphesiz bu hükümler) İbrâhîm ile Musânınsahîfelerinde de vardır” diye bildirilmiştir. Cebrail (a.s.), Adem’e (a.s.) yazı yazmayı öğretti. Adem’de (a.s.) inen sahifeleri kendi el yazısı ile yazdı.[10] Hz. Adem’e (a.s.) indirilen hükümler arasında, ölü hayvan eti, kan ve domuz eti de haram kılınmıştı.[11]
İnsanlığın başlangıcından Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar, Peygamberlere verilen sahifeler ve kitaplarda, kişilerin Allah ile, toplumla, birbirleriyle ve çevresindeki varlıklarla ilişkilerini düzenleyen, uymaları gereken emir ve nehiyleri bildiren kurallar bütününün (İbâdet, dünya işleri, münâkehât, muâmelât, ukûbât, siyer, miras hukuku) olduğu ve bu kuralların uygulanması için peygamberlerin görevlendirildiği, kurallara uymayanlara verilecek cezaların ayrıntılarıyla açıklandığı, hatta ölümden sonrasını kapsayan hesap gününde, İlahî adâlet mahkemesinde (mahkeme-i kübrâ) herkesin en ince detaya kadar hesaba çekileceği bildirilmektedir.[12]
Allahu Teâlâ, yarattığı insana, seçtiği insanlar (peygamberler) vasıtası ile hukûkullahı (Allah’ın hukuku) ve hukuk-i ibâdı (kulların hukuku) bildirmiş ve icra edilmesi için peygamberlere kesin itaatı emretmiştir. Bu konu ile alakalı Kur’ân-ı Kerim’de şöyle buyurulur:
“Biz hiç bir peygamberi, Allah’ın izni ile, kendisine itaat olunmaktan başka bir gaye ile göndermedik....”[13]
“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanıyor?” (Kıyâmesûresi, 75/36) âyeti kerimesi ile, yarattığını en iyi bilen Allah, insanı asla başıboş bırakmamış, insanın dünya ve âhiret mutluluğu için, gönderdiği sahife ve kitaplarla ilâhî hukûku vazetmiştir.