Rabbimiz, atamız Adem’in yaratılmasını murâd edince meleklere şöyle buyurdu: ”Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım"[1] ve Allah’ın kanunlarının tatbîki konusunda vekili olan Adem’e (a.s.), hilâfetini gereği gibi yapabilmesi için bütün isimleri öğretti.[2]Kıyâmete kadar Adem’e (a.s.) halef olup aynı görevi icrâ edecek olanlar konusunda da: “Sizi yeryüzünde halifeler yapan O’dur”[3] buyurdu. Rabbimiz, halifesi olarak Adem’in (a.s.) yeryüzünde icrâ edeceği hâkimiyetini insanların tanımaları için Elest Meclisi’ni kurmuş ve kıyamete kadar dünyaya gelecek kadın-erkek her kişinin bütün insanların ve meleklerin huzurunda, herkesi şahit tutarak, “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?”[4]diye sormuştu.
Elest Meclisi’nde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilâhî hitâbı müfessirler tarafından iki şekilde tefsir edilmektedir. Birincisi; Allahu Teâlâ, insanlar dünyaya gelmeden önce onları Âdem’in sulbünden çıkararak zerreler hâlinde yaratmış ve onlara hitap ederek, kendilerinin Rabbi olduğuna şahitlik ettirmiştir. Allah, bedenlerden önce ruhları yaratmış ve onlara “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” buyurmuş, onlar da “Evet! Şâhit olduk” demişlerdir.[5]
İkinci tefsire göre Allahu Teâlâ, Âdem’den (a.s.) zürriyyeti/çocukları babalarının sulblerinden çıkarmıştır. Şöyle ki Allahu Teâlâ, onları nutfe/meni olarak çıkarıp annelerinin rahimlerine koymuştur. Sonra onları mudga, alaka yapmış, daha sonra tam bir insan hâline getirmiş ve yaratılışlarını tamamlamıştır. Bunun üzerine onları, kendilerinde oluşturduğu delillerle Kendisinin varlığına, birliğine, yaratmasının hayranlık verici ve sanatının akıl almaz olduğuna şahit tutmuştur. Bu şahitlikle onlar, dil ile ifade etmeseler de, sanki “Evet!” demişlerdir.[6]
Elest Meclisi veya halk arasında “Kâlû Belâ” diye bilinen ruhların ictimâsı ve hep bir ağızdan “Evet, elbette Sen bizim Rabbimizsin”[7] cevaplarının sağlaması, Adem (a.s.) ve Havva validemize Cennet yurdunda; “Ve ey Âdem! Sen zevcen (Havvâ) ile Cennete yerleş; artık dilediğiniz yerden yiyin; fakat şu ağaca yaklaşmayın, yoksa zâlimlerden olursunuz!”[8]emr-i ilâhisiyle yapılıyor, “yeryüzüne inin”[9]âyet-i kerimesiyle de bütün insanlığın sadâkat imtihanının menzili olarak da dünya seçiliyordu.
Melekler vâsıtasıyla ruhumuzun yeryüzüne indirilip, ana karnında üflenerekvücud bulmasıyla
başlayan hayatımızda her dâim, “Elbette Rabbimizsin” sözünde sâdık, sözünün eri olmanın, kadınıyla erkeğiyle ER olabilmenin, Yunus Emre’nin dediği gibi yarın Hak divanına ER olarak çağırılabilme fırsatının tanındığı mekandır dünya.
Müfessirlerin iki farklı tefsirini cem ettiğimizde, hem ruhlar âleminde hem de dünyaya geldikten sonra insanoğlu elest meclisini yaşamakta, tecrübe etmektedir. Rabbimizin HicrSûresi 29. âyet-i kerîme de; “Ben, onun (Âdem’in) yaratılışını tamamladığım ve ona ruhumdan üflediğim zaman” buyurduğu üzere, Kendisinin üflediği ruhun “Elestübi-Rabbiküm” hitâbına “Kâlû Belâ” dememe ihtimali yoktur. KâlûBelâ’nın yeri ve zamanı, dünya ve dünya hayatıdır.