“Allah Teâlâ Âdem’i (a.s.) yaratınca ona:
– Git şu oturmakta olan meleklere selâm ver ve senin selâmına nasıl karşılık vereceklerini de güzelce dinle; çünkü senin ve senin çocuklarının selâmı o olacaktır, buyurdu. Âdem (a.s.)meleklere:
– es-Selâmü aleyküm, dedi. Melekler:
– es-Selâmü aleyke ve rahmetullâh, karşılığını verdiler. Onun selâmına “ve rahmetullâh”ı ilâve ettiler.” [1]
Allah’a iman eden ve birbirini Allah için seven müminler, Dârü’s-Selâm’da ki (Cennet’te ki) selâmı, dünyaya hâkim kılma vazifesini yüklenmişlerdir.[2] Dünyayı, Cennet veya Cehenneme çevirmek, her şey emrine verilen insanoğlunun niyet ve amelleri neticesidir.
“Siz, iman etmedikçe cennete giremezsiniz; birbirinizi sevmedikçe de iman etmiş olamazsınız. Yaptığınız zaman birbirinizi seveceğiniz bir şey söyleyeyim mi? Aranızda selâmı yayınız.”[3]
buyurur Efendimiz (s.a.v.). Aramızda selâmı yaymak; huzur ve mutluluğun kaynağı olan vahyin, hayatımıza, işimize, kurum ve kuruluşlara hâkim olması için gücümüzün yettiği kadar gösterilen gayret ve çabalar sonucu Müslümanların otoriter olduğu bir dünya kurmaktır. Selâm hâkim olduğunda ise, “ve rahmetullâhi ve berekâtühü” yani rahmet ve bereket iklimi yüzünü gösterir.
“Müslüman elinden ve dilinden Müslümanların selâmet buldukları kişidir…”[4]
Vahiy geleneğine göre Selam Yurdu’nun prensiplerini vazeden ve selâm ve müslüman kelimesiyle aynı kökten olan İslâm, hem ilk hem de son dindir. Özünü Allah'ın emir ve iradesine teslimiyetin oluşturduğu ve adını da bu özelliğinden alan İslâm, son peygamberin tebliğ ettiği dinin özel ismi olmakla birlikte[5], tebliğlerinin esasını Allah'ın varlık ve birliğini tanıyıp O'nun iradesine teslim olma ilkesinin oluşturduğu daha önceki peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin de adıdır. Nitekim Kur'an'ın bildirdiğine göre Nûh, "bana müslümanlardan olmam emrolundu" demiş[6] İbrahim'e müslüman olması emredilmiş[7] İbrahim ve Ya'kub oğullarına, "Allah sizin için bu dini seçti, o halde sadece müslümanlar olarak ölünüz"[8] tavsiyesinde bulunmuştur. Kur'an'da Benî İsrail peygamberleri, İslâm kelimesiyle aynı kökten gelen fiil ve isimlerle Allah'a teslim olmuş kişiler olarak takdim edilmekte[9] nihayet Hz. Muhammed de (s.a.v.) kendisine, tebliğ ettiği dine inanan ilk müslüman olmasının emredildiğini ve böylece müslümanların ilki olduğunu bildirmektedir.[10]
İslam, Hz. Adem’den (a.s.), Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar gönderilen bütün peygamberlerin tebliğ ettikleri dinin ortak ismidir.[11] Kur’ân-ı Kerîm, İbrâhim’i (a.s.) kendi dinlerinden sayma gayretinde olanlara şöyle cevap verir:” İbrahim ne bir Yahudi, ne de bir Hıristiyandır. Fakat o, Allah’ı bir tanıyan dosdoğru bir müslümandı. Müşriklerden de değildi o.” Hz. Adem’den (a.s.) kıyâmete kadar, her doğanın İslam fıtratı üzere doğduğunu haber veren Hz. Muhammed’de (s.a.v.) şöyle buyurur: “Her doğan İslam fıtratı üzerine doğar. Annesi ve babası onu Yahudileştirir, Hristiyanlaştırır veya Mecûsîleştirir.”[12]
İslâm âlimleri tarafından genellikle kabul edildiğine göre fıtrat "Allah'ın insan tabiatına bahşettiği yaratıcısını tanıma eğilimi, hakkı benimseme yatkınlığı", Hanîflik de "Allah'ın başlangıçtan itibaren insanlığa bildirdiği, insan tabiatına en uygun olan tevhid dini, Allah tarafından vazedilen aslî din" anlamındadır. Fıtrat, haniftir ve fıtratı korumakta Haniflik’tir. Hz. İbrahim'in yahudi veya hıristiyan değil hanîf-müslim olduğunu belirten âyetle[13] Allah katında dinin hanîf-Müslümanlık[14] olduğunu vurgulayan hadîs-i şeriftende Hanîflik'le İslâm'ın eş anlamlı kabul edildiği anlaşılmaktadır.
Selam Yurdu’nun anayasası olan Kur'ân-ı Kerim, başlangıçtan kendi zamanına kadar geçen süre içindeki vahye ait geleneğin bütününe mirasçı olmuş bir kitaptır. Allah'ın dininin son halkası olan İslâm, önceki peygamberleri ve onların getirdiği ilâhî mesajları kabul etmekte, peygamberler arasında ayırım yapmamayı Allah'ın dininin temel şartı saymaktadır. Kur'an'da birçok peygamberin ismi ve nitelikleri sayıldıktan sonra, "İşte o peygamberler Allah'ın hidayet ettiği kimselerdir; sen de onların yoluna uy!" denilmektedir.[15]
Âlâ sûresinin on sekizinci âyetinde bildirilen Suhufu Ûlâ “Şüphesiz bu hükümler ilk sayfalarda vardır”, Şit’e (a.s.) ve İdris’e (a.s.) indirilmiş olan Sahife’lerdi.[16] İbrahim’e (a.s.) indirilen sahifelerde yine Âlâ sûresinin on dokuzuncu âyetinde “(Şüphesiz bu hükümler) İbrâhîm ile Musânın sahîfelerinde de vardır” diye bildirilmiştir. Bütün peygamberler (a.s.) Selâm Yurdu’nu İslâm Dîni ile kurmak ve devamını sağlamak için gönderilmişlerdir. Selâm Yurdu’nun hükümlerinin uygulanmadığı yerlerde, selâm, huzur ve mutluluğun olması imkansızdır. Selâm Yurdu olmayan her yer, Azap Yurdu’dur. Müslüman olmayandan selâm ve Selâm Yurdu beklentisi ise safdillikten başka bir şey değildir.
İnsanlığın selâmeti için, insanlığın başlangıcından Hz. Muhammed’e (s.a.v.) kadar, Peygamberlere verilen sahifeler ve kitaplarda, kişilerin Allah ile, toplumla, birbirleriyle ve çevresindeki varlıklarla ilişkilerini düzenleyen, uymaları gereken emir ve nehiyleri bildiren kurallar bütününün (İbâdet, dünya işleri, münâkehât, muâmelât, ukûbât, siyer, miras hukuku) olduğu ve bu kuralların uygulanması için peygamberlerin görevlendirildiği, kurallara uymayanlara verilecek cezaların ayrıntılarıyla açıklandığı, hatta ölümden sonrasını kapsayan hesap gününde, İlahî adâlet mahkemesinde (mahkeme-i kübrâ) herkesin en ince detaya kadar hesaba çekileceği bildirilmektedir.[17]
“… Allah, (sizleri) selâm yurduna (Cennete) da'vet eder.”[18]
Sağ olun sayın hocam.