Yalova; İstanbul ve Bursa gibi ilim ve irfan medeniyetinin merkezi kabul edilen iki güzel ve tarihi şehrin âdeta beşiğinde şekillenmiş bir şehir ve kuruluşundan günümüze şehrin halkı da her alanda mütemadiyen bu iki şehrin etkisinde ve terbiyesinde yetişiyor denilse yanlış olmaz.
Gurbetçi olarak Almanya’ya giden ailemden dolayı her ne kadar doğum yerimiz Almanya olsa da, ilkokulun son yıllarında ailemin, memleketimiz olan Yalova’ya dönmesiyle, İstanbul ve Bursa’nın manevî atmosferine de biz de dahil olduk. Her Yalova’lı gibi, İstanbul ve Bursa bağlantılı yaşam şartları, sık sık bu iki şehri ziyaret imkânı bulmamız, gençlik yıllarımızda kıymetli ecdadımızın her biri farklı özellikte ve güzellikte olan ve bir çiçek ve gül demeti gibi şehri süsleyen cami, mescid, sebil, dergâh, medrese gibi muhteşem eserleri tanımamızı ve bu eserlerle ülfet etmemizi sağladı. Bursa Ulu Camii’nin ruhları dinlendiren atmosferi, Emir Sultan Külliyesi’nin sâdelikteki ihtişâmı, Orhangazi, Yıldırım, Yeşil, Muradiye Külliyeleri, âdetâ çini müzesi olan Hüdâvendigâr Külliyesi… her biri köklü geçmişimizle bağlarımızı tazeleyen, günümüze ve geleceğimize heyecan ve umutlar fısıldayan bilge insanlar gibidir. İstanbul’da, herkese mâlum nâdide zümrüt, yâkut, pırlanta ve inci gibi güzelliklerin, bu yazının hacmine sığma ihtimâli ise mümkün gözükmemektedir.
Bu iki güzel ve özel şehri sayısız ziyaretlerimiz sırasında, her köşesinde, İslam ilim, irfan, kültür ve medeniyetinin şekillenmiş ve canlanmış olarak bütün heybet, letâfet ve zerâfetiyle bizi kucaklaması ruhumuzda derin izler bırakıyordu. Cami, medrese, türbe, kale, kütüphane, çarşı, çeşme gibi farklı mimâri yapılarda doğal sergi alanları oluşturmuş hüsn-i hat eserleri, gün geçtikçe ilgi ve merakımızı genelden özele doğru yoğunlaştırmaya başladı.
Yalova İmam Hatip Lisesi’nde tahsil gördüğümüz 80’li yılların başında, hüsn-i hat sanatıyla bir süre ilgilenmiş ve meşketmiş okul müdürümüz ve meslek dersleri hocamız Ekrem Şahin’in tebeşirle tahtaya hüsn-i hat yazıları yazması sırasında, kırdığı tebeşirin geniş yüzeyini yatık bir şekilde tutması, ağırdan alıp yazarken harflerin başlama ve bitirme noktalarının zerâfeti, ince ve kalın çizgilerin kendiliğinden ortaya çıkması, harfler arasındaki tenasüp, ölçü ve estetik ruhumuzu okşuyordu. Müdürlük vazifesindeki meşguliyetinden veya meşkini ikmâl edip icâzet almamasından kaynaklandığını zannettiğimiz hocamız Ekrem Şahin maalesef hat sanatı dersleri vermiyordu.
Lisenin ilk yıllarında hüsn-i hat sanatına ilgimiz gittikçe artmaya başladığı sıralarda, okuduğum İmam Hatip Lisesi’nde, biri lise üç, diğeri lise dördüncü sınıfta iki talebenin hat sanatı meşk ettiğini öğrenmiştim. Hemen kendilerine ulaştım ve Hattat Hamid Aytaç’tan meşk ettiklerini, lakin şu an kendisinin hasta olduğunu ve hastahanede yattığını söylediler. Bu haberi aldıktan kısa bir süre sonra da Hamid hoca vefat etmişti. Başka bir arayışın içine de girme imkânı bulamadan, lise yılları boyunca kendi kendimize, bulduğumuz, gördüğümüz eserler ve hüsn-i hat meşk murakkalarına bakarak bu ulvî sanatı meşketmeye çalışıyordum.
1985 yılı üniversite imtihanlarında sadece üç tercih yapmıştım ve üçü de İlahiyat Fakültesi idi. Ankara İlahiyat Fakültesi’ni kazanıp, kayıt işlemleri için Ankara’ya gittiğimde, Yalova İmam Hatip Lisesi’nden Ankara İlahiyat’ta okuyan ağabeylerimiz bizimle ilgilendiler ve Ankara Demetevler’de bulunan ve beş bloktan müteşekkil olan Özelif Sitesi’nin birinci bloğundaki 67 nolu öğrenci evine bizi yerleştirdiler. Meğer Özelif Sitesi, kuruluş amacına uygun olarak İslâmi gayreti olan Müslümanların kurduğu ve biraraya geldikleri yerleşim merkezi imiş ve İslâmi ilimler açısından vukûfiyetli kişilerin bulunduğu Ankara’nın en verimli yeri hâline gelmiş. Kısa bir süre sonra Özelif Camii’nde Müderris Muhammed Emin Er hocanın “el-İhtiyâr” dersine, Abdurrahman Berzencî hocanın “Elfiyye” dersine, Ömer Lütfi Zararsız hocanın sohbetlerine iştirak etmeye başladık.
Ankara İlahiyat’taki tahsilimizle birlikte Özelif’teki derslerimiz de devam ediyordu. Namaz vakitlerinde Özelif Camii’nde cemaatle olan tanışmalarımız sırasında, daha önceden de İslâmi kisvesi, vakârlı duruşu, heybeti ve beş vakit namazını cemaatle edâ etmesiyle dikkatimi çeken ve gayr-i ihtiyârî muhabbeti celbeden Muhammed Fahrettin Bilgiç hocamın “hattat” olduğunu öğrendiğimde tarifsiz bir mutluluk ve heyecana kapıldım. Özelif Sitesi’nde aynı blokta oturduğumuz hocam, Ankara’da bulunan tek hattattı ve kendisinden ders almak isteyip de alamadığım merhum Hamit Aytaç hocadan icâzetliydi. Bu bendenize her yönüyle Rabbimin bir ikrâmı ve ihsânı idi. Hiç beklemeden:
- Muhterem hocam, hüsn-i hat derslerinize katılabilir miyim?
- Tabi, katılabilirsin.