“Elest” sorusuna “Belâ” cevâbıdır Ramazan
“Her doğan, İslâm fıtratı üzerine doğar…”[1]hadîs-i şerifi ile ifâde buyurulduğu gibi her insan tertemiz dünyaya gelmektedi yâni ruhlar âleminde “Kâlû Belâ” demiştir ve akıl-bâliğ olacağı zamana kadar da çevresinde olup bitenlerle etkileşim hâlinde, kendini ve çevresini tanıma süreci yaşamaktadır. Fıtrata yapılan müsbet müdahalelerleRabbi’nin nimetlerini müşâhede ederek O’nu tanımakta, Elestbezmindeki “Rabbim Allah’tır” ikrârını her an tekrarlamaktadır. Fıtrata yapılan müdâhalelermenfî olunca, dupduru, saf ve berrâk bir su gibi olan fıtrat bulanmaya, doğru ve yanlışı karıştırmaya başlar. Yapılan menfi müdahaleler karşısında da Rabbimiz, peygamberler göndererek Elestbezmini devamlı hatırlatır. Son peygamber olan Hz. Muhammed’den (s.a.v.) sonra da bu kutlu görev ümmetin üzerine bir vazife olmuştur:”Sizden; hayra çağıran, iyiliği (marufu) emreden ve kötülükten (münkerden) sakındıran bir topluluk mutlaka bulunsun. Kurtuluşa erenler işte bunlardır.”[2]
Kendi ruhundan üfleyerek en güzel kıvamda, yaratılmışların en şereflisi kıldığı insanın Rabbi’ni tanıması ve başka şeylere değil O’na itaat etmesi hayatının gâyesidir. Çünkü, ruhlar âleminde “Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” ilâhî hitabıyla sorulan sorunun, ecel gelip ömür sona erdiğinde, kabirde ki ilk soru ile sağlaması yapılır; “Rabbin kim?”.
“Fakat (Fir'avnMusâ’yı) yalanladı, (Allaha) isyân etti. Sonra da koşarak arkasını döndü. Nihayet (sihirbazlarını, adamlarını, ordusunu) topladı da bağırdı:"Sizin en yüce rabbiniz benim!" dedi.”[3]
Rabb, itaat edilen ve boyun eğilen, güç ve egemenlik sahibi anlamlarına gelen Rabb, dünya hayatımızın doğru cevaplandırılması gereken en krtitik sorusudur. Rabb bu mânâları ile hayatımızdaki egemen olan gücün ve itaat ettiğimiz her ne ise onun rabbimiz olduğuna işaret eder. Bir ömür ilâhî dengesini kurmaya çalıştığımız hayatımız, nefsimizin hezeyanları ve şeytanın aldatmacaları ile zaman zaman bulutların arkasında kalan güneş misâli karanlıklara hapsolsa da, karanlıklardan kurtulmak için çırpınıp duran aydınlık gibi, vahyin ve sünnet-i seniyyenin rehberliğinde ışığımıza, nurumuza kavuşur ve “Belâ” diyerek istikâmetimizi buluruz.
Cehenneme çağıran, apaçık düşmanımız olan şeytanlardan bir müddette olsa kurtulmanın;
“Ramazan ayı girdiğinde cennet kapıları açılır, cehennem kapıları kapanır ve şeytanlar bağlanır.”[4]
ve açlık ve susuzlukla, bütün âzâlara oruç tutturarak nefsi terbiye etmenin adıdır Ramazan. Kir ve paslardan arınıp durulaşma, sâfileşme, berraklaşma, nefsini ve Rabbini tanıma ve bütün hücreleriyle “Belâ” demenin ayıdır Ramazan.
Rivayete göre, Cenâb-ı Hak nefse:
- Ben kimim, sen kimsin? diye sormuş. Nefis de:
- Ben benim, sen sensin! diyecevab vermiş. Bunun üzerine Allah ona azab vermiş, Cehenneme atmış, sonra yine sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefsin cevabı aynı olmuş:
- Ben benim, sen sensin!
Hangi azâbı verdiyse, nefis gurur ve enâniyetinden vazgeçmemiş. Nihayet uzun süre aç bırakarak bir nevi oruç tutturmuş, sonra tekrar sormuş:
- Ben kimim, sen kimsin?
Nefis bu sefer şu cevabı vermiş:
- Sen benim RABB-İ RAHÎMİMSİN, bense senin âciz bir kulun...[5]
“Belâ”, kulun en büyük imtihanıdır,
“Belâ”, nefsin terbiyesi ve kul olmanın adıdır,
“Belâ”, belâlardan âzâd olmaktır,
“Belâ”, Âdemoğlunun dünyada ki hilâfet kisvesidir,
“Belâ”, yeryüzüne vâris olanların parolasıdır,
“Belâ”, zâlimlerin, hâinlerin ve kendini rabb zannedenlerin azâbıdır, ikâbıdır,
“Belâ”, Cehennemden kurtulmanın ve Cennet kapılarının anahtarıdır,
“Belâ”, Rabbimizin rızâsına ve Cemâl-i bâ-kemâline kavuşmanın hazzıdır.