Muhammed Fahreddin Bilgiç hocamın 1985 yılı sonu beni hüsn-i hat dersine kabul ettiği dönemde, hat malzemesi olarak Ankara’da neredeyse hiçbir şey yoktu desem mübâlağa etmiş sayılmam. Hocam, hüsn-i hat malzemelerini bulabildiği imkânlar dahilinde tedârik ediyordu. Hocamın kalemleri; ince yazılar için, eğik kesilmiş ve zımparalanmış ve divite takılmış dolma kalem uçları veya yine uçları eğik kesilmiş dolmakalemlerdi. Celî yazılarda, nadiren bambu veya ahşaptan yapılmış kalemleri kullanıyordu. Mürekkebini eski usullerde bizzat kendisi hazırlıyordu ve parlak, kıvamlı mükemmel is mürekkepleri yapıyordu. Ciddi emek ve sabır gerektiren is mürekkebini kendisi için yapar ve eserlerini bu mürekkeple yazardı. Bulabildiği farklı ağırlıkta ve ebatta olan kağıtların yazıya elverişli olanlarını hazırlar ve eserlerini onlara yazardı. O dönemlerde el işi kağıtları bulmak neredeyse imkânsızdı.
Hocamla ilk defa evindeki atölyesine girmiştim. Masasındaki koltuğuna oturdu ve kalemleri eline alıp bana doğru yönelerek konuşmaya başladı: “Oğlum, hat sanatına nesih hattıyla başlayalım, aslında rik’a ile başlanır, talebenin kâbiliyeti ve sabrı tecrübe edilsin, malzemelere alışsın, eli, yazıya alışsın ve kırılsın diye. Rik’a yazısı kolaydır, yine yazarız, lâkin seninle nesihten başlayalım. Klasik usuldeki gibi önce tek tek harfleri yazmaya başlayacağız, harfler tamamlanınca harflerin diğer harflerle birleşimlerine, daha sonra cümlelere geçeceğiz. Kalem olarak -elindeki altın renkli dolmakalem ucu örneğini göstererek- şu dolmakalem uçlarından alalım, bir de uçların takılacağı divitlerden. Biz o uçları yan kesip, zımparalayıp hazırlar sana veririz. Kağıt olarak da mat kuşe kağıt alalım -A4 de yakın ebatları göstererek- şu ebatlarda kesip hazırlayalım. Mürekkep olarak da aslında is mürekkebi kullanmamız gerekiyor, fakat bulamıyoruz, ben de yapmakta zorlanıyorum ve ancak kendime yetecek kadar yapabiliyorum. Biz koyu siyah dolmakalem mürekkebi kullanalım, zaten eser yazmayacağımız için açık renkli olması daha iyi, kalem hareketlerini de görmüş oluruz.”
Hocamı, benim için çok kıymetli olan o gün can kulağı ile dinlemiş ve söylediklerini not almıştım.
Hocamın evinden çıkar çıkmaz malzeme temini için hocamın tarif ettiği yerlere gittim ve kısa zamanda malzemeleri tedârik ettim. Bir gün sonra öğle namazını Özelif Camii’nde kıldım ve namaz sonrası hocamın yanına giderek malzemeleri tedârik ettiğimi söyledim ve beraber yine hocamın evine, atölyesine gittik. Hocam masasına oturdu, tedârik ettiğim dolmakalem uçlarını eline aldı ve yan keski âleti ile uçlarını keserek zımparalamaya başladı. Hazırladığı uçları divite takarak, mürekkepe bandırdı ve yazıp tek tek tecrübe ediyordu. Kalem uçlarındaki pürüzleri birkaç zımparalama daha yaparak düzeltti. Tekrar deneme yazılarını yazarken, bir taraftan da kalemin kağıdı ısırmaması gerektiğini, yüzeyinin tamamen kağıda değmesi ve mürekkebin eşit dağılması için düz kesilmesi gerektiğini anlatıyordu. Kırmızı, mavi renkli saplı metal dolmakalem uçlarıyla kalemlerimiz hazırlanmıştı. Sıra kağıtlara geldi, hocam kağıtları çetvelle birbuçuk cm arayla kurşun kalemle enine çizmemi söyledi. Kağıdın birisi hazır olunca, koyu siyah mürekkebi bir miktar likaya dökerek kalem ucuna gelecek şekilde hazırladı ve çizgilerini kurşun kalemle çizdiğim mat kuşe kağıda, kesik uçlu metal kalemi bandırarak ilk harf olan elif harfini yukarıdan kalın başlayıp gittikçe incelen bir tarzda, yavaş yavaş parmak hareketleriyle yazdıktan sonra: “Oğlum, sen de kalemi benim tuttuğum şekilde meyilli -elinde kalemin tutuluş şeklini göstererek- tutarak ve tutuş dereceni kaybetmeyerek, böyle hokkaya dikkatlice bandırıp -tecrübe edip göstererek- böyle yavaş yavaş yazarsın” deyip tekrar elif harfini yazdı. Bu şekilde ilk dersimizi hocamızdan almış ve hamdolsun yıllardır bir üstadından hüsn-i hat meşketmeyi beklediğimiz âna kavuşmuş olduk.
Hüsn-i hattın klasik usüldeki meşk tâlimi haftada birdir. Talebe hocasının kendisine gösterdiği dersi bir hafta çalışarak belli bir kıvama getirir ve hocasına gösterir. Hocası da ders üzerinde eksikler var ise talebesine eksik ve hatâlı yerleri gösterip yazarak düzeltmesini ister veya dersi arzu edilen seviyeye gelmiş ise ikinci dersi verilir. Hocamla Özelif’in birinci bloğunda aynı apartmanda oturmamızdan ve hüsn-i hatta iştiyak ve hevesimizin fazlalığından olsa gerek hocam bana dönerek: “Oğlum! Dersini ne zaman belli kıvâma getirdiğini hissedersen hemen gel dersini göster, bekleme” diyerek çok büyük özveri ile ikramda bulunmuştu. Hocam, emekli olduğu için, herhangi bir programı yok ise vaktini tamamen evinde yazı yazarak, hüsn-i hat dersi vererek ve Farsça ve Arapça kitaplar okutarak geçirirdi. Hocamdan almış olduğumuz bu ikram ve imtiyazla daha çok meşk etmeye başlamış, haftada iki veya üç kez derslerimizi gösterme imkânı bulmuştuk. Hocam, her kapısını çaldığımda güler yüzü, mütevâzî hâli ve tatlı diliyle karşılar, atölyesinde derslerimi dikkatlice/her detayıyla değerlendirir ve güzel gördüğü yazılardan neşelenerek “Aferin” der, teşvik ederdi. Tekrar çalışmam gereken kısımları da sabırla tekrar tekrar gösterir, yazıların çıkartmalarını yapardı.
Kalemimiz dolam kalem ucu olduğundan, ucu üzerine sert zemine düşmediği sürece kolay kolay bozulmazdı, düşerek veya farklı nedenlerden dolayı ucu bozulsa bile, hocam kalemin yedek uçlarını da yaptığından kalemsiz kalma derdimiz de olmuyordu. Mat kuşe kağıtlarınıda, matbaa veya kırtasiylerden kolayca bulabiliyorduk. Talebe olmamızdan dolayı fakülte dersleri ve aldığım özel dersler dışında müsait vakitlerim çoktu ve bu vakitleri büyük bir iştiyakla hüsn-i hat dersimi meşkederek değerlendirirdim.